Terör ve terörle birlikte yaşamak ülkemiz için pek de alışılmadık bir durum değil ne yazık ki. Fakat Dünya çapında yaşanan terör olayları, özellikle de 11 Eylül sonrasında yaşanan ardı ardına büyük terör eylemleri, artık başka ülke vatandaşlarını da tıpkı bizler gibi terör ve terörle yaşamaya alışma noktasına getirmekte. 11 Eylül olayı, İspanya’daki bombalanan trenler, Kuzey Osetya’daki okul katliamı, İstanbul HSBC Bankası ve Neva Şalom olayları ve bunların arasına sıkışan irili ufaklı birçok eylem… Terör ve yaşanan olayların tabii ki incelenmesi ve tartışılması gereken birçok yönleri mevcut ki zaten Dünya bu olayları tartışıyor sürekli. Ben sadece aynayı spritüel camiaya bir çevirmek istiyorum. Daha sonra da sevgili hocam Ahmet Taner Kışlalı’nın “Siyaset Bilimi” derslerinde bize “terör” hakkında anlattığı bilgileri kısaca paylaşacağım sizlerle…

Spiritüel bilgileri okuyup ayılıp bayılmak, mutluluktan uçmak ve sonra da birbirine forward edip karşılıklı birbirini tatmin etmek son derece kolaydır. Ama esas durum gerçek bir olay karşısındaki tavırlarda görülür. Spiritüel konular ağırlıklı e-mail gruplarında son zamanlarda sıkça yaşanan terör olaylarından sonra gelen mailleşmelerde genelde iki yönelimin önplana çıktığını gözlemledim: Ya lanet okuma, ya da büyük bir şok ve üzüntü içinde yazılan çoğu bol kanal bilgisi sosu serpilmiş mesajlar.

Arkadaşlar hani evrende olan herşey mükemmeldi ve olması gerektiği için yaşanıyordu? Hani bu tarz olayların olabileceğini belirten mailleri birbirimize forward ederken, o bilgilerde bize önerilen “olacak olan her neyse, biz dengemizi koruyarak olduğumuz yerde duracaktık” ve bu bilgilerin güzelliğiyle mest olup kendimize sözler veriyorduk?

Daha da geriye gidelim, hani 95’li yıllarda gelen bilgilerde “hasat” olacağı ve sadece titreşimi yüksek olanların dünyada kalıp yeni dünya düzenini kuracağı söyleniyordu da bizler o kişilerin bu bilgileri bilenler olduğunu düşünüp, “yeni dünya düzeni”ni bizlerin kuracağına inanıyorduk?

Ya da yaptığımız onca ışık gönderme, çapalama, gübreleme temizleme faaliyetleri sonucunda herşey hani daha da güzel olacaktı?

Hani herkes panik ve korku içindeyken, bizler olanlara karşı metanetimizi koruyup onlara “doğru yolu”, “gerçeği” gösterecektik???

Ne oldu hani bizim o eşsiz bilgilerimize, o nötr duruşlarımıza, o korkunun etkisini en aza indirmiş benliklerimize, o yol gösterici kişiliklerimize, o birleştirici özelliklerimize???…

Bir olayın ardından yağan lanetin haddi hesabı yok. “Nasıl yapıyorlar bunu anlamıyorum?”lar siye şaşkın şaşkın bakanların da.. Hu huuuu biz halen dünyadayız hatırladınız mı ve dünyada böyle şeyler var ve olmaya devam edecek de… Kimsenin de gelip göklerden bunu değiştirecek durumu yok, bir şeyleri değiştirebilme gücünü taşıyan bunca varlık da dünyada iken…

 

Peki ne yapacağız?

Bir kere “teröristler de sevgiyle kucaklayalım, onlara ışık şifa gönderelim” gibi tavırlar bana hiç gerçekçi gelmiyor hayalperestlikten öte. Olayın derinine indiğinizde zaten herşeyin BİR olduğu ve olan her şeyin olması gerektiği durumu vardır, ama ben şu anda kimsenin bu kadar derin bir içgörüye ve hoşgörüye sahip olduğunu düşünmüyorum tanıdıklarım veya okuduklarım arasında. İçsel görüymüşçesine yazıların çoğunda da ya spiritüel papağanlık ya da korkusunu bastırmışlık mevcut.

Ayrıca şunu da kabul etmemiz şart ki bizler tüm kimliklerimizin ötesinde İNSAN’ız ve insanların duyguları, güçlü ve zayıf yönleri vardır. Spritüel bilgiler kişiye herşeyden önce kişinin kendisine, çevresine, yaşamına vs. daha geniş bir açıdan bakabilmesi için gereken keskin gözlem ve içgörüyü kazandırma potansiyeli açısından önemlidir ki benim burada spiritüel bilgi olarak kastettiğim felsefe, dinler tarihi, sosyoloji, mistisizm, psikoloji, biyoloji, kanal bilgileri vs. hepsinin bir arada harmanlanması sonucu ortaya çıkan insanının “kendini tanıma” bilgisidir. İnsan bilgilendikçe kendini tanımaya başlar ve güçlü yönlerini olumlu kullanabilme, zayıf yönlerini geliştirebilme şanslarını da yakalar gözlem gücüyle birlikte. Bunun içinde mutlaka kendine canını acıtabilecek kadar dürüst olması ve aklını kullanabilmesi şarttır. Diğer türlü sadece bir “copy-paste” insanı olmaktan öteye gidemez ve karşısına çıkan ilk sorunda (ki mutlaka çıkacaktır) aynen çöker gider. Sorunlar eninde sonunda çıkacaktır ama o sorunları aşacak gücünün de olduğunu anlayan insan, paniklemez ve paralize olmaz. (Ha tabii ki ürkecektir, korkacaktır, acıyacaktır canı sonuçta bizler insanınz ama şu da var ki cesaret, hiç korkmamak değil; korkusuna rağmen hareket edebilme gücüdür.)

Bugün şirketlerde kriz yönetimi bölümü boşu boşuna yok ve ilk krizde kriz masasındakiler “eyvah şimdi napacağız, hani bu kadar güçlü bir şirkettik neden başımıza geldi, allah belasını versin” tavrına girer paralize olurlarsa şirket bu sefer harbiden çöker. Ulan sen orada “kriz masası”sın sonuçta, şirket eninde sonunda başına böyle olayların gelebileceğini bildiği için kurmuş seni ve güvenip koymuş oraya ama seni krizden çıkartacak bir masa lazım. İşte “kendini tanımak ve gücünün farkına varmak” da bir nev’i hayatın içindeki kriz yönetimi masasında doğal görevliliği getirir bence. Çevredeki herkes paniklemiş ve korkuyla kaçışırken önce “Olan oldu, şimdi ortalığı nasıl toparlayabiliriz ve düzenleyebiliriz”i olay anında düşünüp eyleme geçen, daha sonra da yaralar sarılırken “neden oldu bunlar acaba ve bir daha olmaması için neler yapabiliriz”i düşünen insanlara ihtiyaç var dünyada. Ha bu insanların karşısına çıkabilecek bir zorluk da, panikleyen insanların onun sakinliği karşısında “sen neden paniklemiyorsun?” sataşmaları karşısında halen sakinliğini koruyabilme yetileridir ki kaçımız bunları yapabilecek düzeydeyiz bilemiyorum.

 

Şurası da var tabii: Ateşin düştüğü yerdeki insanlara, olaylarda yaralananlara; yakınlarını kaybedenlere bunları tabii ki söyleyemezsin ve tabii ki de olaylardan hepimizin canı yanıyor ve üzülüyoruz çünkü sonuçta insanız, ama işin şu noktası da var ki herkes “vah vah”modunda paralize olacaksa esas o zaman o eylemler esas amaçlarına ulaşıyorlar ki Ahmet Taner Hoca’nın notlarında da terör eylemlerinin esas amacının kişileri öldürmekten öte insanları korku ve dehşete düşürmek olduğunu belirtiliyor (bkz. Aşağı satırlar)

Bu noktada korkunun etkilerini bunca okuyan ve metanet noktasında durmanın önemini bilen “spiritüel” kişiliklerin –yaşanan son olaylar çok büyüktü ve etkilenmemek imkansızdı tabii ki de- en ufak olay karşısında bile paniklemeleri, halen “uygulanması gereken” çok şeyin olduğunun göstergesi ve dönüp kendimize daha acımasızca dürüst olmamızın gerekliliğinin de. Bunu derken ben birçok şeyi çok başardım da eleştiri getiriyorum anlamına gelmesin sakın. Sadece içinizden biri olarak kendime de tekrarlayarak bunları söylüyorum, çünkü benim de daha çoook uygulamam gereken bilgi mevcut.

Bu olaylar karşısında toplum tepkisini gösteriyor çeşitli eylemlerle ve böyle olayların çok yönü vardır üzerinde durulması gereken. Ben sadece kişi olarak öncelikli kendi üzerime düşen görevleri belirtmek istedim dışarıdaki birçoklarına göre kendini bu kadar inceleyen ve bu kadar gözlem yapmaya çalışan biri olarak. Hadi onlar bilmiyorlar ve böyle davranıyorlar; sen onca bildiğini düşündüğüne rağmen ne diye böyle davranıyorsun demezler mi adama ki dışarıdaki “bilmeyenlerin”, bildiğini iddia edenlerden çok daha “bilgili” davrandığı durumlar da mevcuttur hani…

Dönüp bir kendimize bakalım ve dünyadaki karanlık enerjiye yaptığımız katkıları inceleyelim, önce kendi içimizdeki bakamadığımız karanlık noktaları inceleyerek (Karanlıklar, onlara bakma cesareti gösterdiğimiz anda aydınlanır). Sonra halen kabul edemediğimiz gücümüze ve değerimize bir göz atalım ve krizler karşısında kullanabileceğimiz, ama üzerinde konuşmaktan zevk almaktan öteye gidemediğimiz aletlerimize de ele alamıyorsak bile en azından göz atalım. Önce içimizde kendimize karşı yarattığımız terörü bir sona erdirelim ama bunu yaparken çok dürüst olalım. Bunu gerçekleştirdiğimiz de dünyanın kaotik enerjisini besleyen bir ruh daha azalacak ve dengeleyici tarafa geçecektir (1 ruh 1 ruhtur).

Krizler karşısında paniklemeden, korkumuza rağmen hareket etme ve aklımızı kullanabilme gücümüzü yaşayalım. Böyle böyle birşeyler değişimine katkıda bulunur yaşadığımız dünyanın bence. Yoksa sabah akşam otur meditasyon yap, ışık göndermekle falan sadece bir yere kadar gidilebilir. (Bunlar gereksizdir demiyorum yanlış anlaşılmasın. Kesinlikle iyi niyetli faaliyetlerdir. ama sadece bir özel gün de enerji gönderen biri olmaktansa, hergün dünyanın üzerinde adımlar atan “sevginin ve huzurun kendisi” olmak daha faydalıdır diye düşünüyorum)

 


Ahmet Taner Kışlalı’dan Terörizm Üzerine…

 Sevgili hocam Ahmet Taner Kışlalı, bizlere İletişim Fakültesi’ndeki derslerinde “Terörizm”i uzun uzun anlatmıştı. Hatta sınavında da sormuştu. Son zamanlarda gelişen olaylardan sonra onun anlattıklarını hatırladım ve sizlerle paylaşmak istedim.

…………..
Latince kökenli ‘terör’ sözcüğü ‘büyük korku’ ya da ‘korkudan titreme’ anlamında kullanılır. Toplumun -ve dolayısıyla topulumu yönetenlerin- direncini kırman için ‘ortak korku yaratmak’, daha doğrusu ‘dehşet salmak’ amacına yöneliktir.

Terörizm, ‘zayıf’ olanın seçtiği bir tür ‘siyasal şiddet’ biçimidir. Terörist -zayıf olduğu için- kendini gizler. Beklenmeyen bir anda ve beklenmeyen bir yerde ‘vurup kaçmaya’ çalışır. Çünkü devletin güvenlik güçleri, sayıca ve silahça kendinden üstündür.

“Adi şiddet”te, amaç bir varlığa zarar vermek ya da onu yoketmektir. Oysa terörist için şiddet bir amaç değil ‘araç’tır. Örneğin sıradan bir katil, bir insanı ‘ölmesini istediği için’ öldürür. Terörist içinse, önemli olan o insan ya da insanlar değil, onları öldürdüğü zaman toplumda yaratacağı etkidir. Bir trene bomba koyduğunda, trende kimlerin olduğu, ölecek olanların kimliği ‘doğrudan’ bir önem taşımaz. Bu nedenledir ki; şiddetsiz terör olmaz, ama her şiddet de terör değildir. Atilla Yayla’nın da altını çizdiği gibi; terör eylemlerinde, psikolojik sonuçlar, fiziksel hedeflerden çok daha önemlidir.

Terörizm, ‘hesaplı’ bir şiddettir. Amacı olabildiğince çok insan öldürmek değil, kitlelerin ‘eylemlerinden etkilenmesini’ sağlamaktır. Kitlelerin ‘dehşete’ kapılmasını, bir umutsuzluk içinde ‘teröristin isteklerine boyun eğilmesi’nden başka çare olmadığını düşünmesini sağlamaktır (s.36-37).
……………
”Teröristi yönlendiren bireysel etkenler nelerdir? Terörist “gerçeği” nasıl algılar?

Bir kere terörist genellikle kendisini bir “saldırgan”dan çok bir “kurban” olarak algılar. Şiddetin asıl sorumlusunun “düşman” olduğunu; şiddet eyleminin bireysel bir “tercih” değil, tarihsel bir “zorunluluk” olduğunu düşünür. Kendi özgür iradesi dışında, yüce bir otoritenin askeri olarak hareket ettiğine inanır. Yoldaşları öldürüldüğü ya da tutuklandığı zaman, kendi yaşadığı ve özgür olduğu için “suçlu” hissedebilir. (s.41.)
…………….

Terörizme karşı ne yapmalı?

Terörizme karşı verilen savaşımda öncelikle göz önüne alınması gereken üç temel noktadan söz edilebilir:

1) Tek başına silahlı savaşım hemen hiçbir zaman terörü sona erdirmeyeceği gibi, terörün silahsız çözümü de yoktur. (Bir uzmanın deyimiyle “hiçbir ödün teröristi tatmin etmez”)

2) Gerçek dünya ile “teröristin dünyası” arasında büyük fark vardır. Teröristin inançları ile gerçek olaylar ve olgular arasındaki “çelişkiler” somutlaştıkça, teröristin direnci azalır.

3) Terör grubunun inançlarını değiştirmeye çalışmak yanlıştır. Ancak tek tek teröristler üzerinde etkili olunabilir. Bir bütün olarak grubun değiştirilebilmesi çok zordur.
Terörist’in istemlerini kabul etmek “şantaj”a boyun eğmek anlamına gelir. Ve yeni terörist eylemleri özendirmekten başka bir işe yaramaz. Ama silah ve şiddet karşısında  toplumun boyun eğdiğini göstermek ne kadar yanlış ise; terörü yaratan ortamın değişmesi için gerekli “demokratik” adımları atmaktan kaçınmak da, o ölçüde hatalıdır.

Resmi ya da özel kitle iletişim araçlarının terörizmle ilgili tutumu da, teröre karşı savaşımda önem taşır. Haberler doğrulara dayanmalı, ama şiddet eylemleri teröristlerin bir “başarı”sı ya da toplum açısından bir “panik” havasından sunulmaktan kaçınılmalıdır. Terörü en çok özendirecek anlatım biçimi ise, terörizmin bir “savaş” olarak nitelendirilmesidir. Böyle bir nitelendirme, teröristin kendisine ve “dava”sına olan saygısını arttıracaktır.

Teröristin direnme gücünü kıran iki temel etken vardır: Temel inançlarına yönelik kuşkular duymaya başlaması ve silahlı savaşımın başarısızlığa “mahkum” olduğu bilincine varması. Terörizmle ilgili haber ve yorumlar şu noktayı vurguladığı ölçüde -bu amaca yönelik olarak- etkili olurlar:

1)       Terörizm “masum kurbanlar”a zarar verir.

2)       Terörizmle hedeflenen amaca varılamaz.

3)       Barışçı yollar, siyasal amaçlara ulaşmada daha etkili ve saygındır.
 
Son olarak şunu söyleyebiliri: Terörizm, giderek toplumdaki “demokratik iletişim kanalları”nı tıkar ve bir kutuplaşmaya neden olur. Mantığın değil duyguların önplana çıktığı böyle bir ortamda, geniş kitleleler genellikle devletin yanında yer alır ve “en sert önlemler”in destekçisi kesilirler. Bu koşullar -özellikle demokrasi deneyimi az olan toplumlarda- “baskı rejimleri”nin oluşumuna çok elverişlidir. (s. 42 -43)

(Ahmet Taner Kışlalı, Siyasal Sistemler: Siyasal Çatışma ve Uzlaşma (4. Baskı), Ankara: İmge Yayınevi)

Hasan 'Sonsuz' Çeliktaş

18 Kasım 1976'da Mersin'de doğdu. Toros Koleji'ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'ne girdi. Fakültesini çok sevdiğinden mezuniyeti sonrasında oradan ayrılamadı ve asistan kadrosunda eğitim hayatına devam etti. 2005'te ise İzmir'e yerleşti. 2001 yılında "Sonsuzlukotesi" mail grubunu kurmasıyla başlayan yazarlık hayatı, önce 2002'de sonsuzlukotesi.com'u, daha sonra da 2004'de derKi.com'u kurmasıyla devam etti. Bir yandan da Cosmopolitan, Esquire, Yeni Aktüel, Zodiac, Akşam Brunch gibi dergilerde ve Akşam Gazetesi'nde serbest yazar olarak yazıları yayınlandı. 2011'de ise Anadolu topraklarından doğup Amazon.com'da yayınlanan ilk Türk Spiritüel dergisi "The Wise"ı oluşturdu. Halen yazmaya devam ediyor. Duru Sonsuz ile Özün Dünya'nın babası sıfatıyla onlara rehberlik yapmaya çalışıyor...