Hani bazı dükkanlar vardır; caddeye bakar, yer iyidir, içi geniştir ama tık yoktur. Yine bazı araziler vardır, lebi deryadır ama kapanın elinde kalmaz, hatta bir türlü bahtı açılmaz. Bu gayri menkuller “uğursuz” damgası yer, öyle ki bu mülklerin satılamamasının hiçbir rasyonel açıklaması yoktur ama satılmaz işte.

 

İşte, “ZSG Sinerjik Şifa Tekniği adını verdiği çalışması ile yıllardır, insanlar üzerinde enerji çalışması yapan Zeynep Sevil Güven (ZSG), çevresinden gelen yoğun talepler üzerine yeni bir çalışma başlattı ve www.satabilirsin.com bir internet sitesi servisi sunarak, bu tür destek isteyenlerin imdadına yetişiyor.

ZSG bu işleme “gayrı menkulün şifresini çözmek” diyor. Haydi hayırlısı! evlerinin ya da her türlü gayrı menkullerinin şifresini çözerek, enerjilerini dengeletmek isteyenler bu site aracılığıyla ZSG’ye başvurabilirler…

ZSG ile dengelemenin ayrıntılarını konuştuk.

Gayrı menkulün şifresini çözerek enerjisini dengelemek nedir?

Yıllardan bu yana insanların enerji alanlarında oluşagelmiş karmaşayı ZSG Sinerjik Şifa ve ZSG Derin Dengeleme Yöntemleri ile dengeleme çabası içindeyim. Bu çalışmalarımın olumlu sonuçlarını başvuranların bizzat kendilerinden aldığım geri beslemelerden görebiliyorum.

Evrensel bilgi (ki bu şimdilerde Quantum Fizik teorilerinde de pek kabul görür oldu), en temel enerji parçasına inildiğinde, var olan her şeyin birbirinin aynı olduğunu söylüyor. Hal böyle olunca, insan üzerinde işleyen her şeyin başka şeyler üzerinde de çalışabileceğini biliyorum; bina üzerinde, araba üzerinde, arsa, stadyum ve daha ne varsa, her şey üzerinde…

Tıpkı insanın her yaşadığı deneyimi DNA sarmalı içine kaydetmesi gibi, gayrı menkullerde de yaşananlar ilgili alanı oluşturan atomların boşluklarına, enerjisel anlamda kaydoluyorlar. Bu kayırlar oradaki enerji akışkanlığını engelleyip, sınırlar içinde enerjisel blokajlar, yığılmalar oluşmasına neden oluyorlar.

Bu enerjinin dengelenerek yeniden akışkanlık kazanması işleminin taşınamazlar için yapılanına “gayrı menkulün şifresini çözmek” adını verdim.

Sistem ne zaman, nasıl çalışmaya başladı?

İzmir’de yaşayan sevdiğim bir dostum bana aldığı bir arazi hakkında; “bu araziyi alsam benim için hayırlı olur mu?” diye sorunca, “kesinlikle evet “dememe engel olan bir tür enerjinin varlığını hissettim. Ancak “hayır asla olamaz”diye bir algım da olmadı.

“Nedir şimdi bu?” diye sorduğumda daha önce hiç düşünmediğim bazı konuların önemli olabileceğini ayırt ettim. Bu konuda derinleşmeme destek verecek bir araştırma yaptım. Öğrendiklerimi, fark ettiklerimi ve sezdiklerimi kendi bilgimle harmanlayıp, yeni bir “enerji keşif sistemi” oluşturdum diyebilirim.

Bu keşif yöntemini kullanarak, arazi hakkında daha önce hiç bilmediğimiz pek çok bilgiye ulaştık. Giderek bu sorular yoğunlaştı, ben de araştırmalarda, keşiflerde yeni bulgularla karşılaşıp, onları da kendime göre sistemleştirdim. Gidereke daha derinlerdeki enerjilerin varlığını sezip varlığını/yokluğunu araştırabiliyordum. Her karşılaştığımız zorluk, yeni “neden, nasıl?” sorularına her soru yeni farkındalıklara yelken açmamıza destek veriyordu. Sonunda şimdiki hale geldi sistem.

Bu bulgulara, farkındalıklara nasıl ulaştın?

Ben o arkadaşımla Feng Shui Eğitimi verdiğim bir zamanda tanışmıştım. Kendisi hem mimardır hem de Stapatya Veda Uzmanı. Araziyi almadan önce bana o soruyu sorarken, satır aralarında “Feng Shui açısından uygun mu” kaygısı da vardı. Arazi -Hint Bilgisi’ne göre bakıldığında- kendi yapmak istediği iş açısından, küçük bir alanında uygunluk gösteriyordu. Bu arada ACMOS Eğitimimi tamamladıktan sonra, ilgili alanlarda Feng Shui dışında da bazı önemli etkiler olabileceğini öğrenmiş, çoktan kullanmaya başlamıştım. O arkadaşımın sorusuna hem Feng Shui, hem de bu yeni bilgiler ışığında bakmıştım. Sorun ortaya çıktıkça çözüm üretmek adına derinleşmeye çabaladım. Birlikte pek çok soru ve dolayısıyla da yöntem bulup geliştirdik işte.

Ne gibi bulgulardan söz ediyorsun?

Her gayrı menkulün görünen kısmı var ve daha da önemlisi görünmeyen kısmı var. Örneğin toprak altından geçen fay hattı, yer altı suyu, maden yatakları, eski ve bilinmeyen mezarlıklar, eskiden yapılan bir meydan muharebesi sonucu ölüp toprak olmuş insanlar ve daha şimdi aklıma gelemeyen pek çok unsur olabilir. Bu hallerin jeolojiyle bağlantılı olanlarını ACMOS Yöntemi ile araştırıyorduk zaten. Ancak bu çalışmaya rağmen enerjinin rahatlamadığını gördükçe, “daha ne olabilir, hangi frekansta nasıl bir enerji blokajı var acaba?” gibi sorulara yanıt ararken de diğer olasılıkları keşfettim. Buna keşif dememi, saygısızlık ya da haddini aşmışlık olarak algılamayın. Gerçekten araştırma, deneme, yanılma yoluyla ulaşabildim bilgilere, yani onlar orada vardı ve birinin gelip kendilerini keşfedip düzeltmesini istiyorlardı.

Bütün bunların enerjisi kişinin enerji alanı ile rezonansa girdiğinde orada pek de iç açıcı olmayan bazı belleksel ya da genetik kodlama kayıtlarını harekete geçirebilecek titreşimlere sahip olabilir. Hatta bunlardan bazıları, neredeyse istinasız her insanda olumlu olmayan bir etki yaratır. Meydan muharebesi ve eski mezarlıkları bu söylediklerime birer örnek olarak gösterebiliriz.

Ayrıca, çevresel enerjiler de burada önem kazanıp, ters etki yaratabilir. Yakınlarda bulunan içkili meyhaneler, mezarlıklar, mabetler, ibadethaneler, orayı almak isteyip gücü yetmediğinden teşebbüste bulunmayan bir komşu ve daha nice nice çevresel unsuru da bunlara örnek sayabiliriz.

İçkili meyhaneyi haydi anladım da, ibadethane niye sakıncalı oluyor?

İbadethaneler, mezarlıklar ve bu tür dini motiflere sahip alanlarda “dingin, sakin ve durağan” ilkelerle bezeli olan dişil enerji titreşimleri çok fazladır. Söz konusu gayrı menkulün çok yakınlarında böyle yerler olduğunda, hele hele bunlar büyük çaplı ve çok ziyaret edilen türden ise, oradan gelen enerji, alanın sinerjisini de aynı dinginlik ve durağanlık yönünde etkileyebilir. Bu içinde yaşayan insanlar için gerçek bir “tembellik” sebebidir aslında.Ancak bizim konumuz açısından bakınca bu enerji daha da önem kazanıyor.

Bir yerin satılabilmesi için öncelikle, kendi enerjisini/sinerjisini çevreye yayabilmesi, burada ki durumda belki de biraz “saldırgan” diye nitelendirebileceğim bir yönde akması gereklidir. Ancak o zaman çevreden geçenlerle “ben buradayım, fark edin, görün, alın” biçiminde yorumlayabileceğimiz bir enerjisel iletişim kurabilir.

Enerji eril hale geldikçe dışına, dişil hale geldikçe içine döner. Peki siz olsanız, içe dönük birini mi önce fark ederdiniz, yoksa dışa dönük biri mi önce sizin gözünüze görünürdü?

Sanırım anladım. Buradaki saldırganlıktan kasıt, sınıfta “evet dersi biliyorum” demek isteyen öğrencinin parmağını ve hatta bedenini de beraber kaldırması gibi bir şey J.

Evet, iyi bir benzetme oldu. Yaramaz değil ama ne istediğini bildiği için fark edilmeye çabalayan bir öğrenci.

Yaptığınız çalışma tam olarak neyi kapsıyor?

Aslına bakarsanız, “uğursuz” ya da “şanssız” sözcüğünü halkın ağzından alıp, onu enerji boyutunda yorumlamaktan söz ediyoruz burada. Bir yer niye “uğursuz” olsun ki! Feng Shui anlamında bozukluğu vardır ya da yukarıda saydıklarıma benzer başka sorunlar olabilir. Halk içinde “uğursuzluk” olarak adlandırılan şey, farklı bir yaşanmışlığın ya da varlığın enerjisinden kaynaklanan bir blokaj olabilir. Örneğin, bir savaşın/katliamın enerjisel izleri. Ya da yukarıda söylediğim gibi, yer altındaki bir şeyin enerjisi.

Bu tür yerlerde duası bile yapılamadan gömülü kalmış sayısız insan cesedi bulunuyor toprak hücreleri içinde erimiş, kaynaşmış bir halde. Belki yapılan binanın altında eski bir şehir var ve kimsenin de bundan haberi yok. O şehir yok olurken nasıl bir enerji açığa çıktıysa, bu aynen kayırlı olabilir atom boşluklarında. Diyelim bir deprem oldu ve insanlar toprak, göçük altında kaldılar ve korkuları, öfkeleri ve daha bin türlü duygu açığa çıktı o anda. Bu enerjilerin hepsi oralarda kol geziyor olacaktır.

Belki orada birisi bir başkasını öldürdü veya lanet, bela okudu. Belki miras kavgası çıktı, haksızlıklar söz konusu oldu ve dargınlıklar, hakaretler dökülüp saçıldı ortalığa.

Bu tür yaşanmışlıkların enerjisi, o yerdeki atomların boşluklarına siniyor ve söz konusu enerjiyle uyumlu belleksel ya da genetik kayıtları olan insanlar bunlardan farkında olmadan, ne olduğunu anlayıp dillendiremeden de olsa, rahatsız olacak biçimde etkileniyorlar.

Örneğin, bir mekana girersiniz, ilk gelişinizdir, her şey güzeldir ama girdiğinizde nefesiniz kesilir, boğulacak gibi olursunuz, “tansiyonum düştü” dersiniz. Oysa, o gayrı menkuldeki atomların içine sinmiş olan bu enerji sizin genetik kodlamanızla uyumsuzdur (aslında oradaki eski ve korkulan bir deneyimin enerjisel anısını tetikleyecek kadar fazla uyumludur), oradaki tehlike unsuru dediğiniz şey sizde bir şeyleri harekete geçiriyordur, siz de bunu isimlendiremiyorsunuzdur bile. Kaçarsınız oradan.

Ben bu enerjileri temizlemeye, atom boşluklarında arındırılmayı bekleyen bu anıların enerjilerini sıkışmışlıktan kurtarıp, olağan akışına geri getirmeye çabalıyorum. Bunu her zaman başaracağımı da iddia etmiyorum, ama elimden geleni yapıyorum ve geri beslemelerden de biliyorum ki, pek çok kez başarılı oldum.

Bu arada belki şimdi “gayrı menkulün şifresi derken neden söz ettiğim daha anlaşılır olmuştur.

Evet oldu sanırım. Başarılı oldum dedin… Nasıl biliyorsun? Birileri gelip bazı ölçümler mi yaptı?

Hayır, kimse bir ölçüm yapmadı, Sadece söz konusu insanlar ilgili mekanlarda artık rahatsız olmadıklarını söylediler. Satış işi için başvuranlardan da, satışı kolayca gerçekleştirdiklerini bildirenler oldu. Bildirenler oldu diyorum çünkü, işin bu kısmında satışın gerçekleşemediği hallerle de karşılaştım.

Olumlu, satışı yapılmış yer için örnek verebilir misin?

Bu işte hep başlangıçlarım İzmir’de oldu nedense, yine oradan bir örnek vereyim. Aile şirketi olan bir dostum var, pek çok yatırımla birlikte, bir de inşaat şirketleri var. Birkaç yıl önce Çeşme’de sekiz villalık bir yer yapmışlardı. Arkadaşım kendi oğlu için bu villalardan bir tanesini satın aldı ve beni oraya villanın Feng Shui’sini düzenlemek için çağırdı.

Oraya gittiğimde, binalarda Feng Shui ötesinde de bazı çalışmalar yapılması gerektiğini gördüm, arkadaşımla paylaştım, “gel deneyelim” dedi. İlk kez o siteye, bir insan bedenine gösterdiğim özenle, bir enerji dengelemesi çalışması yaptım. Arkadaşıma da iki kez daha bu çalışmanın tüm site için uygulanması gerektiğini anlattım.

Meğer site yapılalı çok olmuş ve hiçbir villa satılmamış. Ben o çalışmaları tamamladıktan –yanlış anımsamıyorsam- bir hafta sonra bir aile geldi ve dört tanesini birden satın aldı.

Çok ilginç. Başka ne tür örnekler var?

Bir başka dostuma babası vefat ettikten sonra hatırı sayılır bir miras kaldı. Bu mirasın içinde iki tane de tekne bulunuyordu. Biri babası adına biri de şirket adına kayıtlı. Tekneler Bodrum’da demirliydi. Arkadaşım her iki tekneyi de satmak istiyordu ama imkanı yok, teknelere alıcı bile çıkmıyordu. Oraya gittik, gerekli çalışmayı yaptım ve dedim ki: “Teknelerden biri satılacak, diğeri hiçbir zaman satılmayacak.” Gerçekten de teknelerden satılacak dediğim bir ay içinde satıldı, diğeri kaldı. Geçtiğimiz eylül ayında bir çalışma daha yaptık, ama yine satılmayacağını görüp söyledim. Hala duruyor…

Satılamayacak dediğin tekne üstünde neden etkili olamadın?

Her şeyi yapabilirim demiyorum ki… belki o teknenin alınma sebebi, belki alınırken konulan niyet, belki de “satmak istiyoruz” demelerine karşın, içlerinde bir yerin buna direnç göstermesi… o kadar çok sebep olabilir ki, benim her birini tespit edip, dengeye getirebilmem o kadar da kolay olmayabilir. Kim bilir belki rahmetli baba “bu tekne hiçbir zaman satılmasın, hep aile içinde kalsın” diye düşünmüştü.

Her şeye istediğimiz anlamda müdahale edemeyiz. Var olan her şeyin atomlarında, konuyla bağlantılı her bireyin enerjisel etkisi vardır. İçlerinden biri bile “asla” demeye başlasa, kimsenin elinden bir şey gelmez.

Peki, başka olumsuz örnek var mı?

Tam olumsuz denemez ama ilginç olabilecek bir örnek var. 2005 Nisan ayında Levent’in göbeğinde, kendi bahçesi içinde, adına kolaylıkla malikane diyebileceğim bir villası olan bir dostum geldi ve: “eşim vefat etti, çocuklar da ayrıldı, ben yalnız kaldım, bu ev hem büyük hem de artık fazla maliyetli olmaya başladı, satmak istiyorum, olmuyor, gel bir bak” dedi. Gittim, kendimce gerekli gördüğüm her şeyi yaptım. Beklemeye geçtik. Aradan bir yıl geçti, senin deyiminle tık yok.

Nisan 2006 içinde yeni bir çalışma yapmaya karar verdim. Arkadaşım da onayladı, çalışmayı yaptığımızda hayretler içinde “aslında ağzıyla satmak istediğini söylese de ruhsal olarak buna razı gelemediğini” fark ettik. Bu konuda yaptığımız özel bir çalışmadan sonra “90 gün içinde satılmazsa ben de bir daha bu işe kalkışmayacağım” diyecek kadar kendimden emin tatile gittim. Gerçekten da daha 60 gün tamamlanmadan evini satmıştı.

Daha sonra yeni aldığı evdeki eski mal sahipleri ile de bazı sorunlar yaşadı, bu konuda da bana başvurdu. Bir enerji dengeleme çalışması daha yaptık ve ertesi gün o sorundan da sıyrıldı. Kim bilir, belki de hepsi tesadüftür (göz kırptı ve gülüştük).

Nasıl bir ücretlendirme yapacaksın bu çalışma için?

Sitemiz ve tüm alanları şimdilik herkese açık. Ancak yeterince anlaşılıp tanındığımıza karar verdiğimde profesyonel bir siteye dönüşecek. Benimle uzun saatler geçirip eğitim almış müşteri temsilcilerimiz var, umarım sayıları artmaya devam edecek. Gerçekten ilgilenen insanlar müşteri temsilcilerine başvursunlar istiyoruz.

Profesyonelliğe geçtiğimizde, ilgilenenler10 YTL karşılığında altı aylık üyelik hakkı kazanacaklar. Burada mesele 10 ar YTL toplayıp para kazanmak değil, bu işe gerçekten inanmış ve niyet etmiş insanlarla buluşup gereksiz sıkıntılara girmemek.

Kişiler üye olana dek, tüm bilgi sayfalarına ulaşabilecekler. Her başlığa tıklayıp, içeriğini inceledikten sonra, bireysel görüşme arzu ederlerse bu parayı vermeye razı gelip üye olacaklar. Yani ancak üyelikten sonra açılacak bir sayfada tüm müşteri temsilcilerinin ad, adres ve iletişim bilgilerine ulaşabilecekler.

Müşteri temsilcisiyle görüşme yapan danışan eğer gerçekten bu işi yaptırmaya karar verdiyse, benimle 300 YTL karşılığında bir ön sözleşme imzalayacak. Bu benim orada bir şey yapabilip yapamayacağımı görebilmek için yapacağım –belki fizibilite ücreti olarak adlandırılabilecek-çalışmanın karşılığı olacağından bu parayı hiçbir koşulda iade etmiyorum. Karşılıklı anlaştığımız bu noktadan sonra asıl çalışmaya başlıyoruz.

Sözleşme ile sınırladığımız bir zaman dilimi var. Bu süre içinde satış gerçekleşirse, danışan kişi bana satış ücretinden % 1 oranında borçlanıyor, daha önce alınan 300 YTL düşülüyor, ortaya çıkan tutar bana ödeniyor. Bu arada merak edenler olursa diye söylüyorum: KDV bu rakama dahil değil.

Peki ya satışı yapıp parayı ödemezse?

Önceleri işin içine bir de emlak şirketi katmayı ve böylece sözleşmede belirtilen tarihler arasında satışın gerçekleşip gerçekleşmediğini izlemeyi düşünmüştüm. Şimdi bunu gereksiz buluyorum.

Birincisi ben evrende her çalışmanın ve karşılıklı anlaşma ve özgür irade ile mutabakata varma yoluyla kazanılan paranın kişiye mutlaka ödeneceğine inanıyorum.

Bana göre bu konuda sağlamlık arayışına girmek, aslında inanç yetersizliğinin bir göstergesi. Yani korkunun, yani güvensizliğin. Ben ise insanlara “korktuğunuz her ne varsa onun sevgi ile yer değiştirmesine çaba gösterin” diyorum. Zaten sağlam olan evrende, yeni bir güvenceye ne gerek var?

İkinci olarak… diyelim ki, her şeye rağmen, aslında çok da güven duymadığım haller var. Öyle ya! Her yer “kimseye güvenme” söylemleri ile dolup taşıyor ve bende bundan olumsuz etkilendim. Ne yapalım bedel öder, dersimi alırım. Ücret olarak da o çalışma karşılığı kaç paraysa o kadar ödemiş olurum.

Son bir husus: bu çalışmaya inanıp güvenerek gelecek birisi, ya siteyi incelemiştir ya da müşteri temsilcilerinden biriyle görüşmüştür. “Haksızlık” konusunda olabilecekleri artık öngörüyordur. Buna rağmen hak ettiğim ücretimi ödemezse, kendi bilir…

Binaların enerjisi varsa, kentlerin de enerjisi vardır! Mesela İstanbul’un enerjisi nasıl?

İstanbul’a arazi olarak baktığımızda aşağı yukarı üç milyon insana yetecek kadar enerjinin doğal olarak var olduğunu söyleyebilirim. İstanbul iki küçük yarımadadan oluşuyor ve altı tarafı deniz. Neyse ki denizin enerjisi çok yüksek de bu kadar küçük bir yer üç milyon insana yetiyor. Yüksek binalar ve oldukça karmaşık bir hayat sistemi var ve bütün bunları hesaba kattığımızda aslında enerji üç milyonun da altında insana yeter ama haydi bu kadar diyelim.

Oysa, İzmit’e, Tekirdağ’a akşamları dönenleri saymazsak gündüz saatlerinde 20 milyon kadar insan enerji tüketiyor bu şehirde. Geceleri ise -otellerde konaklayanları da hesaba kattığımızda- yaklaşık 17-18 milyon insan uyuyor burada.

Bu durumda bizler gereksinme duyduğumuzun altıda biri kadar enerjiyle yaşamımızı sürdürüyoruz demektir. Bu nedenle herkes mutsuz, hüzünlü, birbiriyle kavga halinde.

Bütün bu olumsuzluklara karşın, dünyanın diğer metropollerine baktığımızda İstanbul, kriminalitenin en düşük olduğu kentlerden biri. Bu da bizim Şamanik enerjimizden kaynaklanıyor. Şamanik enerjimiz çok güçlü bizim. Buraya New York’u ve oradaki düşünce modelini taşıyalım, burası biter.

İnsan bedeni oldukça ciddi miktarda enerji üreten bir makine. Canlı,yaşayan bir enerji bu. Buna karşılık binalar atomların deviniminden ortaya çıkan daha düşük titreşimli bir enerji üretebiliyorlar. İnsan bedeni de, binalar da bu enerjiyi üretecek devinime ulaşabilmek için yine çevredeki “yaşam enerjisi” kaynaklarından yararlanıyorlar.

Böyle bir şehirde yaşarken, enerjisel açıdan baktığımızda, görünen o ki var olan enerji biz insanlara bile yetmiyor. Enerji üretiminde kısıtlı olan binalara nasıl yetsin?

Bu arada kısa bir ara not: Mekanlar hem enerji üretiminde verimsizdirler hem de insanlar gibi çevrede bulunan diğerlerinden enerjiyi emerek çalmazlar. Bu nedenle içinde yaşanan binalar, insanların üretip çevreye yaydığı enerjilerden doğal olarak desteklendiklerinden, metruk binalara göre daha uzun ömürlü olurlar. İçinde yaşanmayan binalar olağandan çok daha kısa zamanda eskirler.

İnsanlar ise pek çok çeşitli yöntemlerle enerjilerini arttırabilir, bu açıdan Şehr-i İstanbul’u da güçlendirmekte önemli bir rol oynarlar.

O zaman kalabalık olması şehre katkıda bulunuyor diyebiliriz, öyle mi?

Tam olarak öyle denemez, yine de aksi de söylenemez. Yüksek ve var olan nüfusa yetecek sayıda binaların olması, şehrin altından gökyüzüne doğru ilerlemesi gereken küresel enerjiyi boğup yolunu kesiyor. Bu yüzden insanlar dişil ilke ile yüklü olan bu enerjilerden yoksun kalıyor. Bunun yanı sıra gökyüzünden yere nispeten rahatça inmekte olan eril prensip soğutulup sakinleştirilemiyor. İnsanlar bu eril ilkeden olağandan daha fazla etkilenip öfkeli, kızgın ve kırılgan varlıklara dönüşüyorlar.

Bu kızgınlık ve öfke duyguları dönüştürülebilse olumlu alanlarda kullanılabilir. İnsanların pek çoğu farkında olmadan bunu yapıp, şehrin eksik kalan yerküre enerjisi yerine, bu enerjiyle şehri destekliyor. Yine de bunu yapabilen insan sayısı az. O yüzden, bu hal uzun vadede suç oranını arttırıcı etki yaratıyor diyebiliriz.

Bu durum sakıncalı görünüyor. Bunu engellemek için daha çok insanın desteği gerekiyor anlaşılan. Peki insanlar enerjilerini nasıl arttırırlar?

Pek çok yolu var elbette. Örneğin derin nefes almak. Doğru biçimde diyafram nefesi almak, başta enerji seviyesini yükseltmek ve birikmiş toksinlerden, azottan arınma konusunda büyük destek sağlar. Beden ne kadar toksinden arınmışsa o kadar az enerji tüketir, hatta üretir. Derin nefes alırken içine yaşam enerjisi çektiğin de cabası olur.

Ancak çoğu insan bunun yerine, nefes alırken çevrede bulunan canlıların enerjisini soğuruyor. Bunu isteyerek yapmıyorlar. Bu doğal olarak gerçekleşiyor. Özellikle birisini kızdırdığınızda onun zayıflayan enerji alanından kendi alanınıza ciddi miktarda enerjiyi alabilirsiniz.

Elbette bu olumlu bir yaklaşım değildir. Biz buna tabiri caizse “enerji çalma” diyoruz.

Ben de diyorum ki, başta meditasyon, dua ve nefes teknikleri kullanmak ve sonra da yaşanılan alanların enerjisini dengelemek/dengeletmek şehrin ve buna bağlı olarak üzerinde yaşayan tüm canlıların enerjisini yükseltmeye destek verir. Teorik olarak her türlü enerji blokajı temizlenip dengelenebilir ve ben de bunların bir kısmına –yapabileceğimi bilerek- talibim.

– Teşekkür ederim ZSG. Sana kolay gelsin, başarılar diliyorum.

– Ben teşekkür ederim Sevgili Aycan ve tabii Hasan Sonsuz Çeliktaş ve dahi DerKi.

Aycan Aşkım Saroğlu

İngiliz Dili ve Edebiyatı Mezunu. Hürriyet Vakfı'nda gazetecilik eğitimi aldı. Sırasıyla TV'de 7 Gong, Hürriyet Dış Haberler, Gezi Traveler, Aktüel dergilerinde; Akşam ve Habertürk gazetelerinde çalıştı. Tam 15 senelik gazeteci, doğduğundan beri spritüel. "Kum Saatinden Ezoterik Manzaralar" adında bir kitabı mevcut. Yay burcu.