Bundan yıllar önceydi. Arkadaşımla karanlık bir sokaktan yürüyoruz. Çevrede bir sürü kişi vardı oturmuş. Ben onlara boş boş bakarak yürüdüm geçtim. Biraz sonra arkadaşım dedi ki “Olm sokağa bak her yerde ot çekiyorlardı.” Ben şaşırdım. “Nasıl yani?” dedim. Çünkü ben zerre bir şey algılamamıştım. Arkadaşım “Olm uyuyor musun, her yerde çekiyorlardı açıktan açıktan, nasıl görmedin?” dedi. Cidden görmemiştim. Algılamamıştım. Çünkü otun yani esrarın kokusunu tanımıyordum, içmemiştim, içildiği ortamlarda bulunmamıştım. Benim algımda buna dair hiçbir şey yoktu.

Duyu organlarımızdan veriler gelir, beynimiz bu verileri işler ve ortaya bir evren çıkartır. İşte bizler dünyayı böyle görürüz, bununla birlikte gördüklerimiz bilinçaltımızdaki verilerle eşleşir ve tepkiler oluşur. Böyle de algılarız. Eğer bilinçaltımızda o duruma dair hiçbir veri yoksa sıklıkla orada olan her neyse yanından geçer gideriz ve görmeyiz bile. Keza duyu organlarımızın algılayabildikleri de çok çok çok sınırlıdır. Mesela görme organımız, dünyada görebileceklerinin o kadar azını görebilir ki bu, Empire State Binası’nın yanında kum tanesi kadardır derler. Diğer tüm organlarımız için de geçerli bu. Bununla birlikte her birimizin duyusal kapasiteleri farklı olduğu için aslında hiçbirimiz dünyayı aynı şekilde görmeyiz. Mesela kadınlar, erkeklere oranla çok daha fazla renk algılayabilirlermiş. Ya da en basiti bir renk körünün gördüğü dünya, benimkisiyle kesinlikle farklı. Şimdi bu kadar görece bir dünyada, kendi gördüğümün, algıladığımın en doğru, en haklı da benim olduğumu iddia ederek, aslında kendimi çok neşeli bir durumda bırakıyorum. 

Gelelim bilinçaltı kısmına. Orası tam şenlik, genetikten gelenler var, bu hayatta yaşanmışlıklar var, çevreden aldıklarımız var, geçmiş hayatlardan gelenler var… Var da var… Bunların kimileri çok blokajlı, kimisi çok açık enerjili veriler. İşte dış dünyadan aldığımız veriler ki enerjidir her şey, dışardan gelen enerji akışkan bir yoldan gidiyorsa sıkıntı yaşamıyoruz. Algılıyoruz ama bizde olumsuz etki yaratmıyor bu. Ama gelin görün ki verisel enerji blokajlı bir kanala denk gelirse oraya çarpıyor ve bizde tepki oluşturuyor. Bu tepkiler irili ufaklı olabiliyor, kimi zaman içimizde hafif bir kızgınlık oluyor, kimi zaman da bağırtıyor bizi…

Bu noktada şunu hatırlatmak lazım ki evrende tıpkı bilgisayarlarda olduğu gibi bir yazılım var. 0 ve 1’lerden oluşuyor. 0 açık, 1 kapalı. Enerji gelip 1’le karşılaşınca geçemiyor ve bizde de tepki oluşuyor. Ne zaman ister meditasyonla, ister duayla, ister kendi içimize dönerek, ister çeşitli teknikler kullanarak 1’i 0’a dönüştürebiliyoruz; o zaman enerji akışkan hale geliyor. Zaten en sonunda her şey 0 olacak, yani sıfırlanacak ve yolculuk tamamlanacak.

Tüm bunları neden anlattım. Çevremde gördüğüm her şeyin benimle ilgisi olduğunu, tepki duyduğum her ne varsa benimle bir bağlantısı olduğunu idrak etme noktalarında dolaşıyorum. Hani bunu ben diye anlatıyorum, çünkü biz deyince “Nasıl yani ben de mi, hadi canım!” tepkisi oluşturabiliyor. Ben kendimde bunu yaşıyorum, paylaşmak istedim sizlerle…

BEN’den oluşmuş evrende BEN’den başka hiçbir şey yok. Sevgili ben’im yani canım egom ne kadar bağırsa çağırsa da “ben böyle değilim!” diye, algıladığım gerçek bu.

Şu soru akla gelebilir bu noktada: Peki ya algılamadıklarımız? Ben zaten BEN’in yanında lafı bile olmayacak bir miniklikte… Elbetteki algılayamadığı sonsuz sayıda deneyim ve oluş da var bu evrende. Hatta her hayatında ben’im ne kadarını algılayabileceğimi de seçiyorum. Burada püf noktası şu, algıladığım her şey hayat planımda vardır. Tecavüz, cinayet, hırsızlık, nice pislik de mi var? Evet, var! Ama bu sizin bu hayatta bunları yaptığınız anlamına gelmez. Pürü pak yaşarsınız ama yine de açarsınız gazeteleri ve karşınıza haberler çıkar. Ama nasıl olur, benimle nasıl ilgisi olur bunların? Zaten hayat planınızda buradan kazanabileceğiniz erdemleri seçmiş olmasaydınız, 2016 Türkiye’sinde doğmazdınız da Himalayalar’da bir köyde doğardınız, burada olup bitenlerden zerre haberiniz olmazdı.

Yazı gittikçe uzuyor ama son bir şey daha söylemek istiyorum: Her birimiz çeşitli erdemleri geliştirmek için bu dünyadayız. Bu hayat planımızda geliştirebileceğimiz erdemler için en uygun senaryo da bu zaman/mekan diliminde var olduğu için bu ülkede bu zamanlarda doğmayı seçtik. Bu şu anlama geliyor. Yaşadığımız her şeyden sorumluyuz! Rahatsızsak yüzleşeceğiz. Suçlayıp durursak, şeytan taşlamaya devam edersek de maalesef bu zamanı boşa geçireceğiz. Bu söylediğim eylemsizlik anlamına gelmiyor, bilakis yapılabilecek en zor ve en ağır eylem: Kendinle yüzleşmek! Bu yüzleşme sonrası zaten seçimler de değişeceği için otomatikman dünyevi deneyim de değişir.

Neyse iyice uzayıp gidecek. Dilerim paylaşmak istediğimi, yeterince net paylaşabilmişimdir. 

Hasan 'Sonsuz' Çeliktaş

18 Kasım 1976'da Mersin'de doğdu. Toros Koleji'ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'ne girdi. Fakültesini çok sevdiğinden mezuniyeti sonrasında oradan ayrılamadı ve asistan kadrosunda eğitim hayatına devam etti. 2005'te ise İzmir'e yerleşti. 2001 yılında "Sonsuzlukotesi" mail grubunu kurmasıyla başlayan yazarlık hayatı, önce 2002'de sonsuzlukotesi.com'u, daha sonra da 2004'de derKi.com'u kurmasıyla devam etti. Bir yandan da Cosmopolitan, Esquire, Yeni Aktüel, Zodiac, Akşam Brunch gibi dergilerde ve Akşam Gazetesi'nde serbest yazar olarak yazıları yayınlandı. 2011'de ise Anadolu topraklarından doğup Amazon.com'da yayınlanan ilk Türk Spiritüel dergisi "The Wise"ı oluşturdu. Halen yazmaya devam ediyor. Duru Sonsuz ile Özün Dünya'nın babası sıfatıyla onlara rehberlik yapmaya çalışıyor...