Aklımıza ilk gelen görüntü minik bir köpek yavrusu oluyor! Sadece onlar mı koşulsuz sevme becerisine sahip? Ya da biz “koşulsuz sevme” tam olarak nedir biliyor muyuz?

Birilerini, bir şeyleri sevmekten bahsederken hep bir takım tanımlar var: “güzel olsun, eğlenceli olsun, anlayışlı olsun, bilgili olsun, zengin olsun, cömert olsun…” Genellikle bize göre olumlu özellikler, ben hiç “asabi olsun, dolandırıcı olsun, huysuz olsun, yalancı olsun…” diyeni duymadım!

“Bir elmanın iki yarısı gibiyiz.” Ne kadar romantik bir söz… Aslında, benim gibi olursan seni severim ve ben hep “bana göre” iyiyim, doğruyum! Ben “doğru”ysam, onlarda bir yanlış olmalı ve onları sevmem için de değişmeleri gerek!
Yine de düşünün bir bakalım, söylemesi kolay ama gerçekten kendinizi ne kadar seviyorsunuz? Birilerini ya da bir şeyleri, sevmek için, değiştirmek isterken aslında kendimizi ne kadar seviyoruz?

Kendini çok sevenlere narsist, kendini düşünenlere egosit denildiğini duyarak mı büyüdünüz? Benim jenerasyonum yakın dönemlere kadar bunu dinledi. Hatta psikoloji derslerinde şu meşhur ego tanımlarını ezberledi bile. Ego’larımız pek de sevilmeyen bir anlam kazandı. En azından onları problem kaynağı olarak gördük. “Ben”li cümleler kuran birilerini duyduğumuzda bizler de otomatik olarak “eh, egosu yüksek tabii!” dedik. Oysa bir yandan da içimizde birşeyler bilir, hayatın hep göründüğü gibi olmadığını. “Ben” diye konuşan birileri belki de “sen”in onamanı duymak istiyorlardır derinlerde. Kendine çok değerli kişilik kostümleri giydiren birileriyse aslında içten içe kusurlu bulduğu gerçek kimliğini -çıplaklığını- gizlemeye çalışıyordur. Bizler, bilsek bile, birazcık tanınmış birine hiç mi hayranlık duymadık, devlet liderlerini, din büyüklerini, bilim adamlarını hiç mi o yüceltici çerçevede görmedik.

Aslında hepimiz aynıyız… Bunu fark etmememiz bazılarının işine geldi, körükledikçe körüklediler bu düşünceleri, yıldızlar yaratıldı, kaf dağında oturan liderler ya da yüceler. Hepsi bu dünyaya doğdular hepsi günü geldiğinde gittiler… Önce her kimseniz kendinizi kabul edin ve sevin. Siz, o değer verdikleriniz kadar değerlisiniz.

İyi ve kötü dengesinde bile, iyinin bilinmesi için kötünün olması gereken bir düzende, herşeyin bir yeri ve anlamı var. Tek kaynağa inebilmenin bir tek koşulu var, eşitlemek. İyi ya da kötünün olmaması, başka bir deyimle farksız olması. Hoş, bunu zamana yayıp yapıyoruz. “Bak, bu şimdi kötü birşey gibi gözükebilir ama her işte bir hayır vardır, uzun vadede iyi olacak.” Yıllar sonra doğrularız bu sözleri “Evet, evet, o dönemde çok üzüldüm ama sonunda iyi oldu.” Göreceli… Zamana göre, duruma göre, size göre, bana göre… Göreceliyse farksızdır, öncesinde sonrasında, sizce bence değil olduğu anda farksızdır. Farksızsa koşulsuzdur. Koşulsuzsa değişmesine gerek yoktur. Ne kendinizin, ne diğerlerinin, ne durumların, ne de olayların…. Oldukları gibi kalmalarını kabul ettiğiniz anda ise isterseniz herşeyi değiştirme gücüne ulaşırsınız. Vazgeçmek sahip olmanın bütün gücünü verir. Zihniniz bugünkü bilgileriyle buna inanmasa bile yaşamınızda mutlaka bunu deneyimlemişsinizdir. Hatırlayın.

Eskilerde bir saygı alanı vardı, biz bunu şimdi filmlerde seyrediyoruz, yeni yaşamımızda bu alan ya çok daraldı ya da yok oldu. Herkes herkese ait herşeyi biliyor ve karışma hakkına sahip olduğunu düşünüyor. Ne komik ki, kendisine karışılmaması şartıyla! Bazen bunu iyiliklerini istediğimizi düşünerek yapıyoruz, bazense kontrol etme dürtümüzle. Anne babalar çocuklarını büyütürken koşullar yaratıyorlar “yemeğini ye, derslerini çalış, vaktinde uyu, uslu ol… o zaman seni severiz ve herkes de çok sever.” İçinde gizli bir mesaj saklı, “istediğim gibi olmazsan belki de seni o kadar çok sevmem”. Büyürüz biz de koşullar yaratmaya başlarız, arkadaşlarımız, eşlerimiz, işlerimiz için. Onlar da bizim için yaratırlar. Aslında “beni sev seni seveyim” ya da “istediğim gibi ol canımın içi ol” dünyasını yaratırız bir anlamda. Kaç kişiyiz acaba dünya üzerinde, bir o kadar da farklı istek ve koşul varsa ne kadar kolay özgüvenimizi, değerimizi kaybetmek, her halimizle sevilir olduğumuz unutmak.

Hepimizin seçimleri ve kararları var. Bunlar kişisel ve başkalarının değerleriyle yargılanamaz. Yaşamın herhangi bir anında biz başkasında yargıladığımız bir davranışı ya da düşünceyi sergiliyor olabiliriz. En ekstreminde “öldürme”yi bile. Olamaz demeyin, gerçekten bir düşünün, sizin için hangi şartlarda bu davranış geçerli olurdu. Sonra herkesin şartlarının kendine göre değişebileceğini hatırlayın. Hatalar yapılabilir, bazen öğrenmeye ihtiyacımız vardır, bazen de bilerek seçeriz belki de ucunda duyacağımız bir tatminin hayaliyle.

Özgürleşmek için önce kendinizi olduğunuz gibi kabul edin ve sevin. Değişmek/değiştirmek isteseniz de istemeseniz de… Bütünü görün ama ayrıştığı ögeleri izleyin. İçinizdeki “öfke” siz değilsiniz, yine de “öfke” hissedebilirsiniz. Karşınızdakinin “öfke”si o değil, sadece o an hissettiği… Davranışı mı sevmiyorsunuz yoksa kişiyi mi? Sevmediğiniz davranışları ayırınca geriye kalan sevgi değil mi?… Bir davranış ya da düşüncenin ucunu takip edebilirsiniz. Bu takip size inanılmaz ipuçları verir. Hatırlamaya başlarız “ne zaman böyle davranmaya böyle düşünmeye başladım”. İlk başladığı o anı bulduğunuzda artık isterseniz kendinizi özgür kılabilme fırsatınız olur. “Bundan böyle buna ihtiyacım yok” demeniz yeter. “O zaman öyle düşünmüşüm ama şimdi ihtiyacım olmadığına karar verdim”… Kararlarınız ve istekleriniz önemli. Zihniniz samimi olduğunuz fark ederse size itaat edecektir. Aynı seçimleriniz gibi, bir satıcı nasıl gerçek alıcı ya da sadece dolaşan, göz atanları birbirinden kolayca ayırırsa zihniniz de niyetinizi ayırır. Kendinizi koşulsuz sevdiğinizde ve kabul ettiğinizde başka bir çabaya gerek kalmadan herkesi ve herşeyi koşulsuz sevdiğinizi fark edeceksiniz. Ha, ben inatçıyım sevmeyeceğim diyorsanız o başka!

Mekan enerjisiyle oynarken önce boşluk yaratılır ki dolabilsin. Zihinlerinizi bir mekan sayarsanız önce bazı inançların boşaltılması gerekir ki yerine yenilerini alabilesiniz. İşinize yaramayanları, kullanmadıklarınız, önünüzü tıkayanları atın. Zihninizde gerçek kimliğiniz için yer açın.

Değişim aslında bir dönüşümdür ve bir istekle başlar. Kim olmak istiyorsanız o olun. Ve inanın herşey zihninizin kontrolünde.

Melike Belkıs Doğar