Aslında çok ilginç bir durum söz konusu burada, çünkü sevgi ile korku birbirine karşıt kavramlar ve enerjilerdir aslında. Ama ikisinin bir araya geldiği durumlar oluyor ki aslında ikisi bir araya gelince samanlık seyran olmaktan çıkıyor, yangın yerine dönüşüyor. Sevme korkusu hepimizin ruhunu yakıyor cayır cayır, ama yanmamıza rağmen en farkında olmadığımız korkumuz da bu. Peki nedir bu sevme korkusu? Bunu müsaadenizle resmederek anlatmayı deneyeyim.

 

Üç yaşında bir veletsinizdir ve neşeyle hoplayıp zıplıyorsunuzdur, yerinizde bir türlü duramıyorsunuzdur ve tabii haylazlıklarınız da olmuyor değildir ama hayatı o kadar saf, o kadar içten ve o kadar dolu yaşıyorsunuzdur ki tüm hareketleriniz bu coşkudan kaynaklanıyordur. Sonra iyi niyetli bir büyük gelir ve sizi uyarır “hoplama zıplama, şimdi düşeceksin, bir yerin yaralanacak”… O büyük, olayı biraz daha ileri götürdüğünde ise size bağırıp çağırıp azarlayacak ve az sonra da ağlatacaktır. Siz bağıra çağıra ağlarken bilinçaltınızla bilinciniz şöyle bir mesajlaşmada bulunacaktır: “Sakın ha içinden gelen coşkulara kendini kaptırma ve öyle hoplayıp zıplama, hem kızıyorlar; hem de canını yakıyorlar”…

Beş yaşınızdasınızdır ve gittiğiniz kreşin müsameresi vardır. Siz de rol alacağınız için acayip heyecanlısınızdır ve yine yerinizde duramıyorsunuzdur. Kreş yönetiminin isteği gereği tüm veliler gibi sizin veliniz de birşeyler götürecektir oraya ve babanız pasta almıştır. Siz içinizdeki heyecanla o pastayı “ben taşıyacağım” diye atlarsınız pakete. Fakat pasta paketini elinize aldığınızda paket yırtılır ve pasta yere düşer. Babanız ağzınıza eder ve tüm coşkunuz hevesiniz ifade edilmemişlikler olarak boğazınıza tıkılır. Artık kreşteki müsamereye bile suratınız asık ve büyük bir hayalkırıklığı içinde çıkarsınız. Bilinçaltınızla bilinciniz yine birbiriyle konuşmaktadır: “Sana demiştim hoplama, zıplama, kendini kaptırma diye. Halen ders alamamışsın belli, gördün işte halini”. (Kıç kadar pasta için psikopata bağlamışız yirmi sene iyi mi?)

Altı yaşınızdasınızdır ve babaanneniz ilk defa sizi ziyarete gelmiştir. Heyecanla ona oyuncaklarınızı göstermektesinizdir. Çok mutlusunuzdur onu gördüğünüz için, fakat az sonra babaannenizin oraya annenizle kavga etmek için geldiğini görmeye başlarsınız ve birileri diğerlerine bağırmaya başlar. Zaten çevrenin enerjisine çok hassas olan ruhunuz, bir de bu bağrışmaların etkisiyle zımparalanmaya başlar. Bir süre sonra da ortamdan kaçmak isteyen annenizle birlikte kendinizi bir odada kilitli, bir oyuncakla oynar bulursunuz (Arabaydı o oyuncak). Aradan birkaç saat geçer ve odadan çıkarsınız, ama bir parçanız aradan yıllar geçse bile o odada kalacaktır. Bilinçaltınızla bilinciniz yine mesajlaşmaktadır: “Sana tekrar etmekten bıkmadım halen ama sen vazgeçmiyorsun, coşkuyu yaşarsan ve hele sevdiğin birileri karşında olunca o coşkuyu yaşarsan işte başına bunlar gelir.”

Yedi yaşınızdasınızdır ve kreştesinizdir halen. Diğerlerinden büyük olduğunuz için sizi tek başınıza bir odada yatırmaktadırlar ve siz aslında yalnızlık korkusunu o anda bilinçaltınıza nakış gibi işlemekle meşgulsunuzdur. 

Uyumak zorunda olduğunuz için o odadan çıkamazsınız ve sadece bir kere ama bir kere uyku saatinde ayağa kalkma gafletinde ve delaletinde bulunursunuz. Çünkü anneniz size öğleden sonra geleceğini söylemiştir ve kreşte annenizin sesini duyduğunuzu zannedersiniz. Sizi ayakta gören saçları sarıya boyalı öğretmen, sizi odanıza fırlatır atar ve tekmelemeye başlar. Kendinizi korumaya çalışırsınız, ama kadın tekmelerden kaçmaya çalıştığınız yerde tokatlarını çalıştırmaktadır. Ruhunuz çok ağır bir yara alırken, saçlarını sarıya boyayan kadınlara güvenilmemesi gerektiğini belleğinize yazarsınız ve şiddete uğramaktan da korkar hale gelirsiniz bir ömür boyu. Bilinçaltınız bilinçle şöyle mesajlaşmaktadır: “Annenin sesini duymak mı? Ne komik. Tamam yıllardır kreşlerde büyüdüğün için ve anneni göremediğin için onun sesini duyduğunu düşünmek bile heyecanlandırdı seni, ama gördün gene coşkunun bedelini, hem de nasıl gördün. Bundan sonra otur oturduğun yere…”

Bu ve bunun gibi bir sürü olay üstüste birikir ve artık içinizdeki çocuk yalnız, kendini ifade edemez, sevildiğini hissedemeyen, korkan, dışlanmış, izole edilmiş ve sevgisinin coşkusunu yaşayamayan, sevgisini ifade etmekten korkan biri haline gelir.

Sonra o küçük çocuk büyür bilinçaltındaki tüm bu olumsuz yargılarla. İçinde çok büyük sevgi eksikliği, ifade güçlüğü, güzellikleri görünce korkup kaçma ve yalnızlık hisleri vardır. Yaşı artık karşı cinsle ilişki kurar hale gelince tüm bu düşünceleri hayatına yansımaya başlar. Yansıdığı için de düşüncelerine uygun durumlar oluşturmaya ve yaratmaya başlar. Kendisinin “değersiz”, “yetersiz”, “sevilemez”, “eksik” olduğuna inanmıştır ve sürekli olarak kendi içindeki bu durumları onaylayan senaryoları yaratmaya başlar.

İlk aşık olduğu ve açıkladığı insan ona telefon numarasını verip onu aramasını isteyince bir anda kreşteki müsamerede rol alacak küçük çocuk gibi hoplayıp zıplamaya başlar. Ama telefonda “beni sevme çünkü ben başkasını seviyorum, ama sen iyi bir çocuksun benim dostum ol” muhabbeti yer ve bu hayatındaki ilk açılışı karşısında aldığı yanıt onu çocukluğundan beri bilinçaltında yatan “kaç kere söyledik biz çocuk sana, hiç kulak asmadın lafımıza; halen coşku ha!!! anlamadın mı halen, bunu yapınca acı çekiyorsun ve halen vazgeçmiyorsun. Hem gördün işte kız da seni beğenmedi. Yetersizsin demiştim sana” cümlesine götürür. Bir süre sonra çocuk bilinçaltının etkisi altına girer ve duygularını açmaktan korkar hale gelir. Fakat henüz bu işlerde yeni olduğu için birkaç çabası daha olacaktır. Bununla birlikte düşünceleri “ben değersizim” çevresinde şekillendiği için aslında bir yandan da sürekli bunu onaylayan deneyimleri kendine yaratmaktadır. Bir nev’i kısır döngüye girmiştir artık. Bir yandan içindeki yoğun sevme ve sevilme isteği nedeniyle kafası kopuk tavuklar gibi o kız senin bu kız benim koşmaktadır, ama olayları kendi düşünce kalıpları doğrultusunda yarattığı için de hepsinden red yanıtı almakta ve iyice kafayı yemektedir.

Evrenin onu bu döngüden kurtarması için bir tokata ihtiyacı vardır ki artık olayın farklı boyutlarına geçsin ve evren, onun hayatına bir akrep kadını sokar (Akrep kadınlarının nihai görevi aklı başında olmayan erkeklerin aklını başına getirmektir). Oğlan bu kıza aşık olur. İlk defa karşılıklı sevme-sevilmeyi yaşadığını hissetmektedir, ama bu kız aslında ona bambaşka birşey vermek üzere hayatına girmiştir. Kız geldiği gibi aniden çıkar gider ve oğlanın sürünme devreleri başlar. Onun geri dönmesi için çabalamaktadır sürekli ve bir yandan da bilinçaltındaki mesajlar coşmuştur iyice. Elinden gelen tüm planları, stratejileri uygulamaktadır ve kız da bu halinden memnundur. Aslında ikisinin birbirine oynadığı bir oyundur bu. Oğlan kızın döneceği umuduyla kendini avutmakta ve geri dönüşünü garantilemek için sürekli birşeyler vermektedir; kız da verilenleri değerlendirmekten pek de şikayetçi değildir. Fakat birgün oğlan öğrenir ki o kızı beklerken, kız birinciyi bırakıp ikinciyle çıkmaya başlamıştır. O anda herşey biter ve “cossss!!!” efekti eşliğinde ilişki kopar. Bilinçaltı ile bilinç arasındaki mesajlaşmalar cümlelerden sayfalara dönmüştür ve oğlan tek başına çökmüştür bir köşeye.

Fakat bir süre sonra kendine geldiğinde o çok arzuladığı ilişkiyi az da olsa yaşadığını hisseder ve daha da önemli artık kafası kopuk olmaktan çıkmıştır. Ayrıca elinde çok büyük bir hediye vardır. Nasıl birisini istediğini biliyordur ve onu yaratma gücü de elindedir. İşin daha da ilginci korkmuyordur, çünkü birkaç ay önce gidilebilecek en derin noktaya inmiştir ve şimdi yukarıdadır. ICQ’da yakın bir arkadaşına hayatında istediği kızı en ince ayrıntısına kadar tarif eder. O kadar içten gelerek tarifi yapmıştır ki birgün sonra okuluna gittiğinde kız tastamam karşısındadır. Görür görmez şok olur. Ama iki gün sonra sınıfın kapısında bekleyen bir adam gördüğünde ise acayip kıllanır. O sınıfta 180 kişi vardır ve neden kıllanmıştır? Çünkü bilinçaltı ona “eeee biliyorsun, senden daha değerli ve daha iyi herifler var piyasada ve kızlar seni değil, onları seçiyor oğlum daha önce defalarca yaşadığın gibi. Gör bak bu adam o kızın sevgilisi” der ve kızın sınıftan çıkıp ona sarılmasına hiç şaşırmaz. Onu şaşırtan kızın ona dönüp özür dileyen gözlerle bakmasıdır ki o bakış, kadınlar hakkında bir sürü kızgın sözlere neden olacaktır içinde. Yine bilinçaltıyla karşı karşıyadır ve sevmeye hazırım dediği anda kapı suratına kapatılınca çok bozulmuştur. Kendini bırakır hayata ve birgün bir haber gelir kızla oğlanın arasının bozuk olduğuna dair ve bir hafta geçmeden kız sevgilisi olmuştur. Kendisi bile şaşmıştır bu işe ve bu hıza. Üç sene birlikte olurlar ve hem sonunda arzuladığı sevgiyi bulduğunu düşünmektedir, hem de uzun bir ilişkide nelerin yapılması; nelerin yapılmaması gerektiğini etraflıca öğrenmiştir. Fakat bu üç sene içinde bilinçaltı onu bir türlü rahat bırakmamıştır. En mutlu olduğu hallerde bile rahatsızdır ve biryerlerden kafasına birşeyler çarpacakmış gibi korkmaktadır. İlişki yürür, gider ve en sonunda biter. Bu bitiş onun canını aşırı yakacaktır ve olaya bir de başka birisinin de girmesi yıllardır baskı altında tuttuğu bilinçaltını coşturmuştur.

Kendini bir anda büyük bir boşluk içinde, yalnız ve terkedilmiş bulur. Resmen kilitlenip kalmıştır ve bir nev’i paralize olmuştur. Ne yapacağını bilmemektedir ve her erkeğin böyle durumlarda düştüğü yanlışa düşer. Teselliyi başka kalplerde aramaya başlar. Artık bu konuda tecrübeli olduğu için de birilerini bulması hiç de zor olmuyordur. Fakat karşısındakilerin ona aşık olduğunu görür görmez anında arazi oluyordur, çünkü sadece sevme değil sevilme korkusu da vardır. Hele buna bir de sevildiği kişilere aynı yanıtı veremediği için onların kalbini kırdığı düşüncesiyle eklenen suçluluk hissi de eklenince resmen kündeye gelmeye başlamıştır. Böyle bir senesi geçmiştir. Bu arada bir kere birine açıldığını hissetmiştir. Onunla yaşadığı bir deneyim vardır ki aslında tüm herşeyi özetlemektedir. Onu görmeye başka bir şehire gittiğinde kızın onu karşılamaya gelmeyeceği hissine kapılmıştır ve tüm yol boyunca bunu yaşayıp yaşamayacağını sorgulamıştır. En son dehşet içinde kendi kendine “dramı ve acıyı yaşamak istiyorum” seçimini yaptığını farkeder ve soğukta iki saat kızın gelmesini bekler elinde bavuluyla. Ne yaptığını aradan birkaç sene geçtikten sonra anlayacaktır esasında. O, bilinçaltındaki mesajları onaylayan deneyimleri yaratmakta ve yaşamaktadır. O çok kızdığı evren de ona aslında sadece kendi istediğini vermektedir.

Aradan bir sene geçmiştir ve ayrılışından beri ilk defa kendini tekrar aşık olmaya hazır hissetmektedir. Evrenden bunu dilemektedir ve her zaman olduğu gibi yanıtı cevapsız kalmaz. Evren onu harika bir kızla buluşturur ve tekrar aşık olur. Fakat “evet işte bu o, buldum sonunda” dediği kişiyle karşılıklı konuşurken karşısındakinin aslında onu hiç de “aşk” olarak düşünmediğini görür ve bir anda dünyanın tüm zilleri çalmaya başlar. “Bu şaka olmalı” der kendi kendine ve o anda ölmek ister. 🙂 Fakat aslında bu yeni bir sürecin başlangıcıdır ve bu süreç ona çok şey kazandıracaktır. Ama tabii o çok bozulmuştur ve kendini iyice dipte hissetmektedir. İşin ilginç yanı ilk defa bir kişiden vazgeçmemiş olmasıdır, yani aralarında hiçbirşey olmayacağını hissetse bile o kendi içindeki hisleri yaşamaya ve yaşatmaya devam etmektedir. Kendini ilk defa “koşulsuz sevgi”yi yaşadığını hissederken bulmuştur. Ama şu da vardır ki bir yandan da artık korkuyordur sevgiden. Bu dönemde hayatına iki kişi girmiştir ve ikisi de harika insanlardır. İkisine de “bir başkasına aşıkken, sizinle olmayı sürdürmek sizin gibi harika insanlara haksızlık” der ve kendi kendine de “artık dinlenme, yenilenme ve düzenlenme vakti” deyip, kendini nadasa bırakır. Çünkü artık bu korkma, kırma-kırılma, kaçma denklemlerinden bıkmıştır.

Tam dokuz ay hayatına kimse girmemiştir ve “girecek kişi tam girmeli” kararından ötürü de en ufak olasılıklardan bile uzaklaşır; ayrıca geçmişe dair kim varsa da hayatından çıkartmış ve hislerini resetlemiştir. Bu arada hayatında başka başka değişiklikler olur. Büyük değişimler geçirmeye başlar. Öyle büyük değişimlerdir ki bu ve öyle büyük korkularıyla yüzleşmek zorunda kalmıştır ki (çok şükür) bu süreç içinde aslında onun hayatını bu en çok etkileyen “sevme korkusu”yla yüzleşmesi de kaçınılmazdır. O korku artık tıpkı ilacı yedikten sonra vücuttan ayrılmaya hazır nasır gibi kabuk halindedir ve o, bu işten kabuğu kaldırarak sıyrılıp rahatlayabileceğine inanmaktadır. Ama kabuk kalkar ve anlar ki o kalkan sadece bir “kabuk”muş. Esas nasır, esas korku o kabuğun altında vücudun içindedir ve onun etkisi ve acısından kurtulmanın tek yolu onu şifalandırmaktır, ondan kurtulmak için mücadele edip bir yandan da kendine daha fazla zarar vermek değil. Şifalandırmanın yolu da korkusunun nedenlerini gözlemlemek, kabul etmek ve onun konuşmasına izin vermektir. Böylece bu nasırın oluşmasına ortam yaratan nedenleri tespit edecek ve açığa çıkartacaktır. Ve sonra farkeder ki giydiği ayakkabının dar kalıpları yaratmıştır bu nasırı ve o kalıbın değişmesi gerekmektedir…

Ve o artık bir karar verir: Eskiye dair bildiği ne varsa tespit edip, dile getirecek ve bunu yaparken de ayağını yavaş yavaş o dar, nasır yapan ayakkabıdan çıkartacaktır. Artık önünde çok rahat, ferah ve onun tekrar eskisi gibi coşku dolu hoplayıp zıplamasına yardımcı olacak yeni bir ayakkabı vardır. Ama ilk işi eski kalıptan çıkmaktır.

Bunu kendisiyle yüzleşerek ve gördüklerini ifade edip paylaşarak yapacaktır her zaman yaptığı gibi…

Bu niyetle klavyesinin başına oturur ve ilk cümlesini yazar:

“Aslında çok ilginç bir durum söz konusu burada, çünkü sevgi ile korku birbirine karşıt kavramlar ve enerjilerdir aslında…

Hasan 'Sonsuz' Çeliktaş

18 Kasım 1976'da Mersin'de doğdu. Toros Koleji'ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'ne girdi. Fakültesini çok sevdiğinden mezuniyeti sonrasında oradan ayrılamadı ve asistan kadrosunda eğitim hayatına devam etti. 2005'te ise İzmir'e yerleşti. 2001 yılında "Sonsuzlukotesi" mail grubunu kurmasıyla başlayan yazarlık hayatı, önce 2002'de sonsuzlukotesi.com'u, daha sonra da 2004'de derKi.com'u kurmasıyla devam etti. Bir yandan da Cosmopolitan, Esquire, Yeni Aktüel, Zodiac, Akşam Brunch gibi dergilerde ve Akşam Gazetesi'nde serbest yazar olarak yazıları yayınlandı. 2011'de ise Anadolu topraklarından doğup Amazon.com'da yayınlanan ilk Türk Spiritüel dergisi "The Wise"ı oluşturdu. Halen yazmaya devam ediyor. Duru Sonsuz ile Özün Dünya'nın babası sıfatıyla onlara rehberlik yapmaya çalışıyor...