“Düşüncelerin pozitif olsun, çünkü düşüncelerin sözlerin olur.

Sözlerin pozitif olsun, çünkü sözlerin davranışların olur.

Davranışların pozitif olsun, çünkü davranışların alışkanlıkların olur.

Alışkanlıkların pozitif olsun, çünkü alışkanlıkların değerlerin olur.

Değerlerin pozitif olsun, çünkü değerlerin kaderin olur.” (Gandhi)

Bu sözü tekrar ediyor Nil Gün, Caddebostan Kültür Merkezinde verdiği Psiko-Kinesiyoloji/Bedenin Bilgeliği konulu seminerinde. Salon karanlık ve kasvetli, ama Nil Hanımdan yayılan ışık, sevgi ve bilgi dolu sözler herkesi nefes dahi almadan, büyük bir merak ve keyifle bağlıyor konuşmaya. Bu güzel seminerin hemen ardından keyifli, sevgi ve bilgi dolu başka bir sohbet başlıyor aramızda…

Neslihan: Kişisel gelişim konuları ile ilgilenenlerin hemen hemen hepsinin durağıdır sizin kitaplarınız ve yayınevinizin çıkardığı diğer yayınlar. Yoğun bir şekilde bu konuların içindesiniz ve en son yeni çıkan kitabınız “Çekim Yasası” ile yine okuyucularınıza güzel bir mesaj iletiyorsunuz. Son kitabınızdaki mesajdan yola çıkarak bu konuları ve beraberinde oluşan hayatı siz mi çektiniz kendinize?

Nil Gün: Tabii ben çektim, benim zaten mistik konulara ilgim vardı gençliğimde. Ve bu konularla ilk karşılaştığım anda baştan çıktım. Yani zamanla adım adım girmedim konulara.

Neslihan: Tesadüfî bir şey yok yani

N.G: Hayır yok, İlk katıldığım seminer ve hemen ardından katıldığım workshop o etkiden kaynaklandı ve aslında bu benim ruhumun misyonu idi, halen de öyle. Ve sanırım dünyada ruhunun misyonunu çok genç yaşta keşfetmiş nadir insanlardan biriyim, bu konuda kendimi çok şanslı hissediyorum.

 

N: Ne hissetiniz ki sizi böyle sarıp sarmaladı ve taaa bugünlere kadar getirdi?

N.G: 20 yaşında Amerika’ya ilk gittiğim dönemdi ve ilk katıldığım workshopta, ki tek Amerikalı olmayan bendim, birinci saatin sonunda heyecanla kalktım ayağa ve “ben hayat amacımı keşfettim ve bireysel/spiritüel gelişim eğitimcisi olmaya karar verdim” dedim. Herkes beni alkışladı ve inanın ışık saçıyordum o an ruhumun misyonunu bulmaktan dolayı, bunu hissetmemek imkânsızdı.

N: Ve sizin için hayat yolculuğunuz o kararla başladı, bugünlere kadar geldi. Arada geçen hayat hikâyenizi sormayacağım, çok başarılı çalışmalarınız var. İsteyenler derKi yazarlar bölümünden veya www.kuraldisi.com adresinden bu serüveni bugüne kadar okuyabilirler. Ben sizinle son kitabınız “Hayatın Büyük Sırrı, Çekim Yasası” hakkında sohbet etmek istiyorum. Kitabınızı okudum, daha önce yine benzer mesajlı kitaplar okumuştum. Çok anlaşılır, basit bir dille yazmışsınız, herkes okuyabilir bu konulardan bihaber olsa da, ellerinize sağlık. Önce kısaca çekim yasasına değinelim sonra bu yasa ile ilgili sorularım olacak size. Sanırım çok özetle bizim eskilerin deyimiyle “Ne ekersen onu biçersin” diyor çekim yasası, değil mi?

N.G: Evet çok doğru. Meraklı ve araştırmacı bir yapım var. Yıllardan beri kuantum fiziğiyle içli dışlı olmamdan dolayı zaten sistemi bir şekilde hissediyordum. Hayatımda bir şeyi fark etmeye başlamıştım, ne düşünüyorsam o oluyor. Bu tesadüf olamazdı. Amerika’da altı yıl “Zihin Bilimi” (Science of Mind) eğitimi almıştım. Bu eğitim içersinde pek çok konunun yanında evrensel yasaları işledik. Dünyanın yasaları var, evrenin yasaları var. Evrensel yasalar tüm evrende geçerli, herkes için geçerli yasalar. Bu yasalara uyarsan mutlu, güzel bir hayatın oluyor. Uymazsan mutsuz bir insan oluyorsun. Çekim yasası da evrensel yasalardan biridir. Çekim yasası enerji yasasıdır. Enerjinin cinsi ne olursa olsun aynı yasalara tabiidir. Kendimizi mutlu, huzurlu, heyecanlı hissettiğimizde etrafa pozitif enerji yayarız. Gözlerimiz, cildimiz, yüzümüz ışıldar ve çevreye de bu enerjiyi yayar ve biz de bu tür enerji yayan insanlara çekiliriz. Aynı şey üzgün, mutsuz, depresif hissettiğimizde de ters olarak işler. Gözlerimizdeki ışık söner, kendinizi kötü hisseder, çevremizdeki insanlara hiç de çekici gelmeyiz. İşte bu enerji bilgisini öğrendikten sonra ben bilinçli olarak enerji ile oynamaya başladım. Yani zaten işleyen bir sistem var, neden ben bunu farkında olarak kullanmayayım deyip enerji ile oynamaya başladım.

N: Enerji ile oynamak derken, düşünce boyutunda bir şey mi bu? Yani düşünce yapılarınızla oynayarak mı?

N.G: Evet, zaten düşünce en yüksek enerji boyutudur. Tanrı, yaratıcı denen kavram da en büyük düşünce boyutudur. Her şey düşünceden doğar ve her şey düşüncede yaratılır. Düşünce derken sadece bilinçli düşünceden bahsetmiyorum. Bilinç dışı düşünceler var; bilinçaltı, bilinç üstü ve süper bilinç var. Bunların hepsi değişik frekansta düşünceler. Tüm bunlarla yaşamımızı şekillendiriyoruz.

N: Tüm bunlardan çekim yasası nasıl ortaya çıktı?

N.G: Evrenin holografik yapıya sahip olduğunu öğrendiğimde (Karl Pribram ve David Bohm‘un Holografik Evren Teorisi) çok etkilenmiştim Bunun üzerine kuantum fiziğine daha da fazla ilgi duydum ve tüm bunlarla spiritüel bilgileri birleştirince sistemi keşfettim.

N: Çekim yasası mı çıktı ortaya bu bilgiler bir araya gelince?

N.G: Evet, sistemin değişmez yasalarından biri çekim yasası. Sistemle birlikte onu da keşfediyorsunuz zaten. Sistemin temel yasası diyebiliriz.

N: “Ne ekersen onu biçersin…” Tekrar ediyorum, zira kitabı okuduğumda ilk aklıma gelen şey şu oldu: Aslında eskiler ne kadar bilgiliymiş, pek çok şeyin farkında imiş ve bunları belki sadece böyle sözlere dökebilmişler. Evrensel yasalar gibi öyle güzel, evrensel sözler var ki. Bizlerse tabiri caizse Amerika’yı yeniden keşfediyoruz sanki.

N.G: “Ne ekersen onu biçersin” çok güzel bir örnek bence de. Kendi realiteni, kendi kaderini kendin oluşturuyorsun.

N: Sonra bu bilgileri kitaplarınıza mı döktünüz?

N.G: Evet, 16 kitabım var ve adım adım bu bilgileri ele alıp anlattım ve en son “Çekim Yasası” kitabımda bunu en basit dilde, herkesin anlayacağı dilde formüle edip yazdım.

N: Benim de başta söylediğim gibi çok dikkatimi çekti, gerçekten çok anlaşılır bir dilde yazmışsınız, okumak için diğer bilgi kitaplarındaki gibi bir alt yapının olması gerekmiyor. Bilgi çok rahat okuyucuya kendini aktarabiliyor.

N.G: Evime temizliğe gelen yardımcıma verdim kitabı, ertesi hafta geldi okumuş, bitirmiş ve anlamış. “Benim hayatımı etkiledi bu kitap, ben artık tekrar tekrar okuyorum ve keyif alıyorum” dedi bana. “Bu kitap çok satacak” dedi. Nitekim daha bir ay dolmadan üçüncü baskısı tükendi.

N: Çok güzel bir şey bu. Sonuçta sistem ve bilgi evrensel. Bazı kişi veya yerlere özel değil. Herkesin tâbi olduğu bu evrensel bilgiyi yine herkesin anlayacağı dilde paylaşmak en doğru olanı.

N.G: Evet, yerçekimi yasası gibi, herkes bu yasaya tâbi ve bilmeyip de uçmaya kalkan yere çakılıyor. İnsanların mutsuzlukları, sıkıntıları da bu yasayı bilmemelerinden kaynaklanıyor zaten. Dünyevî yasalarda da aynı şey geçerlidir. Cehalet özür değildir. Ben adam öldürmenin suç olduğunu bilmiyordum deyince suçsuz sayılmıyorsunuz.

N: Kitabınızda çok özetle, olumlu düşünceler ekenlerin hayatlarının da mutlu, olumlu olacağından sistemin bu şekilde çalıştığından bahsediyorsunuz. Ama çevremizde öyle insanlar var ki hayatları hep başkalarına kazık atmak, kötülük yapmakla geçmiş ve bu sistemden de bihaber ama maşallah bir elleri yağda, bir elleri balda yaşayıp gidiyorlar. Yaptıkları tüm kötülükler yanlarına kar kalıyor adeta. Bunu yanında ise hayatını tertemiz yaşayıp, durum ve şartlar ne olursa olsun inancını, ahlâkını kaybetmemiş, yardımsever ama acı, sıkıntı çeken çok insan var. Nedir bu iki insan arasındaki fark? Bu insanlar bilinçsiz olarak mı uyguluyor sistemi? Neden sistem kötü de işlerken, iyi de işlemiyor?

N.G: Aralarında en büyük fark huzur. İster bilinçli, ister bilinçsiz ama temiz yürekle yaşamak zaten sistemi devreye sokuyor. Temiz yürek sistemin bir parçası. Sonuçta çevremize baktığımızda birtakım insanlar şartları diğerlerinden farklı olsa da daha huzurlu. Her şeye sahip olup, hiçbir şey yaşayamayan, hayatın gerçek tadını alamayan insanlar var. Tonlarca parası var ama huzuru yok. Adam çalıyor, çırpıyor acaip zengin oluyor, ülseri var doğru düzgün yemek yiyemiyor veya stresten, can korkusundan gece uyuyamıyor. Bu yaşam cehennemden farksız. Ne kadar zengin olmuş bana ne, huzur yok, sağlık yok. Bir söz vardır: “En zengin insan çok şeye sahip olan değil, en az şeye ihtiyaç duyandır.”

N: Tabii ki huzur çok önemli bir fark, huzur olmadan yutulacak bir sushinin boğazdan geçmesi veya geçememesi ile, huzur içinde içilen bir kaşık çorba çok farklı ama yine de o kadar iyi niyetli yaşayan, dua eden, isteyen ve ihtiyacı olan insanlar var ki. Bunlar çevresinde yozlaşmış, art niyetli insanların daha dudaklarında dökülürken bir şeylerin olmasına isyan ediyorlar hatta inancı kuvvetli olan bazen öyle bir aşamaya geliyor ki inancını, Tanrıyı sorgulamaya, “bu mudur adalet!” demeye başlıyor.

N.G: Sistem herkes için aynı işler. Biraz evvel de bahsettik her şey bilinçli olarak olmuyor, bilinçaltı da devrede. Bilinçaltında yatan, oraya ta ana rahminden itibaren işlenmiş, kazınmış inançlar, korkular da etkili oluyor. Mesela birçok insan parayı kötülüğün anası olduğunu düşünüyor. Hayata kötülük getireceğine inanıyor bilinçaltında. Bir de ihtiyaçlarla, seçimler arasında çok büyük farklılıklar var. Evren senin ihtiyaçlarına bakmıyor, evren senin seçimlerine bakıyor. İhtiyaçlar egoya ait bir kavram.

N: Seçimler, ihtiyaçlardan yola çıkmıyor mu zaten?

N.G: Misyon ile ihtiyacı karıştırmayalım, belki çaresizlik desek daha doğru olur ihtiyaç için. Birçok insan yalvarıyor, yakarıyor. Onun kendi içinde acizlik sendromu var. Güç benim dışımda ve ben yalvarıp yakarırsam, kul köle olursam, ihtiyaçlarım temin edilir düşüncesi var. Böyle bir düşünce ve yaşama yapısında kendimi küçük görüyorsam, bu durumda benim çekeceğim enerji boyutu da küçük olacaktır. Güç bizim içimizde aslında. Ne zamanki dışımıza atfettiğimiz o gücü, ki kimi Tanrıya, kimi doğaya atfeder, içimize döndürdüğümüzde içimizdeki acizlik gider. Daha doğrusu sevgi ile yaşamaya başladığımızda, korkularımızı attığımızda o zaman daha mutlu, huzurlu, güzel bir hayatımız olur. Tüm bu dualar, yalvarmalar korumaya yöneliktir. Kendini korumaya yönelik yaşamak güven ihtiyacını tatmin etmeye yöneliktir, bolluk ihtiyacını değil. Yani ben enerjimi kendimi korumaya harcıyorum, gelişmeye değil. Korunmanın olduğu yerde gelişme olamıyor. Biraz evvelki örnek sözdeki gibi en az şeye ihtiyaç duyduğun zaman, seçimler devreye giriyor. İhtiyaçlar korunmayı, seçimler ise gelişimi getiriyor beraberinde.

N: Bu soruyu ısrarla sormamın sebebi şu: Bilinçaltının gücü ile ilgili kitaplar okuduğunda “hah çok güzel, hokus pokus, ben şimdi isteyeyim hemen hayatıma çekilsin” gibi bir yanlış kanıya kapılabiliyor insanlar, bu konuştuğumuz detay ve önemli noktaları göz ardı ederek. Sonrasında da büyük yıkım yaşıyorlar ve başlıyorlar onu bunu suçlamaya, inançlarını kaybetmeye. Dışarıdan gördüğün gibi sadece tuğlaları üst üste dizerek ev yapamazsın, ölçmen, biçmen pek çok başka malzemeyi dikkatlice ve uygun şekilde kullanman gerekir… İstemek konusuna gelirsek: İnsanoğluyuz, egomuz yüksek, iste iste bitmez J Ama isterken gerçekten buna ihtiyacım var mı, bana ne katacak, hayatıma ne katacak diye hiç düşünmeden sadece görmek, beğenmekle her şeyi hayatımıza katmak istiyoruz. Çekim yasasının işlemesi açısından şu isteme ve isteğin hayatımızdaki yerini değerlendireme konusuna da bir değinebilir miyiz?

N.G: Bu konuya kitabımda çok uzun ve detaylı olarak değindim. Kısaca şunları söyleyebilirim: Ben gerçekten bir araba istiyorsam, ama gerçekten istiyorsam, o arabaya sahip olabilirim. Ama ben bu istemeyi yaparken bir yandan da “arabayı istiyorum ama bu parayı nereden bulacağım, benzin de pek pahalı, bir de sigorta parası lazım, araba sürekli masraf çıkarır” gibi düşünceleri de aklımızdan geçiriyorsak, çekim yasasına balta vuruyoruz. Sonra bu yan düşünceleri unutuyor ve sadece araba istediğimizi hatırlayıp, neden olmadı istediğim diyoruz.

N: Her bir ayrıntısına kadar, alt düşüncelerine kadar her şey bir bütünlük içinde, o isteği destekleyecek şekilde olmalı yani. Peki, sistemle ilgili dikkatimi çeken ve başka yanlış anlaşılan bir konu daha var gözlemlediğim. Kitabı okuyup, sistemi tanıyan bazı insanlar Tanrı, yaratıcı, evren… her ne diye adlandırıyorsanız, onun hiçbir fonksiyonu yokmuş gibi algılayabiliyorlar, devre dışı bırakıp sadece istemeye odaklanıyorlar. Doğru iste, kesinlikle olsun! Burada Tanrı, yaratıcı, evren… Onun hiç etkisi olmuyor mu, yürüyen düzenin bir dengesi yok mudur? Yani arabayı tüm şartlarını yerine getirerek istediğimde illa ki oluyor mu? İlahi plan diye bir şey yok mudur?

N.G: Tabii ki büyük bir plan var, benim süper bilinç dediğim şey bu işte. Alternatif realiteler var. Benim yaşadığım şu düşünce birikimi ile, şu ana kadar yıllar boyu biriktirdiğim bir düşünce depom var. Ve bu düşünce depomun altında enerji kalıplarım var ki inanç diyoruz biz onlara. Bu inançlardan çok farklı realiteler yaratabilirim. Ve araba almak örneğinden yola çıkarsak, arabayı almak için şu realiteye odaklanıyorum (elinin bir parmağını göstererek). Ama diğer realiteler de aynı anda devam ediyor (diğer el parmaklarını göstererek). Fakat ben odaklandığım şeyi görüyorum (araba realitesindeki parmağını göstererek). Oysa realite burada değil, tümünde. O realite ile bana araba gelirse belki hayatım çok kısa sürecek, belki bir kaza yapıp sakat kalacağım veya birini sakatlayacağım. Ama benim bu arabayı almam için, daha önce başka şey görmem gerekiyor. O da süperbilinç (Tanrı, yaratıcı, evren… her ne diye adlandırıyorsanız ismini) boyutunda yapacağım şeyin en yüksek iyiye hizmet etmesi gerekmektedir. En yüksek iyi dünyevi bakıştan bakıldığında iyi olmayabilir, iyi gözükmeyebilir. Mesela Kinesiyoloji seanslarımızda bazen yaşadığımız bir şeydir. Siz başkası adına Kinesiyoloji yapabilirsiniz ama izin almanız gerekir. Bir sefer hasta birine yapılacaktı uzakta olan, izin vermedi hasta. Ne kızına, ne de damadına izin vermedi. İyileşmek istemiyor, çünkü onun sistemi ona göre kurulmuş. Yani süperbilinç seviyesinde doğru olan o onun için.

N: “Her işte bir hayır vardır” veya “Hayırlısı olsun” diye boşuna denmiyor demek ki J Sonuçta çekim yasası var ve herkes için işleyen bir yasa. Sen isteyeceklerini iste, o yolda yapman gerekeni yap inançla ve istekle. Ama beklenti ile takılma orada. Yoluna devam et, büyük planda her şey göründüğünden farklı olabilir. Yeter ki sen iyi niyetinden, inancından, isteğinden, çabandan ve azminden emin ol, plana uyuyorsa o sana gelecektir diye düşünüyorum, yanlış mı değerlendiriyorum.

N.G: Hayır zaten kitapta da belirttim. Beklentiye girdiğin anda yasa çalışmıyor. Çünkü beklentide çıkar vardır, “iyi niyet” yoktur. Yani iyi niyet derken yürekten istemekten bahsediyoruz. Ben yürekten ne istiyorsam hepsinin olduğuna inanıyorum, olduğunu da görüyorum. Yıllardır verdiğim eğitimlerde birlikte olduğum insanlarda da bunu gözlemledim. Zaten kesinlikle olmayacak bir şeyi insan yürekten isteyemiyor. Olacağına dair şüphe duyuyor.

N: Yürekten istediğinde o şeye inancı, azmi her şeyi çok daha kuvvetli oluyor insanın.

N.G: Evet, normal bir istekte istiyor, sonra bazen unutup gidiyor bile. Ama yürekten gelen, bildiğin, inandığın şeyler vardır; onlar burada bahsettiğimiz. Onu düşündüğümde zaten onun benim yaşam planımda olduğunu biliyorum.

N: Ben de benzer bir şeyi hayatımda New Age müziklerini Türkiye’de tanıtmak, yaygınlaştırmak için çıktığım yolun daha ilk başında hatta neredeyse yol yokken hissettim. İsteğim, inancım, her şeyim başka şeylere göre çok farklı ve çok kuvvetli idi ve en önemlisi demin dediğiniz gibi biliyordum bu yolun hayat akışımın içinde olduğunu. Bu konuda düşüncelerim, arzularım, planlarım diğer isteklerime göre çok daha rahat gelişiyor, oluşuyor. Sohbetimizin başında demiştik ya ruhumun misyonunu bulduğuma inanıyorum.

N.G: Evet, ruhunun misyonunu bildiğin, hissettiğin sürece ben seni alayım dört duvar bir yere kapatayım, senin misyonun bu olduğu sürece hiç olmadık bir yerde yine gelir seni bulur, hayatına girer. Her insanın ayrı bir misyonu var. Ve insanların mutsuzluklarının, problemlerinin nedeni de bu misyonlarını bilmemeleri ya da başkalarının misyonlarına kapılıp gitmeleri.

N: Nasıl bulacaklar insanlar kendi misyonlarını dediğimizde de biraz evvel bahsettiğimiz çok özetle “yüreğinin sesini dinle” diyebiliriz, değil mi?

N.G: Evet, mesela senin örneğinde yüreğinden gelen bir şeydi New Age müziği ve girişimlerin. “Ya bir de New Age olsun iyi olur” deme gibi değil bu.

N: Gerçekten doğru diyorsunuz, öyle değil.

N.G: Ben de şu an verdiğim eğitimler, yazdığım kitaplar, tüm bu konularla daha ilk karşılaşmamda âşık oldum, bu benim misyonum dedim, yüreğimde hissettim.

N: Tabii şu da var; ben gençliğimden beri New Age dinlerim, arşiv yaparım. İlk anda o müziğe âşık oldum ama açıkçası şu anda yapmakta olduğum projeler hemen aklıma gelmedi. Seneler sonra ilk aklıma geldiği anda da hiç bir tereddüt duymadan yapacağım şey budur deyip yolda yürümeye başladım. Ruhumun misyonunu gerçekleştirebilmek için doğru zamanın ve daha olgun, farkındalıklı, bilinçli Neslihan’ın da oluşması gerekmiş. Şimdi senelerce turizm ve organizasyon konusunda oluşturduğum tecrübemi de kullanarak yeni projelerimde daha rahatça yürüyebiliyorum.

N.G: Süperbilinç ve büyük plandan bahsetmiştik, senin örneğin çok güzel açıklıyor. Sen ruhunun müziğini dinliyorsun. Doğru müziği dinlediğinde o zaten sana söylüyor. Şuna da dikkat etmek lazım: Yaptığın iş sana enerji mi veriyor, seni tüketiyor mu?

N: Kesinlikle enerji veriyor, hatta sadece enerji vermeyip, huzur, mutluluk, keyif veriyor eskiye oranla çok daha az kazanmam ve çok daha fazla çalışmam gerekmesine rağmen.

N.G: Enerji veriyor seni güzel duygularla besliyorsa demek ki sen doğru yoldasın. Biraz evvel dediğin “daha olgun, farkındalıklı, bilinçli Neslihan’ın da oluşması gerekmiş” diye.Bir de bilinç seviyesi konusu var ki, kitapta çok detaylı değinemedim; daha derin bilgilere girmem gerekecekti, kısaca bahsettim. İnsanların bilinç seviyeleri var. Birbirinden farklılık gösterebilir. Bilinç seviyesi farkındalıkla gelişir ve yaşam boyu belli bir miktarda gelişir.

N: Değişik bilinç seviyeleri ve gelişimi derken siz o zaman reenkarnasyona inanıyorsunuz?

N.G: Hayır inanmıyorum. Daha doğrusu bu bilgilerle ilk tanıştığımda inanıyordum ama bilincim arttıkça, bilgilerim çoğaldıkça inanmaz oldum.

N: O zaman bilinç gelişimi tek hayatta nasıl oluyor?

N.G: Tüm insanlar aynı elin parmağı. Bizim reenkarnasyon inancımız bu parmakların farklı farklı olmasına inanmamızdan kaynaklanıyor. Yani bu parmak kesilirse yerine yeni bir parmak gelecek, yine aynı parmak olacak ama ismi değişecek, şekli değişecek. İnsanın bu inancı yine egodan kaynaklanıyor. Oysa şöyle düşünsek, okyanus suyunu alsak ve insan şeklinde kalıplara koyup dondursak, ki burada buz kalıpları biziz, zannediyoruz ki buz kalıbı eriyince sonra başka şekle tekrar bürünecek. Hayır, eriyince artık o okyanusa geri karışacak, bir daha da ilk buz kalıbındaki su molekülleri yeniden bir başka buz kalıbında bir araya gelmeyecek… Ama her insanlık deneyimiyle bilincin bütünü genişleyecek. Biz tüm insanlar aynı kollektif bilincin ifadeleriyiz, arılar gibi. Onların da kollektif bir bilinci vardır. Bizim de varlığımız kollektif bilinçtir. Vücudumuzda 175 milyar kadar hücre var. Bunların her biri kendisini birey sanıyor diye düşünün.Oysa hepsi aynı bedenin hücreleri. Biz de öyleyiz. Bir renk tayfı düşünelim, Tanrı kendini deneyimleyebilmek için renk tayfını yarattı. Bu tayfın içinde tüm renkler bütünün bir parçası ama ayrı değiller. Eğer ben kırmızı renk tayfı içinde ifade bulmuşsam kırmızı sınırları içinde yaratabiliyorum yani kırmızının tonları olabiliyorum. Ama asla mavi olamıyorum, mavi yaratamıyorum. Renkleri bilinç boyutları olarak düşün. Her bilinç kendi boyutları içindeki vibrasyonla yaratıyor. Her rengin sınırsız tonları yaratıldı bizim tarafımızdan. Böylece Tanrı olan Hayat çok daha büyük ve güzel resim yapabiliyor. Burada reenkarnasyon yok. Burada Birlik bilincinin değişik halleri var.

N: Ama böyle baktığımızda bazı durumlar var ki bana biraz adaletsiz gibi geliyor. Yani reenkarnasyon yoksa, 90 yaşına kadar yaşayan da var ama beraberinde doğup 1 gün sonra ölen de. 90 senelik bir yaşamda gelişebilecek bilinçle, 1 günde gelişebilecek bilinç aynı olabilir mi? Ya da biri iyi şartlarda ve ortamda doğup, büyürken, diğeri Afrika da belki de açlıktan toprak yiyor.

N.G: Zaman, süreç çok önemli bir şey değil bence. O anne acı çekiyor, çocuk geliyor, biraz evvelki okyanus örneğindeki gibi, o damla buz kalıbı oluyor ve hemen sonra okyanusa geri karışıyor. Ufak çocuğun ölümü ile 90 yaşına kadar birinin yaşamasının evrensel açıdan baktığında hiçbir farklılık yok, dengesizlik veya adaletsizlik yok.Sonuçta o bebek de doğduğunda bir enerji yayıyor ve bırakıp gidiyor. Anne baba ve aile üyeleri bir deneyim yaşıyor. Ama dünya zaten çok ilkel boyutta ve o kadar geriyiz ki. Ya dinlere sığınıyoruz, ya Allahın takdiri diyoruz veya reenkarnasyona inanıyoruz. Çünkü ölmekten, yok olmaktan korkuyoruz.

İkinci örneğine değinecek olursak yani birinin iyi şartlarda doğması büyümesi, diğerinin Afrika’da doğması; bunlarda zaten insanlık hallerinin yarattığı durumlar. Afrika’dakinin açlıktan ölmesi senin, benim sorunum. Dünyada herkese yetecek kadar yiyecek, içecek var ama dünyadaki ekonomik sistem bu hastalığı, bu dengesizliği, insanlar arasındaki yaşam standardı uçurumlarını yaratıyor, toplumsal olarak da, bireysel olarak da. Tabii bu çok derin ve uzun bir konu şimdi kısa bir sohbette ancak bu kadar değinebiliyoruz.

N: Evet, haklısınız inşallah ileride yine bir zaman daha detaylı sohbet imkânımız olur. Peki, çekim yasasına göre yaşadıklarımızı hayatımıza biz çekiyoruz. O zaman önceden yazılmış bir kader yok değil mi?

N.G: Bilinçaltı seçimlerine insanlar kader diyor zaten. Bilinçaltı seçimleri ile yaşadıklarında o doğrultuda bir kader çiziyorlar kendilerine. Biraz evvel dediğim gibi çok derin ve kuantum bilinçle de bağlantılı bir konu, şimdi bunu konuşmaya başlarsak günlerce sürer.

N: O zaman sizinle yine ayrıca bir sefer bu konu üzerine bir araya gelmek farz oldu, beraber kampa gireriz artık. Peki, nazar için ne dersiniz? Nazarı da bir enerji olarak değerlendirenler var ve toplum olarak da inanmayan yoktur herhalde.

N.G: Yine aynı şey. Eğer inanıyorsam bana nazar değer, inanmıyorsam değmez. Neye inanıyorsam onu çekiyorum, inanç açıyor kapıları. Korku da bir inanç ve korkunun olduğu kapıdan her şey girer. Nazardan korkan bir insanın kendi içinde de bir negatif enerji vardır. Radyo frekansı gibi düşünün, alıcı ile vericinin frekansı birbirine uyumlu olması lazım ki enerji birinden diğerine aksın.

N: Hep insanlardan konuştuk, hayvan ve bitkiler de bu yasaya tâbi mi? Hayvan besleyen hatta yalnız olduğu için onunla yalnızlığını paylaşan çok insan var.

N.G: Tabii ki onlara da işler enerji. Sahibine benzer ya kediler, köpekler. Bir köpeğin, kedinin de yaptığı seçimler var ve çevrelerinden etkileniyorlar. Kötü huylu köpek de var, kedi de var.

N: Evet aslında dikkat edilirse, sevgi dolu bir insanla yaşayan hayvan da sevgi dolu oluyor, huzursuz birinin kedisi ise agresif olabiliyor.

N.G: İnsanlarda nasıl bilinç seviyesi varsa hayvanlarda da farklı bilinç seviyeleri var. Yaşadığı yer de çok etkili oluyor ama yapısal olarak kimi daha akıllı, kimi daha munis, sevecen olabiliyor.

N: Sistem yaratılanlar için her yerde ve herkeste aynı işliyor diyorsunuz.

N.G: Tabii ki. Sistem bu kedi, bu köpek, bu insan diye ayırmıyor.

N: Bu evrensel ve çok önemli yasayı bilmek iyi, güzel de mesela ben kendimden bir örnek vereyim, bu yasayı öğrendikten sonra inanılmaz bir sorumluluk hissetmeye ve düşüncelerimi bazen anbean takip etmeye başladım. Ya kötü düşürsem, ya yanlış istersem ve yanlış şeyi hayatıma çekersem gibi. Aslında sohbet edildiğinde armut piş, ağzıma düş gibi geliyor ama özünde insana büyük sorumluluk yükleyen bir şey bu. Yanılıyor muyum?

N.G: Burada değerlendirmek ile yargılamak arasındaki farkı bilmek çok önemli. Ayrıca düşüncelerin duygu ile beslenmesi lazım. Aklımdan geçen düşüncede onu besleyen bir duygu yoksa, o zaman o düşünce sisteme giremez, akar gider. Duygu olması ve tekrar edilmesi lazım, yoksa tek sefer aklında geçen ve duygu yüklemediğin düşüncelerin yaratma gücü yok. Bir de düşüncelerin büyük bir çoğunluğunu bilinçli olarak seçmeye çok özen gösterilmesi gerekiyor çünkü bilgi arttıkça, bildikçe sorumluluk artıyor, her şey çok daha çabuk oluyor. Çünkü bilinçli yaptığın zaman içinde duygu da var. Dolayısıyla madem bu yasayı biliyorum ben de bunu bilinçli olarak, doğru kullanayım diyorum.

N: İnsan her an kendine hâkim olamıyor, arada bir kaçamaklar olduğunda ne yapacağız?

N.G: Böyle bir şeyi hissettiğiniz anda o düşüncenin hemen ardından “iptal, iptal” diyerek onu nötrleştirebilirsiniz. Olumsuz düşünceleri, kendinizin ve karşımızdakinin kusurları yerine daha fazla pozitif yanları düşünerek düşüncelerinizi değiştirebilirsiniz.

N: Bir an Türk toplumunun ne kadar pozitif! olduğunu düşündüm de. Hani bu sistemi öğrenip, uygulamaya kalksak herhalde herkesin en çok kullandığı kelimeler listesinin başına “iptal” yerleşir JJ. Yolda, işyerinde, evinde sürekli “iptal, iptal” diye dolaşan insan manzaraları Türk toplumunun bilinçaltında yer alan gelenek, görenekler ve töreleri de göz önüne alırsak, sizce çekim yasası ne kadar kabul edilebilir?

N.G: Tabii bunlar da bir seçim sonuçta. Ben de bu memleketin çocuğuyum. Gelenek ve görenekler mi daha önemli,benim mutlu olmam mı daha önemli? Ben akıl dışı hiç bir gelenek ve göreneğe boyun eğmem, kim ne derse desin. Başkası ne dedi, ne düşündü kaygım olursa o hayat benim hayatım olmaktan çıkar. Ben gençliğimde millet diskolarda eğlenir, gezer tozarken ben kendimi kitaplara, eğitimlere verdim, kendimi geliştirmeye çalıştım. Ben bir seçim yaptım, herkes kendi seçimi doğrultusunda yaşıyor sonuçta. Sonuçta ister gelenek, görenekle baskılı yaşa, ister yaşama,çekim yasası her halükârda işliyor, ben bilinçli bir şekilde yaşayıp kendi hayat realitemi istediğim gibi yaratmayı seçtim. Çekim yasası inansan da, inanmasan da işliyor. Tıpkı yerçekimi yasası gibi.

N: Aslında bu bilgileri ta çocukken verebilsek, okullara eğitimlere koyabilsek çok daha ayakları yere basan, pozitif, mutlu, ne yaptığını bilen bireyler yetiştiririz.

N.G: Bir çocuğu yetiştirebilmesi için önce anne-babanın yetişmiş olması lazım. Bu sadece Türkiye’de değil tüm dünyada böyle; anne-babalar kendilerini yetiştirmiyorlar. Bu tür eğitimlere verilen zamanı, parayı ziyan olarak görüyorlar. Saatlerce televizyon karşısında oturuyor, başka pek çok şeye rahat rahat hiç sorgulamadan para, zaman harcarken eğitimde duraksıyor. Okullarda eğitim konusuna gelince; ne Türkiye’de ne de yurtdışında okullarda bu konuda bir eğitim yok sadece özel yerler veriyor bu eğitimi. Ama yurtdışında bu bilgiler çok daha yaygın olduğu için daha çok insan eğitimli. Yine de oran olarak çok çok az. Çünkü bu bir bilinç eğitimi, salt bilgi eğitimi değil. Çocuğu yetiştirebilmen için senin önce kendi kapasiteni oluşturman, kendini yetiştirmen lazım. Ruh, beden ve zihin sağlığını geliştirerek yetiştirmelisin kendini. Bunu sağlayacak şeylere yönelerek, kitap, film, eğitim, müzik. Mesela New Age dinleyip ruhunu, bedenini, zihnini dinlendirip, enerji ile beslerken, sadece heavy metal, arabesk, ahlı oflu, bol acılı şarkılar dinlersen bitirirsin enerjini.

N: Ayy, vallahi ben de sürekli bunu diyorum insanlara. Müzik seçiminiz ne olursa olsun, arada New Age, klasik müzik dinleyerek biraz şarj olmanız lazım. Konfirme ettiğiniz için teşekkür ederim size.

N.G:Bu arada dinleyerek öğrenmeyi sevenler için yedi yepyeni kaset/CD hazırladım. Bunların içinde Çekim Yasası kitabının bir özeti olan”Çekim Yasası” ve kitabın içindeki şükran duasını genişleterek hazırladığım “Şükran Duymanın Hazzı” başlıklı iki kaset/CD de var. Bu talepler de okurlardan geldi. CD’lerin çoğunda bilinçaltına yönelik subliminal mesajlar da var. İnsanlar trafik zamanlarını, çok daha verimli değerlendirebilirler. Kaset CD’lerden biri de uyku sorunu çekenler için. Onların ilaç almadan mışıl mışıl uyuyabilmeleri için. İlgilenenler belirli kitabevlerinden ya da www.kuraldısı.net sitesinden online alabilirler. Ocak ayında çıkacak.

N: Peki,geriye dönüp baktığınızda hayatınıza çektiğiniz şeylerden memnun musunuz? Keşke dediğiniz şeyler var mı?

N.G: Yeniden bir hayat seçseydim kendime, yine böyle bir hayat seçerdim. Yaşadıklarımdan, en kötü şeyler dâhil olmak üzere, hiç pişmanlık duymuyorum. Tam tersi onların değerini şimdi daha iyi görüyorum, resmin tümü yavaş yavaş yerleşmeye başlayınca. Ve şu anda ben çok zenginim aslında, neden dersen, kişisel sağlığım var, seviyor ve seviliyorum ve sevdiğim işi yapıyorum. En önemlisi şükran duymayı biliyorum.

N: derKi’ye yazılarınızla güzel katkılarda bulunuyorsunuz. derKi’yi nasıl çektiniz, ya da çekildiniz?

Valla “Sonsuz” Hasan’dan talep geldi. O da yanlış hatırlamıyorsam beni Tanrıyla Sohbet kitaplarının çevirilerinden tanıyormuş. Ben de siteye girip inceledim.Kaliteli ve dopdolu bir siteyle karşılaştım. Zengin içeriği ve konuları derinlikli olarak ele alışıyla fark yaratan bir site. Siteyi keşfedenlerin sayılarının katlanarak artacağına inanıyorum. Ayrıca derKi sayesinde Hasan ve Nesli gibi iki güzel insanla tanıştım. Hasan’la henüz fiziksel olarak karşılaşmasak da tanışmış olduk.

N: Bizler de sizi derKi ailesinde görmekten çok mutluyuz. Ve sizi şahsen tanımaktan, hayatıma çekmiş olmaktan, böyle güzel bir sohbet yapmaktan ayrıca büyük bir sevinç duydum. Verdiğiniz bilgiler gerçekten çok değerli, artık daha dikkatle uygulamaya gayret göstereceğim.

N.G: Hayat çok güzel. Tesadüflere(!) bayılıyorum. Onlar da hayatın hoş sürprizleri.

Bu arada harıl harıl Tanrıyla Sohbet serisinin 4. kitabını yani final kitabını çeviriyorum. Başka sohbet kitabı olmayacakmış. Şubat ayında Ötesi Yayınları’ndan çıkacağını meraklılarına şimdiden duyuralım.

Evet, hayata şükran duyuyorum. Senin gibi pırıl pırıl bir insanla bu röportajın gerçekleşmesi de evrenin bir lütfu. Hayatın kendisi bir lütuf. New Age Radyondan, bu tür müziği seven herkesin haberdar olması lazım.Kısacık süre içinde en çok dinlenen New Age Müzik kanalları içinde 17. sıraya yükselmek tam anlamıyla çekim yasasının işlediğinin göstergesi. Yipppeeeeeeeee.

N: Hem de kocaman bir yipeeeeeeeeeeeeeeeee…