Gelişmek isteyen insan, bir süre sonra süpermarketlerde satılan tek tip bir tekamül yolu olmadığını anladığında, önce kendini, buluğ çağındaki gece yalnızlığı türkülerine vurur. Kimsenin kendisini anlamadığından, sevmediğinden çok emin, etrafındakilerden farklılığından üzgün, ne deve ne kuş olduğu zor bir dönemdir ilk uyanış dönemi.

Bir süre sonra, donanmaya başlar. Önce bilgiler biriktirir. Kendisinden önce aynı soruların binlerce yıl boyunca, milyonlarca kez sorulmuş olduğunu, ama yine de kişisel cevaplar hariç, tam yanıtlanamadığını görünce rahatlar.

Daha sonra, teknikler öğrenir. Zikir ya da mantra meditasyonu, yoga ya da namaz, enerji çalışması ya da topraklanma çalışmaları, birbirine benzeyen ya da birbirini dışlayan sayısız teknikten, önce karşısına ilk çıkanları, sonra güvendiği insanların önerdiklerini, sonunda ise, kalbinin sesinin onayladıklarını dağarcığına katar.

Bu aşama, ruhsal yolculuğunun en riskli dönemidir. Çünkü insan uyanık olmazsa bir sonraki aşamaya, yani kendi yolunu çizme, teknikler, bilgiler, öğretiler ve öğretmenlerden bağımsızlaşabilme aşamasına hiçbir zaman geçemeyebilir. Ve hayatını ve yolculuğunun geri kalanını, bir masanın üstüne bırakılmış oyuncak araba gibi, sürekli masanın kenarlarına giderek ve korkup geri çekilerek, masanın sınırlarının farkında olsa da görmezden gelerek, ve en acıklısı, aslında ilerlediğini zannederek, sürdürebilir. Elbette fazla cesur arabaların aşağıya düştüğü bir gerçektir. Ama ya “uçurumdan atlamadan uçabildiğimizi bilmiyorsak?”

Neyse, konuyu kişiselleştirme riski de var, ben yine riskli döneme ve riskine geri döneyim.

Ruhsal buluğa erdikten sonra, örneğin reiki, yoga, ya da TM teknikleriyle, huzuru ve sükuneti bulmuş, dengelenmiş bir insan, kendisini dönüştürebilmiş bu yolu, ve bu yoldaki hocasını tek “doğru” sanabilir. Ve gelişmek yerine, tek yol, tek hoca, tek üslup çerçevesine hapsolup, “daralabilir”. Buraya kadar söylenenler yeni değil, derki.com’daki, bir çok yazıda da var.

Bu yazıda asıl dikkat çekmek istediğim, olgunlaşma yoluna çıktığı zanneden adayların, buluğ çağındaki gençlerin yaşadığı türden bir grupçuluk psikolojisine düşmesi riski…

“Biz ve onlar, bizim üslubumuz ve onların yanlışları, en büyük hoca olan bizim hocamız ve onların ne idüğü belirsiz hocaları, bizim öğretimiz ve onların “komik” pratikleri” kategorizasyonu riski…

Bir tür yargılama ve dışlama hapishanesine gönüllü yatar gibi… Aklın öğrendiği ve öğrettiği sınırların, grup psikolojisi ve buluğ çağında kalmış, bireyleşememiş aydın adaylarına yaşattığı sahte cennette tatile gider gibi….

En trajik olan, grubun, genellikle ileri yaşlarda bu yola girmiş, ve aslında buluğdan hiç çıkamamış “ağabey ya da abla”larının, henüz buluğu biyolojik olarak da yaşayan gençlere cazip gelen, sert, kızgın, tehdit dolu üsluplarının grubun entelektüel düzeyini belirlemeye başlamasıdır… Bu ağabeyler, insanların cinsel tercihleriyle bile dalga geçerek, bir terör ortamı oluştururlar ki, grupta ayrık otu kalmasın.

Gruptan olmayana duyulan merhamet, grubun değerlerine, ya da bireylerine yapılan eleştirilere tahammülsüzlük, “eğer bana vurursan, biz de sana vururuz” türünden mahalle yıldırmaları, “hocama dokunmayın, o zaten bir melek” naiflikleri, “bu dünyada kim ermiş, bir sen bir ben, bir de melek” şişkinlikleri, “senin daha kırk fırın ekmek yemen lazım” şeklinde had bildirmeler ayrı… Çete psikolojisiyle, gruplar arasında randevulu savaşlar, başka platformlarda kurulan pusular, grubun dışına çıkmış insanlarla görüşenleri uyarmalar filan, hep gölgesinden korkan delikanlı merakları…

Ve bu ortamda tekamül etmeye çalışan, diğerlerinin deneyimlerinden öğrenmeye, pay almaya gayret eden katılımcılar, acemiler, “isim yapmak” peşindeki arkadaşlarından ürken, ama “bunun yolu buysa” düşene tekeme atma görevinden kaçmayacak yeni üyeler…

Bu mudur?

Spiritüel gelişim, diğer görüşlere kapalılık nedeniyle dar, akraba evlilikleri nedeniyle kısır ve sakat, kendi olgunlaşmalarını sorgulamadan başkalarını yönlendiren hocalar nedeniyle ham ve “körler ve sağırlar birbirini ağırlar” sosyal kuralı nedeniyle taşralı bir ortamda, mümkün mü?

Grup adına tek sözcü olmasa da, bir “son söz”cünün olmasının yarattığı otoriter baskı, “ağız birliği” arayışlarının dayattığı totaliter baskı, ve dayanışma ruhu empozisyonuyla ortaya çıkan duygusal baskılar, bir insanı geliştirebilir mi?

“Sürüden ayrılanı kurt kapar” korkusunu abartarak, aynı yere başka yollardan ulaşmanın yolunu arayanların yolunu kaybettiğini vurgulayarak, insanları sınırları aşabilmek için cesaretlendireceklerine sınırlayan hocalar gerçekten öğrencilerin gelişmesini istiyorlar mı? Yoksa, kendi küçük evrenleri demokrasiye geçerse tanrıcıklıklarını kaybetmekten mi korkuyorlar?

Denemeden küçümsemek, temelini bilmeden fikir yürütmek, dinlemeden susturmak spiritüel grupları zenginleştirir mi?

Vesaire, vesaire.

Spiritüel yolculuk tek kişiliktir. Ortak amaç için, herkes kendi bireysel yolculuğunu yapmaya cesaret edebilmelidir. Atlantis devrindeki spiritüel rekabet, “ben senden daha güçlüyüm” rekabetinin yanında, “ben bütünün hayrını senden daha iyi biliyorum” iddiasını da içeriyordu.

Ve evet, bunu tekrarlamayalım.

Gücümüzü karşılaştırmak istiyorsak, geçmişteki kendimize bakalım. Bütünün hayrı için, önce kendimizi arındıralım. Bunu sağlamaya çalışırken, grup çalışmaları ve eğitimlerinden de faydalanalım. Toplumun çoğunluğu henüz sadece ekmek için yaşarken, bizim gibi zor yolu seçen arkadaşlar olduğunu bilmek, ellerini tutmak, deneyimlerimizi paylaşmak, hepimizin gereksindiği bir destek.

Ama herhangi bir grup içinde hapsolmayalım. O grup ve liderleri” bizimki hariç hiçbir grup içinde hapsolmayın” dese de…

Gruba ve liderine bakın. Size önerdiği şeyleri hayatına geçirmiş mi, örnek olarak öğretiyor mu? Yargısızlıktan filan bahsederken, diğer gruplar, hocalar, öğretiler hakkında susabiliyor mu? Sevgi ve hoşgörüden bahsederken, kendisini eleştirenlere ne kadar tahammüllü? Gözlerinde sevgi, neşe, huzur, mutluluk var mı, yoksa gözleri de ruhu gibi kaçak mı?

Her hakkı mahfuz olan hayat amacı tanımım şu: ortalamayı yükseltmek. Bireysel olarak yükselmek de, diğerlerinin yükselmesine katkıda bulunmak da uygun. Bireysel gelişimini durdurmuş üyelerden oluşan, ve üyelerini sınırlayan, diğerlerini yargılayan gruplardan kaçın. Onu yanlış, bunu saçma, diğerini komik bulan, kendi öğretisinden başka herkes ve her şeye kulp takan, farklı düşünenlere sesini yükseltip, susmazsa gruptan atan gruplar sizi de sınırlar. Öğrencilerini güçlendirip, kendinden bağımsız birer kutup haline getirmek yerine, onların adına karar verip, onların sorunlarını onların yerine, hatta bazen onlara rağmen çözen hocalardan vazgeçin.

Unutmayın, bir grubun ortak çalışması, ancak en zayıf halkanın gücü kadar ilerletebilir sizi. Niye hocanın ya da grubun sınırları sizi sınırlasın ki? Beraber çalışmalarla yetinmeyin, bireysel de çalışın.

Çoğunluğun tiranlığı, demokrasi teorisinde henüz çözülememiş bir sorundur. Ama siyasetten bahsetmiyoruz, ruhsallıktan bahsediyoruz.

Keşke herkes bunun farkında olsa…

Ali Korkut Keskiner