
Genelde İngiltere’ye giden Londra’yı, Fransa’ya giden Paris’i, İtalya’ya giden Roma’yı görmeyi öncelikle ister. Ancak bir ülke tek şehirden ibaret değildir. Bir yer görmek o ülkeyi tanımak için kafi değildir. Hollanda’yı da daha iyi tanımak, başka açılardan keşfetmek için Amsterdam dışında görülecek yerlerin başında ‘Grand Holland’ gezisi kapsamında gidilen yerler geliyor.
Sabah hareket eden ve tüm gün süren gezi, Amsterdam’a en uzak noktadan Rotterdam’dan başlıyor ve geze göre akşamüzeri geri geliniyor.
Topraklarının yüzde altmışının deniz seviyesinin -bazı yerlerde altı metreye kadar- altında olduğu Hollanda’da şehirlerarası yollar gayet bakımlı geniş otobanlar şeklinde. Rotterdam için yer yer meşhur yel değirmenlerinin, yılda 6000 litre süt veren ineklerin otladığı uzun çayırların, bazı küçük yerleşimlerin görüldüğü yaklaşık 60-65 kilometre kadar yol gidiliyor. Ülkede 2806 km uzunluğunda demiryolu da var ve yılda yaklaşık 320 milyon kişi trenle ulaşımı tercih ediyor.
Hollanda’da toprakların büyük bölümü nehir ve denizden kazanılarak elde edildiği için tarıma pek elverişli değil. Denizden kazanılan bu topraklara ‘polder’ deniyor. Yüzlerce yıldır suyla mücadele edilen Hollanda’da geçmişte toprakları koruma amaçlı yel değirmenleri kullanılırken, günümüzde inşa edilen setler ve modern teknolojilerden faydalanılmakta ve su seviyesi sürekli kontrol edilmekte. Ülkede halen binden fazla çalışır vaziyette yel değirmeni var.
Doğal kaynaklar ve hammadde bakımından kısır ülke; başta süt ve et ürünleri olmak üzere çiçek ve çiçek soğanları ihracatı bakımından dünya genelinde başta geliyor. Tarıma elverişli olmayan kısıtlı topraklarda genellikle patates ekimi sözkonusu. Geri kalan meyve sebze başta olmak üzere tüm ihtiyaçlar ithal edilmekte. Ancak, Hollanda’nın sadece çiçek ihracatından elde ettiği gelir, Türkiye’nin tüm tarım ihracatı gelirinden daha fazla!..
Öyle müthiş bir kargo ulaşımı sağlanmış ki, Hollanda’dan gönderilen taze çiçekler New York’ta veya dünyanın bir başka ucundaki vazolarda taptaze yerini alıyor.
Hollanda tarımsal üretimde gen mühendisliği ve çapraz gübreleme konularında ünlü. Amsterdam yakınlarındaki uluslararası bitki ve çiçek mezatı Aalsmeer başta olmak üzere bazı ticari ve tarımsal mezatlar bu ülkede bulunmakta.
Hollanda’da araştırma ve geliştirmeye verilen önem sonucu, sınırlı topraklardan elde edilen ürün kalitesi en üst seviyede. Ülke 11 milyar litre yıllık süt üretimiyle dünya birincisi ve bu üretimin yarısı peynir imalatında kullanılmakta. Hollanda’ya gelip de bir peynir çiftliği ziyaret etmeyen ve leziz peynirlerinden almayan hemen hemen yok. Pek çok değişik form ve lezzette sunulan ve uzun süre dayanan peynirin beş ana çeşidi var; füme, sarımsaklı, kimyonlu, yedi baharatlı, hardallı.
Balıkçılık ekonomideki önemini korumakla beraber, Hollanda bu konuda Danimarka, Fransa, İspanya ve İngiltere’den sonra gelmekte.
Hollanda’nın 16 milyonluk nüfusunun 500 bini Türkler’den oluşuyor. Ülkenin güneybatısında yeralan, 50.000 kadar Türkün yaşadığı Rotterdam 600.000 nüfusuyla ülkenin ikinci büyük şehri. Yüzölçümü olarak Amsterdam’dan daha büyük. 37 kilometreye varan liman bölgesiyle bir işçi şehri Rotterdam.
Amsterdam kadar çok kanal olmayan Rotterdam kentine ‘Delfshaven’ tarafından girdik. Köprüler deniz trafiğini engellememek için açılıp kapanabilir şekilde yapılmış.
Meuse Nehri kıyısından başlayan ve kilometreler boyunca yer alan Rotterdam Limanı, uzun süre dünyanın en büyük limanı olma özelliğine sahip olmuş. Fakat Çin’in ekonomik bir atılım sergilemesiyle bu özellik Şanghay Limanı’na geçmiş. Rotterdam Limanı dünyada ikinci, Hollanda’nın ve Avrupa’nın en büyük limanı. Bu limanı ziyaret eden gemi sayısı yıllık bazda onbinlerle ifade ediliyor.
500 milyon kişiden oluşan Avrupa pazarının tam kalbinde yer alan Rotterdam Limanı’ndan Avrupa’nın çeşitli yerlerinde bulunan önemli yatırım ve sanayi alanlarına ulaşım bir günden az bir sürede sağlanabilmekte. Avrupa’nın en önemli konteynır limanı olan Rotterdam Limanı’ndan yılda toplam 378,2 milyon ton yük aktarılmakta. Rotterdam Limanı’nda kimya, demir, sıvı yük, kuru yük, genel yük, araç, soğutulmuş yük, gıda ve konteynır terminalleri bulunmakta. Limanın sunduğu geniş hizmet yelpazesi sayesinde liman alanında ve Rotterdam bölgesinde yükleme-boşaltma, nakliyat, sanayi ve destek hizmet alanında uzmanlaşmış birçok firma bulunmakta.
Erasmus Köprüsü; 1996’da inşasının tamamlanışından itibaren Rotterdam’ın sembolü haline dönüşmüş. Adını 1465-1536 yıllarında yaşamış, Rönesansla birlikte ortaya çıkan Hümanizm akımının öncülerinden yazar Erasmus’tan alıyor. Orta öğrenim sonrası Augustin tarikatına girerek rahip olan, ancak hiçbir zaman geleneksel anlamda bir rahip olarak etkinlik göstermeyen kendini daha çok bilime adamak istediği gerekçesiyle, dini makamlardan ‘cüppe giymeme’ iznini alan Erasmus çağının kilisesine ve o kilisenin mensuplarına en acımasız eleştirileri yöneltmiş. ‘Deliliğe Övgü’ adlı eseri çağlar boyunca bağnazlığa karşı kaleme alınmış en yetkin düzeydeki başyapıtlardan biri olmuş. Erasmus Rotterdamlılar için çok önemli, bu sebeple kentte köprü, hastane, üniversite gibi önemli yerlere onun adı verilmiş.
Erasmus Köprüsü; UN Studio Ben van Berkel ve Caroline Bos tarafından tasarlanmış. Maliyeti diğer önerilere göre daha yüksek olmasına karşın bu projenin uygulama için seçilmesinde kuşkusuz estetik değerleri ve kent için bir sembol olabilme kapasitesi ile çekiciliği ön planda tutulmuş. Köprünün inşasından sonra hem özel hem kamusal araçlarla ulaşım çok rahatlamış ve Erasmus Köprüsü kuzey ve güneyi bağlayan bir ana eksen çizmiş. Tek direkli oluşu sebebiyle Rotterdamlılar’ın ‘Kuğu’ dediği köprü 808 metre uzunluğunda ve güney ucunda gemilerin geçmesine olanak sağlayan bir baskül köprü var. Köprüyü geçince II. Dünya Savaşında Hitler’in yağdırttığı bombalardan kurtulan üç binadan biri olan; üzerlerinde saat bulunan iki yeşil kulesiyle New York Oteli var. Diğer gökdelen tarzı ultra modern binaların yanında tezat yaratan ve ufacık kalan dört yıldızlı otel 72 odalı. Burada biraz resim çekme molası verdik. Bu civarda görülen ucu delikli betondan anıt, hayatını denizlerde kaybeden Hollandalı denizciler anısına dikilmiş.
II. Dünya Savaşı sırasında, 10.Mayıs.1940’da Nazi güçleri tarafından işgal edilen Hollanda, Hitler tarafından bir gün içerisinde kolayca ele geçirilebilir olarak görülmüş. Fakat ummadıkları şekilde güçlü bir dirençle karşılaşmışlar. 14 Mayıs 1940’ta Almanlar, Hollanda güçlerinin silah bırakmasını sağlamak amacıyla Rotterdam başta olmak üzere Hollanda üzerinde yoğun bombardımana başlamış. Özellikle Rotterdam, Alman Hava Kuvvetleri tarafından neredeyse tamamen yok edilmiş. Tahminen 800 sivil öldürülmüş ve 80.000 kişi evsiz kalmış. Bugün gördüğümüz şehir 1950’den 1970’e kadar tamamen yeniden inşa edilmiş. Bu esnada Hollandalılar “Madem şehir tamamen yıkıldı, avant-gard projelere yer verelim” demişler. Değişik mimari projelere imkan tanınmış ve çok ilginç binalar kentte hayat bulmuş.
Kırmızı Köprü ‘Williams Brug’ 1849’da açılmış ve 375 metre uzunluğunda, bombardımandan kurtulan nadir bir yapı. Geçerken yeşil demirden asansörlü bir diğer köprüyü görüyoruz. Tren geçerken hareket eden bölüm inip vagonların geçmesini sağlayıp tekrar yukarı çıkıyormuş. Ancak feci bir kaza meydana gelmiş, asansör mekanizması kilitlenmiş, vagonlar nehre uçmuş. Çok sayıda ölüyle neticelenen bu olaydan ders alan Hollandalılar, köprüyü kullanmaktan vazgeçip alttan tünel kazmış ve tren yolunu oraya vermişler.
Yıkımdan kurtulan bir diğer bina Postane ve çan kulesi kısmen zarar görmüş savaş sonrası onarılmış olan kilise.
Euromast Kulesi; 1958-60 yıllarında inşa edilmiş 220 metre ile ülkedeki en yüksek yapı. Bu sebeple Rotterdam’da her yerden görülüyor.
Kraliyet Telefon Binası eğimli inşa edilmiş ve önündeki beyaz bir direk sayesinde sanki ayakta duruyor hissi verilmek istenmiş. Bir başka ilginçlikte dünyanın en garip elli binasından biri sayılan 1982’de yapılmış kübik evler ya da küp evler denilen ‘Cubic Houses’. İçindeki tüm eşyalar özel olarak tasarlanmış bu evlerin internetten içini gezmek mümkün. İlginç ötesi tasarımı yüzünden içinde yaşaması hayli zor olan bu evlerde oturmayı prestij olarak kabul ediyormuş Hollandalılar!.. Kübik evlerin hemen yakınında bu defa ‘Kalem Bina’yı ve Denizcilik Müzesi’ni görüyoruz… Rotterdam’da ilginç yapılar bitmek bilmiyor.
Rotterdam’da Türkler tarafından yaptırılmış, tipik Türk mimarisiyle inşa edilmiş bir de cami var.
‘De Bijenkorf’ alışveriş merkezi zinciri Rotterdam’da da var. Sonra Hollanda’nın Rabobank, Ing Bank vb. tanınmış finans kuruluşlarının genel yönetim binalarının olduğu Keizerstraat’tan geçip şehri terk ettik.
Den Haag yakınlarındaki, Delft ‘Delfts Blau’ beyaz üstüne mavi desenli porselenleri ile ünlü, Hollanda’nın en eski yerleşim yerlerinden. 16. asırda yapımına başlanan bu porselen ve çiniler artık Delft’te tek bir fabrikada yapılmakta.
Markt Meydanı’na girdiğimiz Nieuwe Kerk ‘Yeni Kilise’nin çaprazına gelen sağ köşeden 13.yy’da yapılmış Eski Kilise’ye gitmeden köşede durup kilisenin hafifçe yamulmuş çan kulesini gözlemledik. Ülkede zemin genelde bataklık ve yapıların çoğu temelsiz olduğundan öne arkaya, sağa sola çarpılmış pek çok bina görmek mümkün. Yüzyıllardır ayakta durma savaşı veren Eski Kilisenin çan kulesini de kurtarma amaçlı bina içinden güçlendirme yapılmış.
Hollanda Protestan bir ülke olduğundan, kiliseler ya kapalı ya da para karşılığında müze olarak geziliyor.
Şimdilerde bir üniversite ve sanayi kenti olan Delft’te, sonbaharın romantizmini alabildiğine yansıtan kanal etrafında küçük bir gezinti sonrası; öğle yemeği için değişik sandviçler yapan büfeler ve bir Türk Restoranı görmeme rağmen, meydandaki bir lokantada mantarlı makarna ve balık yemeği tercih ettim. Gittiğimiz Cumartesi’ne denk gelen günlerde, kentte pazar kurulduğundan alışveriş meraklısı olanlar pazara daldı…
Den Haag ‘Lahey’ ile Delft arası arabayla yirmi dakika kadar sürüyor. Şehir Amsterdam ve Rotterdam’dan yüzölçümü olarak daha büyük ama nüfus az, yeşil alan çok.
Den Haag ‘Lahey’; yerel olarak ‘s-Gravenhage’ adıyla anılıyor. 474.291 nüfusuyla Hollanda‘nın 3. büyük şehri. Kraliçe Beatrix’inde ikamet ettiği şehir olduğu için yönetim başkenti. Bunun sonucu olarak kraliyet sarayı, hükümet binaları, bakanlıklar ve parlamento bu şehirde bulunuyor. Burası Ankara gibi, bir memur şehri.
Mimari anlamda da, Lahey’in ziyaretçilere sunabileceği geniş bir yelpaze bulunmakta. Şehrin merkezinde ortaçağ, rönesans ve barok döneme ait bir dolu eser görebileceğimiz gibi modern Hollanda mimarisinde inşa edilmiş pek çok yapı da mevcut.
Binnenhof, bir zamanlar saray olarak yapılmış ve şuan Hükümet Binası olarak kullanılmakta. Hollanda Mimarisinin en güzel örneklerinden biri olan bu yapı 13.yy.dan bu yana Hollanda Hükümetlerine ev sahipliği yapmakta. İlk ziyaretimizi tarihte hendek olarak kullanılmış doğal bir göletin yanında yeralan halka açık Parlamento binasına yaptık. Ortalıkta polisler, koruma orduları falan yok!.. İnsanlar serbestçe avludan gelip geçiyor. Avlunun ortasında şimdilerde bakanlar kurulu toplantı salonu olarak kullanılan, tarihte Flaman Kontu 5.Floris’in 13.yy’da ziyafet salonu olarak yaptırttığı bina var. İlerleyince solda başbakanın çalışma ofisinin yeraldığı küçük bölüm var.
Kraliyet Sarayı’na doğru giderken Türk Büyükelçiliği ve Ticaret Ataşeliği’nin olduğu direğinde şanlı bayrağımızın dalgalandığı binayı gördük. Hollanda`daki yabancı ülke konsolosluklarının büyük bir kısmı, Birleşmiş Milletlere bağlı birçok kurum, Shell Oil gibi uluslararası şirketler de bu şehirde bulunmakta.
Paleis Noordeinde ise, Kraliçe Beatrix’in çalışmaları için kullandığı yer. Halk için açık olmayan bu saray yalnızca dışarıdan görülebiliyor. Demirlerle çevrili dış kapıdan binaya ulaşmak için birkaç adım atmak kafi, bu haliyle pek mütevazı gözüküyor… Şayet kraliçe içerideyse bayrak tepeye çekiliyormuş. Biz geçerken inikti, yani kraliçe sarayda yoktu.
Saraya denk gelen sokakta Kral I.William’ın, az ilerisinde de iki önceki Kraliçe Wilhelmine’nin heykeli var.
Panorama Mesdag Müzesi; Ağustos 1881’de açılışı yapılan ressam Hendrik Willem Mesdag’ın 14×120 metre boyutlarında 360 derece açıyla çepeçevre resmettiği eser için özel olarak inşa edilmiş. Scheveningen bölgesini resmeden bu eser, orijinal haliyle kalabilen en eski ve en büyük panoramik tablo. 1996’da restore edilerek Kraliçe Beatrix tarafından tekrar açılışı yapılmış.
Resmi daha çarpıcı kılmak için hafif ışıklandırılmış loş bir koridordan üst kata çıkıp tepeden gün ışığı alacak çekilde ve fakat ziyaretçilerin üstüne bir çardak gibi inşa edilmiş doğal atmosferde resimle yüzleştik. Bilet alırken Türk olduğumuz söylendiğinden, az sonra hoparlörlerden Türkçe açıklamaları aldık. Tepeden gelen ışığa göre değişime uğrayan üç boyutlu olarak yapılmış resim tam bir başyapıt. Kendimizi Mesdag’ın büyüsünden zorlukla kopartıp, inip aşağıda sergilenen tablo ve fotoğraflardan oluşan diğer bölümleri gezerek müzeyi terkettik. Panorama Mesdag Müzesi, Den Haag’ta mutlaka görülmesi gereken bir yer.

Bir sonraki durağımız ‘Lahey Adalet Divanı’. Den Haag’ta yeralan en önemli kurum Uluslararası Adalet Divanı. Bina geniş bir bahçe içinde çevre düzenlemesi mükemmel. Açıkçası Kraliçe’nin sarayından çok daha ihtişamlı. Divan ülkeler arasındaki davalara bakıyor. Genel Kurul ve Güvenlik Konseyi’nden seçilen 15 yargıçtan oluşuyor. Yargıçlar değişik ülkelerden seçiliyor, nedeni dünyadaki değişik hukuk sistemlerinin temsil edilmesi. Divanın yetki alanı; bir uluslararası uyuşmazlıkta taraf olan ülkelerin kendisine getirdikleri davalar ile Birleşmiş Milletler Antlaşması’nda ya da yürürlükteki uluslararası antlaşmalarda öngörülmüş konuları kapsıyor. Uluslararası Adalet Divanı Statüsü, BM Antlaşması’nın ayrılmaz bir parçası ve Adalet Divanı’nın çalışma esasları buna dayanıyor. Lahey‘deki mahkemenin verdiği karar ‘nihai’ olduğu için temyize gitme şansı yok.
Adalet Divanı’nın kapısının hemen yanında doğalgazla yapılmış bir düzenekle sürekli yanan dostluk ateşi var. Burayı Birleşmiş Milletlere üye ülkelerden getirdikleri değişik taşlarla dekore etmişler ve ayrıca alfabetik olarak ülke isimleri de pirinçten plaketler üstünde çepeçevre yer almakta. Zeminde gelen ziyaretçilere hitaben; ‘Dünya barışı için dua edin’ yazıyor. ‘Yurtta sulh cihanda sulh’ demiş aziz Atatürk’ün milletinin bir ferdi olarak içtenlikle dua ettim.
Lahey’de modern mimari yapılar olarak Belediye Binası, Merkez Kütüphane ve eski Belediye Binası’nın yanında yapılmış olan alışveriş merkezi göze çarpıyor.
Tüm Hollanda’da olduğu gibi Den Haag’ta da ulaşım aracı olarak, bisiklet başta geliyor. Bisiklet kullanmayanlara tramvay da ulaşım için ideal.
Scheveningen; Hollanda’nın en popüler sahilinde Den Haag’ta Atlantik Okyanusuyla Kuzey Buz Denizi’nin birleştiği yerde. Hollanda sahillerinde denize girebilmek için en uygun yer. Tabii yazın sıcak günlerinde gidiyor ve güneşi görebiliyorsanız bu şansınız var. Denize giren Hollandalılara çokta aldanmamak gerekiyor. Yazın sıcak bir gün olsa bile su oldukça soğuk; hele bizim alıştığımız iklim ve sıcaklık farkını unutmamalı. Kumsalı çok güzel. Denize girmek şart değil bu sahilin tadını çıkarmak için. Kumsalında yürümek, tüm kıyı boyunca sıralanan birçok kafe ve restaurantlarda oturup bişeyler yiyip içerken denizin keyfine varmak, bisikletle sahili dolaşmak hoş.
Scheveningen eskiden zenginlerin yaşadığı bir balıkçı kasabası. Şimdilerde 3 km uzunluğunda lüks otel ve restaurantların olduğu sahil şeridiyle tanınıyor. Yaz aylarında genellikle tıklım tıklım olan bu yerde, kışları da bazen soğuk suya girme yarışı yapılıyormuş!.. Gittiğim 2009 yılı Kasım ayı sonunda; soğuğa şerbetli Hollandalılar buz gibi havaya aldırmadan üstlerindeki balıkadam giysileriyle dalga sörfü yapıyorlardı. Burası bana Portekiz’de Lizbon yakınlarındaki Estoril sahilini hatırlattı…
Gezimizin son durağı Madurodam; Den Haag şehrinde bulunan Hollanda’daki ilginç ve önemli yerlerin maketlerinin yer aldığı minyatür şehir. Hollanda şehirlerinde bulunan binaların ve yapıların küçültülmüş modelleri sergilenmekte. 1952 yılında inşa edilmiş o tarihten bu yana milyonlarca turist tarafından ziyaret edilen önemli bir turistik merkez.
Bu minyatür şehir adını bir hukuk öğrencisi iken Nazi işgalinde Hollandalı direnişçiler arasında bulunan ve Nazi toplama kamplarında öldürülen George Maduro‘dan alıyor. Vefatı sonrası ailesinin bağışı ile yapılmış Madurodam. 2 Temmuz 1952’de genç bir prenses olan Beatrix Madurodam‘a başkan olarak atanmış. Beatrix kraliçe seçildikten sonra yönetim şekline bir değişiklik getirmiş. Bugün Madurodam, bölgede bulunan okullardan seçilmiş 25 genç üye tarafından yönetilmekte.
İstanbul’daki Miniatürk’e kıyasla daha ufak bir alana kurulmuş, Hollanda’daki tarihi ve önemli 198 parça yapının küçültülmüş kopyalarının sergilendiği Madurodam’da ziyaretçiler için Türkçe broşür de bastırılmış. 10 euro cent attığınızda maketlerin hareket etmesini sağlayabiliyorsunuz. Herkes, kendi ilgi alanına göre eserleri ziyaret ediyor. Soğuk havadan kaçanlar ve acıkanlar ise hemen sıcacık restoran/kafeterya bölümüne sığınıyor.
‘Grand Holland’ gezisi Madurodam ziyaretiyle bitmiş oldu. Geziye en uzak noktadan başladığımız ve gitgide yaklaştığımızdan; bu ufak ülkede bir günde birçok yeri tanımış olarak Amsterdam’a kolayca geri döndük.
Daha önceki ziyaretlerim kışa denk gelmemişti ve Hollanda ılıman bir havada daha keyifliydi. Şayet siz “Ben kendi havama bakarım, yağmur kar beni ilgilendirmez” diyenlerdenseniz yaz kış demeyip bu ilginç ülkeye mutlaka gidiniz.