Sırtüstü yatıyorum suyun üstünde. Tek tek bütün parçalarımı, bacaklarımı, sırtımı, omuzlarımı, kollarımı gevşetiyorum, vücudum kendini taşımak için hiçbir çaba harcamıyor artık, bir saz parçası gibi hafiflediğimi, suyun beni taşıdığını hissediyorum. Suyla birlikte kımıldanıyorum.

Hareket etmek için çok az bir çabaya ihtiyacım var şimdi, her kulaçta biraz daha hafif bir bedeni kaydırıyorum suda. Sular bazen yüzümün üstünden geçiyor. Gökyüzünde genç, neşeli bulutlar var. Kenarları daha beyaz ve parlak, sonra parlaklığı daha azalan bir grilik, en ortada ise koyu bir kurşunilik gözüküyor ama bulutların arasındaki geniş mavilik ve kenardaki parlak beyazlık neşeli bir görüntü veriyor. Bulutların kenarından kopmuş, maviliğin ortasında tek başına duran dumanımsı incecik bulut parçacıkları uçuşuyor. Bulutların arasındaki mavilikte siyah noktalardan oluşmuş bir kuş sürüsü beliriyor. Sanırım buraları terk etmeye hazırlanıyor. Bizden önce fark ediyorlar yazın bitmekte olduğunu. Kuşlara bakıyorum. Bir saz parçası gibi hafifim. Bir şey düşünmüyorum. Gökyüzüne bakıyorum sadece. Bulutlarda bazen bir insan başı, bazen bir dağ zirvesi, bazen bir çayırlık görüyorum. Gevşek, rahvan kulaçlarla yüzüyorum. Biraz ileride genç bir kadın yatmış, bulutların arasında beliren güneşte yanmaya çalışıyor, saçlarını kazıtmış genç bir adam suya atlıyor. Sessizliği bozmuyor kimse. Kenara gelip durduğumda zeki ve bilgili yüzme arkadaşım bana eğlenceli hikayeler anlatıyor. Mark Twain ilgisini çekiyor bugünlerde anlaşılan. Twain “gerçek çok değerlidir, onu ekonomik kullanalım” demiş. Gülüyorum. Arada bir Twain’i okullara davet ederlermiş çocuklarla konuşsun diye.
– Annelerinizin, babalarınızın sözünü dinleyin, demiş, tabii onların yanındayken.

Yeniden gökyüzüne bakarak yüzüyorum. Güneş bazen bulutları ışıklarıyla delip çıkıyor,bulutlar ışıldıyor o zaman.Sonra bulutlar yeniden sıkışıp güneşin önünü kapatıyorlar. Gökyüzündeki mavilik gittikçe azalıyor. Yağmur gelecek, bu belli. Hiç acele etmiyorum. Kenara gelip duruyorum yeniden. Arkadaşım Taoculukla Konfüçyüscülük arasındaki farklardan söz ediyor. Konfüçyüs,kendisine gelen insanların somut dertlerine somut çözümler bulurmuş, her şeyin bilindiğini, her şey için bir çözüm önerildiği ”sıkışık” bir dinmiş. Taoculukta ise hayatın tümüyle bir bilinmezliğe dayandığını kabul ettiğinden çok daha “geniş kapsamlı” bir dinmiş. Tacoulukta “boş kafalı” demek bir iltifatmış. Bilinmezliği tamamıyla benimsemiş, hiçbir bilinirliği aklına yerleştirmemiş insan manasına geliyormuş.

Yeniden yüzüyorum. Bulutların arasından birden bembeyaz bir uçak çıkıyor. Gerçekten şaşırıyorum. Sadece kuşların ve bulutların göründüğü gökyüzünde o kadar beklenmedik bir şey ki uçak,neredeyse ürküyorum. Uçak bir başka bulutun içinde kayboluyor. Genç kadın yerinden kalkıp çimenlerin üstünde yürüyemeyerek cep telefonuyla konuşuyor. Vücudumun hafifliği sevindiriyor beni. Bulutlar,ortadaki maviliği yavaş yavaş yiyorlar sanki, grilik artarken mavilik azalıyor. Kenarlardaki o neşeli, parlak beyazlık matlaşmaya başlıyor. Durduğumda, “yağmur yağacak” diyorum.

– Belki de yağmaz,diyor arkadaşım. Taocu bir yaklaşım olduğunu söylüyorum. Her şey sakin, her şey basit. Gerçekler, bedenimle uyum içinde hafiflemişler, Taocu bir belirsizliğin içinde keskinliklerini yitirmişler sanki. Mark Twain, çocuklara, “sigarayı, içkiyi ve evliliği abartmayın” demiş.

– Aynı anda asla iki sigara birden içmeyin, evlilik için de aynı şey… Kendimi suya sırtüstü bırakıp yüzüyorum. Ahmet Haşim’in “göllerdeki kamışı” gibiyim… Gökyüzünü seyrederek yüzmeyi seviyorum. Suya sırtüstü yatarak yumuşak kulaçlarla gidiyorum. Birkaç gün önce, denizsiz bir yörede doğmuş olduğunu sandığım genç bir adam, “ sizi görüyorum burada” demişti, “hep geri geri yüzüyorsunuz”.
Geri geri yüzüyorum. Gökyüzünü koyu kurşuni bir renkle kaplanmış. Genç kadınla,saçlarını kazıtmış genç adam telaşlı hareketlerle toplanıp gidiyorlar.

– Yağmur yağacak,diyorum.

Şanslıysak, diyor arkadaşım. Şanslıyız. Biraz sonra yüzüme ilk damlalar çarpıyor. Üstüme yağan yağmuru seyrederek yüzüyorum. Havuz, gittikçe hızlanan damlarlarda çopur bir yüz gibi delik deşik oluyor. Gözlerimi kapıyorum. Hafifim. Yağmur yağıyor. Şiddetli bir gürültüyle gözlerimi açıyorum, gök gürlemiş, ben suyun içinden bir ses geldi sanıyorum. Yağmur hızlanıyor. Bütün şemsiyeler kapanmış, şezlongların üstüne örtüler geçirilmiş. Havuz terkedilmiş. Bizden başka kimse yok. Yağmurda yüzmenin tadını çıkartıyoruz. Şimşekler çakıyor. Şimşeklerin ışığı havuza yansıyor. Elektrikli ışıkların içinde yüzüyoruz. Yağmur şiddetleniyor. Suya çarpan suyun sesini duyuyoruz. Biz de çıkıyoruz sudan. Gülerek ve yağmurdan ıslanarak giyiniyoruz. Yağmur yavaşlıyor o sırada. Ortada minicik bir mavilik beliriyor. Arabaya binerken maviliğin kenarından utangaç bir güneş ışığı beliriyor.

– Hava açacak,diyorum.

– Şanslıysak,diyor.