Zaman kaderdir dünyadan geçerken. Seneler, zaman içinde bağlıdır birbirine. Tüm deneyimler, sessiz bir uykudan uyanmak içindir adeta. İnsan ruhu, zincirlidir birbirine görünmez iplerle. Zamanın içinde bağlıyız. Seneler evvel, adeta yazılmışçasına yaşanacağına inanılan bir hikayenin gerçek oluşu, bir insanın başka bir insan suretinde kendini buluşu, zamanın görünmez zincirlerinin o iki insanı incecik bir tılsımla seneler sonra birbirine ulaştırışı hep bundandır.

İmkansızın gerçek kılınışıdır mucizeler Tanrı katında.

Şimdi diyeceksiniz, bu kız bunları neden, nasıl yazıyor?

Ne biliyor?

Benim de var bir gizli bildiğim elbet dünyadan geçerken.

Duru bilişe sahip olduğumu fark ettiğim günden bu yana, hep bir tatlı gizem taşıdı hayat içinde benim için. Hep bir güzel “ikinci şans”, hep bir “yeni kapı” demekti her bir yol ayrımı.

İnsan erdemleriyle yaratılmıştır. Doğum, ölümün başlangıcıdır ya hani. İşte uyanış da, yaşamın başlangıcıdır. “Neden olmuyor” dediğiniz her şey anda “şer”, zamanda “hayır”dır sizin için. Şimdi bu cümle derin. Üzerinde biraz düşünün derim.

Gelin konuşalım bir ara, sohbet güzeldir ruhu bilenle çünkü. Zamana inanan, hayatı iredeleyenle güzeldir sohbet.

Bazen, ne yaparsan yap olmaz. Zorlama hayatı. Bırak, olacağına varsın. Olacak güzeldir sen görmesen de. Bilim der ki “insanın istekleri ve ihtiyaçları ayrıdır birbirinden.” Needs and wants der buna yabancılar. Karıştırmayacaksın ihtiyacını egonun sesiyle. İsteklerinin hayrı ancak kaderde yazılı kadardır çünkü. Son hızla gitmek güzelken, freni patlamış bir araç ölüme götürür mesela yolun sonunda. Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinin evrimi de hep bu değişken havalar yüzünden zaten. Dünyaya uyum sağlama çabası, materyalizmde var olabilme mücadelesi evriltti Maslow’u da. Biz de öyle yazmaya, anlamaya, üretmeye çabaladık insanca.

Dünya içinden geçtiğimiz sistemde acı çekiyor. Acılarımız bir diğerinden pek de farklı değil. Akşam saat 5’te günü 5 TL ile kapatan esnaf hepimizi taa içeriden bir yerden acıtıyor mesela. Başkasının pek de dokunamadığı bir derinlik o. Ya da hukuksuzca içerde yatan, dava kaybeden bir adalet bekçisi… Aynı yerden mühür basıyor kalbimize. Hepimiz avaz avaz bağırarak çılgınca susuyoruz.

Gün içinde tuz basılan milyonlarca yaraya uzaktan bakarken, eğitilmiş çaresizler olarak birşeyler değiştirmek için çırpınıyoruz. Umudumuz, umudun ta kendisi oluyor hal böyleyken.

Sonra Nietzche dönüyor köşeden, o ağlıyor halimize sessizce. Biz gülerek yaşamaya çalışırken, “Yaşamak için bir nedeni olan herkes, her sıkıntının üstesinden gelebilir.”diyor.

“Yaşamak, acı çekmektir. Hayatta kalmak ise, bu acıda bir anlam bulmaktır. Doğrular ve yanlışlar yoktur, sadece yorumlar vardır.” diyor. Biz susuyoruz, o konuşuyor. Zaten Che de boşuna dememiş, “Gerçekçi ol, imkansızı iste!” diye haykırırken. Çünkü hiçbir imkansız Tanrı var olduğu sürece o kadar da imkansız değildir. Sistemin içinde kaybolmayalım yeter.

Sözün özü, uyanışla başlıyor her şey. Dünyada aracı olduğumuzu anladığımız her an, sahip olduğumuz bilinçle dönüştürebildiğimiz an, uyanıyoruz kör uykudan. Egoyu bilgiyle dövüp, ruhlarımızı erdemlerle eğitebildiğimiz zaman uyanıyoruz ve de.

Uyanış, bir adımla başlıyor sıklıkla. Kabullenmek. Olanı, biteni, kalanı, gideni… Yaşamı kabul edip içinde aktığında, “ol”uyorsun, dönüşüyorsun, dönüştürüyorsun. Birbirimize teğet geçmek, aynı yerde büyümek o kadar da zor değil. Ruhunuz uyanıp büyüdüğü sürece, hiçbir şey imkansız değil.

Damla Aktan