Efendim, ben Tanrıyım. Yanlış duymadınız “BEN TANRIYIM”. “bu ne cüret” demeden önce dinleyin. Bu sözlerimin ardından hemen beni sıradan bir “deli” zannetmenizi istemem. Sizi rahatlatacaksa hemen şunu da belirteyim ne yazık ki “ben insandım” da… Zaten bütün problemde işte buradan kaynaklanıyor. Aynı anda hem “tanrı”, hem de “insan” olabilmek sizin de tahmin edebileceğiniz gibi pek kolay olmuyor. Şu an size bütün bunları anlatmam da bu zorluğun (tabi aynı zamanda sizin de gayet iyi bildiğiniz zorunluluğun ) bir neticesi. Biliyorum ki şimdi anlatacaklarım sizin için “nafile” sayılabilecek bir çabadan öteye geçmeyecek. Kimbilir hatta belki de sizin gözünüzde (zaten olmayan) değerimi biraz daha düşürecek. Yine de duruma bir parça olsun açıklık getirebilirsem herhalde (bütün bu olan bitenlerin ardından) benim gibi olan bir kaç kişinin durumu da açıklık kazanacaktır.

 

Bunları anlatırken sizin yüce gölgenizin üzerine diz çökmüş olmamın bir sakıncası yoktur umarım. Az önce söylediğim gibi efendim, “Ben Tanrıyım”. Damarlarımda soylu bir kan dolaşıyor. Ruhum asil bir varlığın özelliklerini taşıyor. Karşınızda proleter görünümlü bir aristokrat tanrı duruyor. Ama gelin görün ki herşeye tepeden bakabilen bu tanrı kendine gelince aynaya bile bakamıyor. Ya kendinden utanıyor ya da kendini şu anda karşınızda gördüğünüz et ve kemik torbası yığının içinde olmayı kendine yakıştıramıyor. Ne zaman aynada gözlerim ile göz göze gelse bakışlarını benden kaçırıyor. Bu hali ile sanki bana “Elbette ki ben senin kadar sıradan değilim” diyor.

 

Yani “Tanrım” , yani ben, sizin çok daha iyi bildiğiniz şu zavallı dünyayı öylesine vakur ve öylesine yukarıdan izliyorum ki, hiçbir keder , hiçbir sorun , hiçbir kaygı yanıma yaklaşamıyor. Ama en önemlisi Tanrım, bana “herşeyi”, “hiçbirşey” ile aynı anda vaad ediyor. Sonra da “hiçbirşeyin” “herşeyden” farksız olduğunu göstermekten korkmuyor. Şimdi bu karmaşık sözcükler ile sizin dikkatinizi dağıtmak ya da zaten anlaşılması zor olan şu durumumu daha da karıştırmak istemem. Bu yüzden isterseniz şu “herşey = hiçbirşey” kavramını bir parça açmak niyetindeyim. “herşey = hiçbirşey”in “heryer = hiçbiryer”den farkı yok. Yani Tanrım bana kendi içimde çıktığım bir yolculuğun herhangi bir hava, deniz ya da kara taşıtı ile alacağım yoldan çok daha uzun olabileceğini söylüyor. Siz beni şu anda olduğu gibi gölgenizin üzerine diz çökmüş olarak gördüğünüz anlarda bile ben kendi içimde çok uzaklara ulaşabiliyorum. Bilmem ki, nasıl anlatsam. Size hiçbir yere gitmiyorum gibi gelse de aslında çok uzaklardayım. Ya da tam tersi vücudum çok uzaklardayken ben buradayım. “Hiçbiryere” gitmiyorum (gibi gözükse de) aynı anda “heryere” gidiyorum. Ya da tam tersi işte…

 

Herhalde benim için oldukça önemli sizin için ise çok fazla anlam ifade etmeyen bu karmaşık meseleyi açıklamak isterken kafanızı biraz daha karıştırıyorum. Ama neyi nasıl anlatacağımı da tam olarak bilemiyorum. Yani Efendim, “Ben Tanrıyım”. Böyle söylediğim için beni ,ellerine geçirdikleri anlık hegemonyaların altında ezilip kendini tanrı sanan diğer çapulcular ile karıştırmanızı hele de karşılaştırmanızı hiç istemem. Zannettiğiniz gibi politika ile uğraşmıyorum. Önemli konular hakkında her gün önemsiz fikirlerimi sunduğum bir köşem yok. Zengin hiç değilim. Ne yeraltı dünyasında babayım , ne edebiyat dünyasında kabadayı, ne vatan kurtaran kahraman bir katil, ne öğrenci coplayan bir polis, ne devlet yardımını cebe indiren bir aşiret resi, ne namus düşmanı bir tarikat şeyhi, ne de parti kapatmaktan gurur duyan bir savcıyım… Ben herhangi biriyim. Hem ölüm hem de yaşamım. Kimi zaman yaşamın zorluklarını görüp ölümü kutsuyorum, kimi zaman ölümden korkup yaşama tutunuyorum.

 

“Tanrım”, bana dünyayı vaat ediyor ancak aynı anda dünyevi meselelerin ne kadar boş olduğunu da gösteriyor. “Sen farklısın , sen lidersin, sen önemlisin, sen , sen , sen…” diyor ve sonra “senin hiç bir önemin yok aslında…” diye bitiriyor. Bugün sizin bile anlamakta zorlandığınız bu durum ,düşünün benim gibi sıradan bir insanın kafasını nasıl karıştırıyor. Bir zamanlar “önemli” diyebileceğim herşey bugün sıkıcı, sıradan , tüketilmiş hayat artıkları gibi önümde duruyor. Örneğin artık ne para ne de mevki sahibi insanlar gözümde zerre kadar değer teşkil etmiyorlar. Yalnızca onlar etmese iyi dersiniz, ama korkaklıklarından ya da kendilerine güvenemedikleri için hayatlarını heba eden insanlar da onlar kadar değersiz. Hatta kan bağından başka hiçbir ortak yönümüz bulunmayan uzak akrabalar dahi.

 

Şu dünyadaki yalnızlığımı düşünebiliyor musunuz?

 

Efendim “Ben Yalnız Bir Tanrıyım”. O kadar çok insanı , o kadar çok nedenle, o kadar çok affettim ki, bugün içimdeki o insanı affedemiyorum. O kadar çok çalıştım , o kadar çok çabaladım o kadar çok feda ettim ki geldiğim noktayı ödediğim bedel ile karşılaştırma cesaretini bulamıyorum. Gölgemi bile taşıyamıyorum. Sessiz ama huzurlu bir şekilde içimdeki tanrının beni ele geçirişini izliyorum.

Şimdi bu anlattıklarımdan sonra beni bir “şizofren” ya da “ermiş” bir kişilik gibi değerlendirmenizi de hiç istemem. Keşke herşey bu kadar basit olsaydı. Oysa olmuyor işte.. Çok gülen çok ağlıyor, çok seven çok acı çekiyor, çok bilen çok yanılıyor. Belki çok büyük bir söz olacak ama başka tanrılara da ihtiyaç yok gibi geliyor. Her insan içinde kendi tanrısını taşıyor zaten. Aslında bunları da boşa anlatıyorum. Siz efendim , siz şüphesiz bütün bunları benden çok daha iyi biliyorsunuz. Yine de diğer insanlar bir yana benim için hiçbirşey ile herşey arasındaki çizgi her geçen gün biraz daha inceliyor.

 

Bilmem üzerinde dizlerimi koyduğum gölgeniz beni dinlemekten yoruldu mu. Bilmem sizi istemeden de olsa bu sözlerimle incittim mi? Yoksa ne demek istediğimi anlatmayı başarabildim mi?
Efendim, biliyor muydunuz, ben uçabilirim, tahmin edemeyeceğiniz kadar çok çalışabilirim, umulmadık bir zamanlarda aşık olabilirim, sonra bir gecede herşeyi ama herşeyi de bırakıp gidebilirim.
“herşey = hiçbirşey”, biliyor muydunuz efendim?

 

“Ben Tanrıyım” , efendim. Ama siz benim için korkmayın , ben yeterince korkuyorum.

 

(1998, ilk öküz dergisinde yayınlanmıştı…)

Cüneyt Duru