luksem1Benelüks gezisi kapsamında üç kez gitme imkânı bulduğum Lüksemburg; dünyada şu anda bağımsız olarak varlığını sürdüren ve dükalık sistemiyle yönetilen tek devlet. 2586 km2 yüzölçümü ve 442.972 nufusuyla Kuzeybatı Avrupa’da yeralan, Fransa, Almanya, Belçika ile komşu, denize kıyısı olmayan küçük bir ülke. Avrupa Birliği’ne de üye.

Bağımsızlığını 1835’de ilân etmiş, 11.Mayıs.1867’de diğer ülkelerce de tanınmış.

Başkenti Lüksemburg 2007’de Avrupa kültür başkenti seçilmiş. Ayrıca 2006 yılı verilerine göre; kişi başına düşen 81.000 $ yıllık gelirle dünyada ilk sıralarda. Diğer ülkelere nazaran zengin bir toplum olması, ülke topraklarının küçük olması ve çekirdek bir ülke olarak yaşaması ile doğru orantılı.

Diğer Avrupa ülkelerini ziyaret etmiş olanlar az çok fiyatlar hakkında fikir sahibidirler. Lüksemburg’da maalesef her şey daha pahalı. Orada yaşayanlarla sohbet edince bunun farkında olduklarını ama gelir seviyeleri nedeniyle pahalılıktan şikayetçi olmadıklarını ifade ediyorlar. Bu durum ancak cebinde sınırlı parası olan bizim gibi ziyaretçilerin sorunu oluyor haliyle…

Bu küçük ülkenin tarihi 963’te Kont Siegfried’in Lütteburg Kalesini kurdurmasıyla başlamış. 15.yüzyılda Kutsal Roma Germen İmparatoru Lüksemburg‘dan seçilmiş. Bunlardan I.Karl, Lüksemburg‘u 1354’te dükalığa dönüştürmüş. 1443’te Bourgogne Hanedanı’nın eline geçen ve yüzyıllarca yabancı ülkelerin egemenliğinde yaşayan dükalık Bourgogne Hanedanı’ndan Marie’nin Avusturya imparatoru I.Maximillian ile evlenmesi sonucu Habsburglar’a geçmiş.

Habsburgların bölünmesi ile Lüksemburg ailenin İspanyol koluna geçmiş. 1684’te Fransa kralı XVI. Louis tarafından ele geçirilmiş. 1697’de Habsburgların geri aldığı ülke 1794’te yine Fransız işgaline uğramış. 1815’e kadar Fransız egemenliği altında kalan ülke Viyana Kongresi’nde bağımsız bir Büyük Dükalık olarak Hollanda’ya geçmiş. 1830 ayaklanmasından sonra Belçika’nın bir parçası haline gelmiş.

Fransa İmparatoru III.Napoléon’un ele geçirme girişiminin başarısızlığa uğramasından sonra 1827’de bağımsızlığa kavuşan Lüksemburg Büyük Dükalığı büyük devletlerin himayesi altına alınmış. 1868’de üstünde birçok değişiklikler yapılmasına rağmen günümüzde de aynen geçerli olan anayasa kullanılmakta. O tarihten itibaren yansızlık politikası uygulamasına karşın her iki dünya savaşında da Alman işgalinde kalan Lüksemburg, 1947 Mart’ında Belçika ve Hollanda’yla iktisat ve gümrük birliği kurup Benelüks’ü oluşturmuş, 1949’da NATO’ya, 1957’de Avrupa Ekonomik Topluluğu’na üye olmuş.

luksem2Lüksemburg 1952’den beri Kömür ve Çelik sektöründe yüksek otorite sahibi ve gerek demiryolu karayolları gerekse uluslararası bir havalimanı ile Avrupa’nın önemli merkezi haline gelmiş. Ülke; bankalarının -başka birkaç ülkede daha olduğu gibi- kara para aklamasıyla biliniyor!..

Le monument du Souvenir ‘Hatıra anıtı’ piramit biçiminde ve 12 metre yüksekliğinde betondan kaidenin üstünde yeralan altından bir kadın heykeli bulunmakta. Lüksemburglu sanatçı Claus Cito tarafından ülkenin tarihi uğruna can vermiş askerlerin anısına yapılmış. Abidenin hemen yanındaki ufak alandan hareket eden ve adına Petrusse Express denilen mini trenle yapılacak yaklaşık bir saatlik bir turla Petrusse vadisini ve kentin tüm tarihini görmek verilen açıklamalardan geçmişten günümüze olup bitenleri dinlemek mümkün.

Ülkede irili ufaklı toplam 95 köprü, 5 tane de 44 metre yükseklikte kenti kateden viadük bulunmakta. Adoplhe Köprüsü; 1900-03 yıllarında mimar Paul Séjourné’nin cesur plânıyla harika bir park üzerinde oldukça yüksekte inşa edilmiş.

Bir diğer önemli köprü ise, sonderece modern biçimde inşa edilmiş ‘Grande Duchesse Charlotte’ köprüsü. Köprünün inşasına 1962’de başlanmış ve 1966’da tamamlanıp ulaşıma açılmış. Uzunluğu 355, genişliği 25 metre olan köprü çelikten ve yaklaşık 4800 ton ağırlığında. Bittikten sonra kırmızıya boyanan köprüye Lüksemburglular; kırmızı köprü anlamına gelen ‘Roud Bréck’ diyorlar.

Her iki köprüden de panoramik tur esnasında geçiyor ve Petrus vadisini kuş bakışı izliyoruz…

Birçok restoran ve kafeteryanın yeraldığı Place d’Armes başkentin kalbinin attığı, herkesin piyasa yaptığı meydan. Bu meydanda yeralan birkaç basamakla çıkılan, üstü kapalı platoda akşamları canlı müzik yapılıyor. Lüksemburg’un soylu havasıyla bu meydanda çalan müzik eşliğinde bir şeyler yiyip içip sohbet etmek çok keyif veriyor…

luksem3Domuz eti yemeyen ve kırmızı etle de arası olmayan biri olarak; yurtdışında ucuz, leziz ve sağlıklı olmasından dolayı Çin lokantaları tercihimdir. Bizde ise nedense aksine çok pahalıdır bu mutfağın lokantaları. Birde ne yiyeceğinizi bilemez ve uçuk bir yemek söylerseniz Çin mutfağını hiç beğenmezsiniz. Son iki gidişte Lüksemburg’da biri Grand Rue’deki bir pasajın dibindeki küçük avluda, diğeri Place D’Armes’de yeralan iki ayrı Çin lokantasında gayet keyifli yemekler yedik.

Küçük bir pasajdan geçerek girilen bir diğer alan La Place Guillaume’da bulunan l’Hôtel de Ville; ‘Belediye Sarayı’ mimar Justin Rémont’un planıyla neo-klasik stilde inşa edilmiş ve 1838’de bitirilmiş. Girişte yeralan basamakların her iki yanında bulunan arslan heykelleri ise 1931’de yapılmış.

Bu alanda bulunan turizm bürosundan ülkeye dair bilgi, broşür ve plan alıp guruba dağıtıyorum. Serbest zamanda plan yardımıyla gönüllerince etrafı keşfedebilmeleri için. Meydana bakan birkaç restoranda Lüksemburg mutfağına dair tatları denemek mümkün ama kişibaşı en az 30-40 euro gibi bir meblağı gözden çıkartarak.

Meydanın saraydan tarafa olan kısmında yüzü saraya dönük vaziyette beton kaide üzerine yerleştirilmiş alana adını veren eski Hollanda Krallarından ve Lüksemburg Grand Dük’lerinden Guillaume II’nin at üzerinde bronzdan heykeli var.

Oradan devam edince Lüksemburg Grand-Dükü Henri ve eşi Grande-Düşes Maria Teresa’nın sarayına varılıyor. Önündeki nöbetçi kulübeleri dahi boş olan sarayda ancak bir görüşme yapılacağı, ya da randevu olduğu zaman gelip konuğunu ağırlayan büyük dük ve düşes aslında 4-5 km. mesafedeki bir şatoda ikamet etmekte. Saray binası 16. yüzyılda inşa edilmiş oldukça tipik ve tarihi bir yapı. Bir zamanlar belediye sarayı olarak da kullanılmış. Saraya bitişik konumda ‘Maison Députés’ yani ‘Mebuslar Evi’ var.

Lüksemburg’un milli bayramı ‘Fête Nationale’ her yıl 23 Haziran da sarayın önüne gelen müthiş bir kalabalık tarafından coşkuyla kutlanıyor.

Akşam saat altıyı gösterdi mi, dükkanlar tek tek kepenklerini indirip kapılarına kilit vuruyor. Turist varmış satış olurmuş Lüksemburgluların hiç umurunda değil. Kimsenin daha çok kazanmak gibi bir tasası yok!.. Son gidişte saat altı civarıydı. Gurubu bu konuda uyarınca hemen kapanmak üzere olan bir hediyelik dükkanına dalıp Lüksemburg’a dair bir şeyler aldılar.

Panoramik turumuzun son durağı; eski bir Jésuites (Cizvit) koleji kilisesinden gelmekte olan günümüzdeki Katedral. İlk yapı taşı 7 Mayıs 1613’te konulmuş. Mimarı Cizvit asıllı Belçikalı Jean du Blocq. Mimarisi gotik stilinin muhteşem bir örneği, pencerelerde güzel vitraylar var. 1773’te Cizvitlerin talimatıyla belirli bir cemaate bağlı kilise konumuna gelmiş. 1870’de ise, cemaat açısından aynı kalarak katedralliğe yükseltilmiş.

luksem4İlk gidişte grupça Petrus trenine binip vadide gezmemize ve merkez tren istasyonu karşısında bir otelde kalmamıza rağmen grup ağırlıklı olarak “Lüksemburg’dan transit geçilseydi, kalmaya ne gerek vardı” şeklinde görüş bildirmişti. Adı Benelüks olan bir gezinin Lüksemburg’a sadece birkaç saat ayırılarak geçiştirilmesi ne derece uygun olabilir… Nitekim sonraki iki ziyarette katılımcılar bu ülkeyi gayet soylu, refah düzeyi hissedilir derecede yüksek ve mutlaka görülmeye ve kalmaya değer buldular.

Place d’Armes’nin üst paralelinde yeralan yaya sokağı Grande Rue’nün saraydan tarafa olan ucunda Lüksemburglu heykeltıraş Will Lofy’nin çeşme ortasına yerleştirilmiş bronzdan eseri olan ‘La marche des moutons’ (Koyun Pazarı) bulunmakta. Burada iki tane birbirinden şık ve leziz pastaların tadılabileceği pastane kafeler ve şık mağazalar var. Zaten Lüksemburg’da her şey gayet şık ve bakımlı.

Son kaldığımız Otel Légére havaalanı yakınlarında yer alan, on gün evvel hizmete açılmış son derece şık ve odaları en son sistem armatür ve mobilyalarla döşenmiş bir tesisti. Kahvaltı ise en müşkülpesent kişiyi bile memnun edecek çeşitlilikteydi.

Genelde katılan herkesi memnun eden ve şimdilerde yoğun ilgi gören Benelüks turunun olmazsa olmaz ayağı Lüksemburg’a her gidişte biraz daha ısınıyor ve daha nice nice ziyarette bulunabilmeyi diliyorum.

Gezginler Kulübü’nün sloganı; “Bin kere duymaktan, bir kere görmek evladır” sözünden yola çıkarak sizlere dünyadaki bu tek dükalıkla yönetilen ülkeye gitmenizi ve kendi izlenimlerinizi edinmenizi öneririm.

Şiyma Aksekili