Zamansızlığı anlayamayacak olan bir düşünüşü, tüm evrenle bir olmaya iten nasıl bir güdüdür ki? Sonlu ya da sonsuzu anlayamayacak bir makine (beynimiz) niçin genişleyerek kendini geride bırakmak istesin?
Görünüm: bi anlık imgelem, sonra geçerdi hepsi nasıl olsa.

Zamansızlığı anlayamayacak olan bir düşünüşü, tüm evrenle bir olmaya iten nasıl bir güdüdür ki? Sonlu ya da sonsuzu anlayamayacak bir makine (beynimiz) niçin genişleyerek kendini geride bırakmak istesin? Tüm bu güdülerin aynı kaynaktan gelmesi acıklı değil mi? Sadece bu sorularda bile tüm endişelerimizi, tüm korkularımızı geride bırakmaya yetecek kadar kanıt var aslında. Endişelenecek bişey yok. Sakinlik. Dinginlik. Huzur… Peki ama neden bunca yükün altına seve seve girmek, neden bu arayış…

Aydınlanmada olağan üstü birşey yok. Doğanın ötesinde bir yan, doğanın üstünde bir kavram yok. Belki yol denilen şey, alabildiğimizce bilgiyi alıp sonra da çok ama çok çok basite ulaşmanın gizli bir kod adıdır. Belki de yaşantımız boyunca eleştirip durduğumuz komşumuzun aslında biz olduğumuzu anlamaktır. Bilgelik yolunun zaruri elementlerinden kabul edilen meditasyonlara başlamadan, hatta buna ait herhangi bir kelime bile öğrenmeden önce kendimizi nasıl dinlendirdiğimizi nasıl rahatlattığımızı hatırlamaktır belki de. En çocuk yanımızın nabzına bakmaktır, hala yaşıyor mu diye. Şekilcilikten ya da öğretiye zamanında kendi yorumlarını katanların şekilciliğinden etkilenmemektir. Her şeydeki güvencesizliği bilmemize rağmen, dünyanın herhangi bir yerinde kendimizi “evde” hissetmemizdir.

Sadece bize ait bir yol vardır mutlaka. Ve bu yol doğrudur, bize ait olduğu için, ve herkesin, önceden belirlediği görevini yerine getirecek kadar dünyasal zamanı vardır. Asıl soru görevi almadan önce yürüdüğümüz yola bakarken hissettiklerimizdir.