Malumunuz tüm yaratılışın temel yapı taşı atomlar. Atomlar da proton, elektron ve nötronlardan oluşmakta. Hepimiz belirli frekanslarda titreşen atomlar ve aslında fotonlarız.  Yaşamın kaynağının Sirius yıldızından geldiği söylenir birçok inanışta ve bu yıldızın Türk kültünde adı da “Demir Kazık” yıldızıdır. Bildiğiniz gibi demirin atomik cetvelde ki sembolü de “Fe”dir ve aynı zamanda vücutta demir eksikliğinin yaşamsal ciddi birçok olumsuz etkisi vardır. Farsça Fe’r kelimesi de “ışık” (nur) demektir. Yaşam enerji eksikliğini de eskiler “gözünün fe’ri sönmüş” yani aslında ışığın azalmış diyerek belirtirler. Bir bakıma bu söz; “titreşimin düştü” demektir.  Ne kadar ilginçtir ki Arapça’da ise “fer” Bir’in parçaları ve ana parçadan ayrılmış kollar demektir. Bu açılıma göre, alınan her nefesin Demir Kazık (Sirius) yıldızından gelmesi ve doğru titreşimle aldığımız her nefeste bizi hayatla doldurması son derece olası değil mi? Alınan her nefes göze  Fer, öze de Nurdur. Bu arada tepe çakramızı temsil eden Esmanın adı da yine Ferd’dir. Tüm bunlar rastlantı mı? Belki de, belki de değil…

Bilimsel olarak çeşitli teorilere dayandırılan bir konu var ki, o da tüm kainat, hologram olarak tek bir kaynaktan yaratılmıştır; yani aslında belki de tek bir atomdan. Belki de bu baş atom, altta bölünmüş ve buradan diğer alemler, galaksiler, yıldızlar, gezegenler ve canlı-cansız tüm varlıklar yaratılmış. En basit anlatımla hologram teknolojisi; tek bir parçadan tüm parçanın yaratılabilecek olmasıdır. Hz. Ali’nin; “Zerresin ancak tüm kainata gebesin” sözüyle ne kadar örtüşüyor değil mi? Yani elimizde böyle bir teknoloji olsaydı eğer; tek bir su damlasından okyanusu, insanın tek bir hücresinin atomundan, tüm kainatı yaratabilirdik. Biz de böylesi bir teknoloji yok. Peki kim de var? Tabi ki Yaradan da. Bazıları O’na Allah der, bazıları yüce ruh, bazıları büyük mimar, kimileri sistem, kimileri de doğru ifade edemediği için ya da kendine itiraf edemediği tepkisel bir çabayla “rastlantı” der.

Ancak kim ne derse desin Bir güç; tüm kainatı birbirinin içinde kodlanmış ancak ayrı birer atomik yapı olarak yaratmıştır. Yaratılışın özünde var olan bu atomik yapıların birleşeni de yine başka tek bir yapıya gitmektedir; sıvıya yani SU’ya. Bu kodlamanın sırlanarak yazıldığı ilahi madde Su’dur. Su dünyanın, bizlerin ve kainatın temel yapı taşıdır. Sıcaklığa bağlı olarak 3 hale de girebilen tek madde olan Su, aslında bu özelliği ile bile yaratılış sırrını haykırır; duyabilene. Burada Yaratılış sırrına yönelik derin bilimsel tartışmalara girmek istemiyorum; zira haddim değil ve benim sınırlarımı aşıyor. Ancak okumak ve öğrenmek hepimizin yaşam borcu.

Peki şimdi hepimiz tek Bir kaynaktan, yani ana bir atomdan ruh bularak Yaratılmışsak, aslında hepimiz tek bir Bilinç’ten yaratıldık ve aslında tek bir Bilinci temsil ediyoruz. Yani Su atomunda yaratabileceğin kainatla, insan atomundan ya da bitki atomundan yaratabileceğin kainat aynı. Çünkü her varlıkta ki atomun ağırlığı aynı ve atomların içinde ki elektronlar ile protonların birbiriyle olan orantısal ilişkisi de hep aynı temel sabite. Tıpkı Allah’ın ayan-ı sabiteleri gibi, tüm yaratılış aslında yok hükmünde olup, tek bir varlığın yansıması adeta gölgesidir. Bu da bizim; her ne kadar farklı dna dizilimlerde olsak da, aynı kaynaktan gelerek, tek bir kaynak kod ile yazıldığımızı (yaratıldığımızı) gösteriyor. Bu da yine aslında tek Bir Bilinç ve hatta tek bir kader olduğunu söylüyor bize. Bana göre Yaradan’ın sonsuz olan isimleri ve dolayısıyla da tarifleri arasında en güzellerinden biri de bu; Bilinç. Bu salt bilincin her insanda farklı tezahür etmesi de mümkün değil, hatta tüm yaratılışta aynı şekilde tezahür ediyor. Dünyamızda insan dışında diğer tüm yaratılmışlar, sürekli ve her an Allah’ı zikreder derler Tasavvufta; bu aslında, tüm Yaratılış her an programlandığı koda ve frekansa uygun olarak sürekli titreşir demektir. Yani hiçbir ağaç bugün ağaç olmayayım, çiçek zamanı geldiğinde canım istemedi bugün açmayayım, güneş ben bugün doğmayayım demez. Hepsi programlandığı frekansta titreşirler ve Yaratılışta ki rollerini en mükemmel şekilde oynarlar. Bir tek insan, sahibi olduğunu sandığı bilincini Yaratıcısıyla arasına sokar, benlik yarışına girer. Bu tür düşük titreşim seviyesinde olan insan her an zikirde olmaz, yani programlandığı yaşam amacına uygun olarak yaşamaz ve farklı titreşimlerde frekanslara girer. Titreşimin bozulması da ruhsal ve fiziksel rahatsızlıklar doğurur. Meditasyon, dua ve sair tüm spiritüel çalışmaların yegane amacı da budur; titreşimi yükseltmek. Titreşimimizi yükselttikçe de aslında bilinç seviyemiz değil, farkındalığımız artar. Zira tek bir Yaradan olan inanç sisteminde (Tasavvufta Tevhid ve Vahdet-i Vücud) varlık tektir ve o da Yaradan’ın varlığıdır. Yaratılışta ki varlığın tek olma sebebinden dolayı da, insanlar hatta tüm yaratılmışlar arasında bilinç farkı olamaz, yalnızca farkındalık farkı olabilir. Farkındalığı yüksek olan insan, Birliği ve Bir’i anlamaya başlar. Anladıkça da daha sorumlu, daha duyarlı, hayranlık ve Aşk ile yaşamaya başlar. Bu farkındalık seviyesi yükseldikçe de; aslında bunlara siz çakralar ya da nefis mertebeleri de diyebilirsiniz; Birey yok olmaya ve İnsan-ı Bir’e varmaya başlar. İşte Hz. İnsan da budur; doğru Hertz de; ki kısaltılmışı Hz’dir; titreşen İnsan yani İnsan-ı Kamil’dir.

Sonuç olarak insanlar arasında ya da insan ile tüm kainat arasında bir bilinç seviye farklılığı değil ancak farkındalık seviye farklılığı vardır. Allah insana kendi ruhundan üflemiş yani kendi atomundan, fotonundan, ışığından vermiştir. Bu ışığın içinde tüm kainatın kodlaması yapılmıştır. Bu da “Adem’e tüm isimlerini öğretti” ayetinin bilimsel olarak hayata geçmesidir. Yani Hz. İnsan olabilen ve farkındalığı yüksek olan insanın atomlarında daha doğrusu dna’sında tüm bu sırlar yazılıdır.  Fark ettiğimiz anda ise bu sırlar artık açılmaya ve insan kendi hakikatini yaşamaya başlar.

Bu sebepten İnsan bu bilinci fark ettiği sürece, diğer Yaratılandan ne üstün ne de alçaktır. Tüm Yaratılış Öz’ü gereği eşit ve Bir ancak farkındalık seviyesi ile yapısal farklılık gereği aynı değildir.  Bu sebeptendir ki Yaradan İnsan’a ilk emir olarak Oku demiştir. Daha ortada yazılmış bir kitap yokken Oku denmesi, okunacak olanın vücut ve kainat kitabı olmasından ve bu okumanın da sahip olunan o Tek bilincin fark edilmesi gerekliliğindendir. Oku ki fark et, fark et ki doğru titreş, doğru titreş ki kaynak menzile varabil.

Bilinci fark edip, bu bilincin tün kainatta tek olduğunu anlayıp, farkındalığımızı her aldığımız nefeste artırarak, titreşimimizi yükseltmemiz gerekiyor. Bizler beden olarak ölümlü ancak ruh olarak yani ışıksal ya da atomik yapı olarak ölümsüzüz. Bedenimiz öldükten sonra bir dönüşüm içinde gireceğiz. Vücudumuz toprağa karışarak başka bir formda yaşamaya devam ederken, ruhumuz yani atomlarımız da geldiği yere dönmek isteyecek; yani kaynağa. Hepimiz O kaynaktan geldik ve O’na döneceğiz. Ancak bunun gerçekleşmesi için yine bir fizik kuralının yerine gelmesi gerekiyor; eş titreşimde olmak. Yani yaratılış anımızda sahip olduğumuz o saf bilinci fark edip, kaynak atom titreşimine çıkabilirsek, tekrar o ana yaratılış atomuna dönüş yapabileceğiz. Titreşimimiz yeteri kadar yükselemezse ne olacak peki? Nereye kadar çıkabilirsek o olacağız; belki bir yıldız, belki bir gezegen ya da bir galaksi; ya da bilmediğimiz yüksek titreşimli bir varlık ya da belki tekrar bir insan. Eğer insanın titreşim seviyesinden de aşağıda kalırsak, bu durumda bir bitki ya da hayvan.

İnsan kozmik bir potansiyel olarak (Olmak için) yaratıldı ve bu bedensel deneyimin sonunda ki nihai dönüşüm (Ölmek) için bu dünyada. Bu yüzden dostlar, olumlu düşünelim, güzel sözlerle konuşalım, karşılık beklemeden iyilik edelim ve bir şekilde titreşimimizi yükseltmeye bakalım. Yükseltelim ki, içimizde sırlı olan program doğru çalışsın ve bedensel ölümümüz gerçekleştiğinde, Olmuş olarak varmamız gereken menzile kolayca varabilelim ya da en azından bu sefer ki deneyimde kaynağa yaklaşabilelim. Bir gün kaynakta buluşana dek, sevgiyle kalın ve Aşk ile yüksek titreşin.

Yunus Emre Berk

Yunus Emre, 1976'nın karlı bir Ocak sabahında, İstanbul’da doğdu. Çocukluk yıllarında başladığı “niye” sorularına, daha sonra “neden” i eklemiş, evrende özüne doğru çıktığı bu seyahatte kendi kitabını okumaya, hep dinlemeye ve izlemeye niyet etmiştir. Geçimini hukuk danışmanlığı yaparak sağlamaktadır -çok şükür- asıl işi ise “3H” dir: Haddini Bilmek - Hizmetini Bulmak - Hakkını Vermek. Kendini keşif ve hizmet yolculuğunda Mevlevi, Sufi, Şaman ve Budist Hocalar ile çalışmış, UCLA’den Mindfulness/Meditasyon eğitimleri almış ve çok sayıda inzivaya katılmıştır. Çok değer verdiği ustasının inisiyasyonuyla Reiki Master’ı da olmuştur. Tüm bunların ötesinde ise halen ve aslen, Rab sisteminde öğrenmeye ve eğitimine devam etmektedir. Adını taşımaktan gurur duyduğu Yunus Emre gibi; her yaratılanı Yaratan’dan ötürü sever ve Olmak için ölmeden önce ölmeye çalışmaktadır.