Öfkesini göstermede yaratıcı, sevgisini göstermede beceriksiz bizler, 11-12 Eylül 2004’te Solara ile buluştuk. Adeta varlığıyla hepimize bir yumuşak tokat etkisi yapan Solara, önce İstanbul ardından Ankara’daydı. Açıkçası ben kendi adıma burada olmasına bile şaşırdığım Solara’nın Workshop’una  katılabileceğimi son akşama kadar hiç düşünmemiştim. Sanırım benimle birlikte orada düşünmeden kendini bulan birçok kişi vardı. Solara’yı bir belde mi sananlar, medyum mu sananlar, adını ilk defa orada mı duyanlar istersiniz; gerçekten ilginç bulduğum yaklaşık 100 kişi kadar bir kitle ile Solara’nın karşısındaydık. İki gün boyunca beni iki şey inanılmaz düşündürttü, biri Solara iken, biri de bizler.. Yani Türk insanları. Ne kadar evrensel değerlere uyumlanmaya çalışsak da gene de bu toprağın ortak özelliklerini taşıyan ama nereden birbirlerine benzedikleri  dışarıdan pek anlaşılmayan bunca insan biraz ürkek ve telaşlı Solara’nın  anlattıklarını anlamaya çalışıyorduk.

Bir Varlık’a ait olmakla ve Türkiye’nin dünyanın kalbi olması ile ilgili söyledikleri gerçekten etkileyiciydi. Gelecek günler içerisinde Türkiye’de alınacak kararlar,seçimler ve hatta bir insanın hayatındaki seçimlerinin bile genel tablo üzerinde çok etkisi var ve gerçekten Türkiye’de çok çeşitli insan var. Ben çok şanslıyım ki kendi seçimlerimin sınavını hemen ertesi gün yaşamak durumunda kaldım, bunu da yazının sonuna doğru anlatacağım. Belki o zaman Türkiye’deki insan psikolojisi üzerinde bu kadar durmamın sebebini mazur görürsünüz.

İki gün boyunca Dünyanın bir çok ülkesinde de yapılmış olan kutsal danslar yaptık. Yeni çağ enerjisine uyumlanmamıza yardımcı olan çok güzel ve simgesel tadı da olan danslardı bunlar. Fakat ilk gün gerçekten sarsıcı ve zordu bizim için. Hep beraber bir uyum içinde, bir Varlık’ tan kopmadan yapmaya çalıştığımız dansları bile anlamakta güçlük çektik. İşte tam burada bu toprakların ortak kaderi hepimizi etkisi altına aldı. Öncelikle beraber ne kadar az şey yapmış olduğumuzu fark ettim.

Neden biz gerçekten birbirini sevme dansları, birbirini anlama, hissetme dansları ya da etkinliklerini hiç yapmıyoruz? Neden birbirimizi olduğumuz insan sayısı  kadar, bir oda dolusu sevmiyoruz da, sevmek için içlerinden bir ikisini seçip odalarımıza   kapıyoruz? Neden sokaktaki insana bir ağız dolusu küfür edercesine kornaları sonuna kadar basabiliyoruz da birisi o taksideki camı açıp “HEEEYY CANIMSLAAR HEPİNİZİ SEVİYORUM” diyemiyor… Neden bu hepinizi  seviyorum gibi sözcükler pop starlarımızın hiç inandırıcı gelmeyen ağızları arasında sakızdan fazla çiğnenmiş bir malzeme olmuş… Ve inandırcılığını yitirmiş. Neden birbirine ulu orta sevdiğini söyleyen insanlara ya kimse inanmaz ya da inananlar utanır da başını çevirir?

İşte bu nedenleri kendilerine sormayan insanlar bir odada toplanınca ilk gün  zordu. Uzun süre karanlık mağaralarda yaşamış insancıklar ilk ışığı görünce ne yapacaklarını bilemezler ya, biz de öyle beceriksizdik. Seviyorduk ama sevgimizi göstermeyi bilmiyorduk… Belki de Solara bu yüzden en değişik workshoplarından birini yaşadığını söyledi. Sonra ondan kendisi anlatmasını bekleyenler oldu. O da enteresandı mesela… Bizim millet gerçekten muhabbet seviyor...” Eee, daha neler yaptın anlat bakalım bugünlere kadar neler yaşadın?”  minvalli sorular da geldi. Solara’nın cevapları çok güzeldi. Sonra yavaş yavaş soyunduk kimliklerimizden ve bakabilir olduk utanmadan birbirimize.

Özellikle ” yıldız dansı” ve “yerküre-gökküre” dansı bir muhteşemdi.Hem eğlenceli hem gerçekten eğitici ve içsel farkındalığımızı geliştirecek ve kilitleri açabilecek nitelikteydi. Birbirimize bakarak utansak, da sıkılsak da sevebildiğimizi,aynı BİR’ e ait olduğumuzu söyleyebildik. Ve bayağı keyifli dakikalar geçirdik.

 Ben İngilizce bilmiyorum. Bu ne alaka diyecekseniz, anlatayım. Kahve molası verdiğimiz bir arada dil bilmeyen ama içinde inanılmaz sevgi taşıyan ve nasıl göstereceği konusunda iyice çaresizleşen bir insan olarak Solara’ya hayranlıkla bakarken Solara omuzuma dokundu ve ben ona sadece ” canımm” diyebildim. Sonra Solara bunu Türkiye’de sevginin ifadesi olarak güzel kalbine yazmış olmalı ki bir süre sonra bütün salon birbirine “canımm, canımms ” gibi sevgi sözcüklerinde bulundu ki bu benim için harikaydı. Sonrası “altın  aslan” dansını pek beceremedik ama olsun güzeldi. Gerçekten güzeldi. Ve ben bütün kutsallığı ile bu dansları bir daha denemek istiyorum. Solara’dan sonra bir de ertesi gün var tabii, Türkiye ve panaroması...

Sabah uyandım. İşe giderken inanılmaz bir yaşama sevinci duydum ve minibüse binmeden önce  “Ben bir Varlık’tan Banu, hayatı seviyorum, evreni, rüzgarları, havayı ve suları seviyorum, Güzel allahım seni de çok seviyorum” deyip önümdeki arkadaşa “Affedersiniz şu parayı şoför beye uzatır mısınız?” demiş bulundum ve orta sıradan bir beyefendi katli vaciptir deyip beni öldürmeye kalktı. Beyinsiz çığlıklarına minibüsten bir kişinin bile “kardeşim ne diyorsun sen herkes parayı uzatıyor” dediğini duymadım. Yani bir Varlık’tan Banu’yu öldürüyorlardı. İşe gidene kadar ağlamaktan gözlerim şişmiş ve bütün hafta sonu başıma inmişti; allahım neden beni hemen sınıyoorsunnn?” Neyse...

İşte bu yüzden bu kadar zor. İşte bu yüzden her  yapacağımız seçim bu kadar saygı değer. Ve işte bu yüzden burası önemli. Ve işte bu yüzden herkes iğne deliğinden geçmek istiyor, sığ suları olan kıyılarda boğulmak istemiyorsa bu gezegene sevgiyle sahip çıkmalıyız. Ve sevgi içi boşaltılmış, sokağa bırakılmış bir patates çuvalı değil. Sevgi göstermekten de, yaşamaktan da, söylemekten de utanacağımız bir şey değil.