Kuantum teorisini en iyi anlayan millet biziz, iddia ediyorum. Bu kanıya nereden mi vardım? Sonuçlara geçmeden önce şu kuantum fiziği neymiş, kısaca bir özetleyelim:
Einstein’ın ünlü E=mc2 formülü bize, madde ve enerjinin birbirinin devamı ve birbirine dönüşebilen şeyler olduğunu gösterir. Yani formülün karışık ve sıkıcı bilimsel kalıbını es geçersek, sade bir dille şöyle de diyebiliriz: Madde, aslında enerjidir, enerji de madde.
Madde yada enerji, hem parçacık, hem de dalga özelliği taşıyan atom altı parçacıklardan oluşur. Bu, her canı istediği zaman kafasına göre takılamasa da, enerjinin belli durumlarda bu iki davranış özelliğini de gösterebiliyor olması demektir.
Heisenberg bu ikili davranışı “Belirsizlik ilkesi” ile formülleştirirken, bize bir parçacığın hızının ve konumunun aynı anda belirlenemeyeceğini gösterdi. Madde altı parçacığın hızını belirlemeye çalışırken konumu, konumunu belirlemeye çalışırken ise hızı değişiyordu. Bir başka deyişle, “gözlemci”nin yaptığı seçim, yani neyi gözlemlemeye ve ölçmeye çalıştığına göre, doğrudan gözlemin sonuçlarını belirliyordu.
Bir fotoğrafçının, 1 yaşındaki bir bebeğin resmini çekmeye çalışması gibidir durum. Bebeğin pozunu ayarlayıp tekrar makineye hamle ettiğinde bebeğin konumu değişir, fotoğrafçının hızı, bebeğin pozunu bozma hızına asla yetişemez : ) Hele ki gözlenenin, bir bebekten kat be kat daha hızlı hareket eden atom altı parçacıklar olduğunu düşünürsek, belirsizlik ilkesi biz sade vatandaşlara bir şeyler ifade etmeye başlayabilir.
Evren bunu elbette gıcıklığına yapmıyor. Gözlemci gözlemlemeye başlayınca, aslında bir seçim yapar ve bahsi geçen atom altı parçacık, dalga özelliği yerine parçacık özelliği gösterir. Bakan yoksa, kendi içinde her türlü olasılığı barındırır ve hepsini aynı anda gerçekleştirme potansiyeline sahip olarak, varlığını sürdürür. Gözlemcinin müdahalesi ortamın şartlarını değiştirdiğinde, olasılıklardan birinin gerçekleşmesi için diğer olasılıkların çökmesine neden olur. Yani bizim üç boyutlu dünyamıza göre, gözlenene kadar tüm parçacıklar bütün olasılıkları içerir (dalga özelliği), ama gözlemlediğimizde, dalga özelliğinin kapsadığı diğer tüm olasılıklar çökerek, olasılıklardan en uygun biri (parçacık özelliği) bizim gerçeğimiz olarak algılarımıza ulaşır.
Çok mu karışık?
Peki o halde… Örnek olarak bir taşın havaya atılmasını düşünelim. Beklendiği üzere ve klasik mekanik kurallarına göre, taşın gerisin geri yere düşmesi gerekir değil mi? Çünkü en uygun olasılık budur. Oysa taşı oluşturan atom altı parçacıkların, onu havada yükselmeye devam ettirme, düşerse de yere çarpınca top gibi zıplatma olasılıkları da mevcuttur. Ama bu olasılıklar pratikte bize yarar sağlamadığı gibi, üstüne üstlük kafa karıştırıcı olduğundan taş yere düşer. Sonuç: Taşı atarsın, serbest düşme kanunu ve yer çekimi kanunu adlarındaki kapı gibi bağlayıcı mekanik kanunlara uyma eğilimi göstererek, yere düşer. Bu mekanik kanunlar, taşın fırlatıldıktan sonraki olasılıkları içinden en uygun olanını, yani yere düşmesi olasılığını ön plana çıkartıp diğerlerini göçertmiştir.
Kuantum fiziğine göre maddenin ya da enerjinin bu dalga özelliği “bir ihtimal daha var o da düşmek mi dersin” terennümüyle bizim duyularımızla bir nevi dalga geçer yani.
Burada taş, sayılamayacak kadar çok parçacıktan oluşan bir sistem olarak düşünülebilir. Tek tek parçacıklar için, bu tüm olasılıkları içeren dalga durumu geçerlidir. Ama aynı parçacıklar, oluşturdukları sistemler içinde dalga işlevlerini gizleyip, klasik mekanik kurallarına uyumlu halde gösterirler. Bu ne demektir? Olasılık var evet, ama biz günlük hayatta ve 3 boyutlu dünyamızda, tüm olasılıkları aynı anda üst üste yaşamayız. İyi de olur aslına bakarsak.
Taşın, 3 boyutlu dünyamızdaki algılarımızı çorba etmemesi açısından, diğer olasılıklarını gerçekleştirmemesi yararlıyken, yine de başka olasılıkların var olduğunu bilmek güzeldir. Hele ki taşın düşmesi kadar katı mekanik kurallara bağlı olmayan sistemler söz konusu olduğunda… Özellikle canlı sistemlerde, işin içine yaratıcı evrensel zeka denen tepkisel faktör de dahil olduğundan, durum daha karmaşık gibi görünmesine rağmen, bizim lehimize olabilir.
Zaten lehimize olmayacaksa ve ne faydası olduğunu bilmiyorsak ne işimiz var ki kuantum fizikle? Bilimsel buluşlara karşı nankörlüğümüz işte bu noktada başlıyor. Teflon da tava olarak hayatımıza girmeseydi ve pratik yarar sağladığını görmeseydik, umurumuzda olur muydu? Olmazdı. Aynı hesap.
O halde, taşı boşverip, bu defa canlı bir sistemden örnek verelim: 15 yaşlarında canlı sistem örneği bir insan yavrusu olarak, sizin bir fizik sınavına hazırlandığınızı düşünelim. Siz de fiziki olarak hoş bir tip olmanıza rağmen, bunun fizik sınavına bir hayrı yok, biliyoruz. Kısacası, realite şudur: Fizik dersinde durumunuz kritik ve yarın da sınav var.
Birinci olasılık: Sınava çalışacaksınız. Çalışırken, okuduğunuzun bir kerede kafanıza girmesini talep etmek, sizin hayrınıza bir niyettir ve niyetinizle realitenizi etkileyebilirsiniz. Çok özel başka bir etken yoksa, yani bütünün hayrı ile çatışan bir durum söz konusu değilse, bu talep evren tarafından kabul görecektir. Böylece aylardır öğrenemediğiniz konuları, bir kere okuyunca şıp diye öğreneceksiniz ve “olasılık” sınavdan iyi not almanızla sonuçlanacak.
Diyelim ki çalışmadınız. Hala sınav saatine kadar bir sürü olasılıklar var. Ama çalışmadığınız için, sınav yapılırsa iyi not alma olasılığınız, daha kafadan “çöken olasılıklar” kategorisine girdi, haberiniz yok.
İkinci olasılık: Sınavın iptalini talep etmenizin de ertesi gün yaşayacağınız günü ve sonucu değiştirmesi olasıdır. Şimdi bir sınav iptali olasılığımız var. Ancak sizin hayrınıza olacak bu olasılığın talebi, bakalım bütünün hayrına mıdır? Belki sınıftaki inekler, sınavın iptali olasılığını istemiyorlar ve gece bir yandan sınava çalışırken bir yandan da “Allahım yarınki sınavdan yüksek not alayım” diye dua ederek, ertesi gün yapılacak “sınav” olasılığını besliyorlar? Olur mu olur. Bu durumda çalışkan öğrencilerin, sınava çalışmış olması faktörü, sizin dua ve niyetle sınavın iptalini gerçekleştirme olasılığının, diğer olasılık yani sınavın paşa paşa yapılması olasılığı yönünde çökmesine bile neden olabilir. Tüm sınıfın sizin sınav iptali olasılığınızın gerçekleşmesi için dua etmesine ikna edilmesi durumunda, olasılığın gerçekleşme yönü belki yön değiştirebilir. Yine de, sınav sorularını hazırlamayı unutması, fotokopi makinesinin çalışmaması, hocanın hasta olup okula gelmemesi olasılıkları haricinde, hocanın sizin oluşturduğunuz bütüne dahil olmaması gerçekliği karşısında, sakata gelmemek için tedbiri elden bırakmayıp çalışmak en iyisi.
Görüldüğü üzere canlı organizmalar gibi sistemlerde olasılıkları etkileyen faktörler daha çok ve değişken ama “diğer” olasılıkların gerçekleşme ihtimali de bununla doğru orantılı.
Peki bunun bizimle ne alakası var dersek, teknolojik ilerlemelerimiz fazla olmasa da içsel olarak biz bu yeni realiteye millet olarak hazırız. Bir durum karşısında mevcut koşullara göre en belirgin ve olası sonucu bilir, ama aynı zamanda başka olasılıkların da potansiyel olarak var olduğunu göz ardı etmeyiz.
Göle maya çalan Nasreddin Hoca buna örnektir. Koskoca gölün maya tutmayacağını bilmesine rağmen niye “ya tutarsa?” desin ki yoksa?
Teorik olarak, sokaktaki vatandaşımız kuantum fiziği hakkında tek kelime bilmese de, evrenin bu yeni yeni anlaşılmaya başlanmış bilimsel kuralının, bizlere başka olasılıklar da sunduğunu bilirler. Sonuçları büyük olasılıkla kötü olacağı baştan belli bir durum karşısında “Biz Türküz, bize bir şey olmaz.” deriz rahatlıkla. Bu inançla Aids’li bir hayat kadınıyla korunmadan ilişkiye gireriz. Türk olmayı, farklı bir boyutta doğal bir koruma olarak algılayabilme yeteneğimiz ve buna inancımız sonsuzdur.
Tüpün gaz kaçırıp kaçırmadığını çakmakla kontrol ederiz. Ateşin normal koşullarda gaz ile reaksiyona gireceğini bilsek de, bir ihtimal girmeyeceği olasılığına açığızdır.
Alkollü araba kullanırken, arabanın yolu bildiğini iddia ederiz. Arabanın bizim denetimimiz olmadan da gidebilme ihtimali, arabanın kuantum boyutunda potansiyel olarak mevcuttur çünkü.
Tuttuğumuz takım maçı kazandığında, düğünlerde havaya kurşun sıkarız. Kurşunların boş kovanlarının yağmur gibi başımıza geri yağacağı ihtimaline karşılık, yerçekimi ve havanın sürtünme kuvvetine kafa tutarak uzayın sonsuzluğuna doğru ilerlemeye devam edebilecekleri olasılığına açıktır zihnimiz.
Tedbir konusundaki zayıflığımızın dengesini, tevekkül dozunu arttırarak kurabileceğimize de yürekten inanırız. Yani görüldüğü üzere, zihin gücüyle kendi realitemizi yaratabileceğimiz bir bilinç durumuna potansiyel olarak hazırız. Tek sorun henüz bunu kolektif bilince projekte edemedik o kadar. Ama yakındır.
Bize bir şey olmaz diyoruz ve hayrettir ki genelde de olmuyor. Öldürmeyen Allah öldürmüyor, felaket ihtimalleri arasında slalom yaparak yaşayıp gidiyoruz işte. Olanlar ise, yani sarhoşken birilerini ezenler, seken kurşunla vurulanlar ve kendilerini havaya uçuranlar istatistiki olarak küçük bir azınlıkta kalıyor. Azınlık değillerse bile yarattığımız zihinsel gerçeklikte, bunları gerçekleşmiş olmalarına rağmen algılamıyoruz.
Kafa karıştırıcı değil mi? Zaten kuantum fiziğinin kendisi de öyle.