Bir ruhsal öğretiyi benimsemiş olan insanların tümünün aynı yoldan geçerek aydınlanacakları görüşüne daima karşı çıkmışımdır. Sanırım bu konuda sizler de bana katılıyorsunuzdur. Her ne kadar aydınlanmaya ulaştırdığına inanılan belli yöntemler varsa da, o yol üzerinde yürüyen insan ve kullandığı yöntem, daha önceden denenmiş olan yöntemlerden ya da daha önceden yürünmüş ve gelecekte yürünecek olan yollardan farklıdır. Bu anlamda her ruhsal yolculuğun ayrı bir manzarası vardır; her biri eşsizdir. Yani bir bakıma, temel ruhsal öğretiler olmasına karşın, aslında bu ruhsal öğretilerden herhangi birini izleyen her insanın yeni bir yol, yeni bir öğreti yarattığını söyleyebiliriz. Sonuç olarak çoğu zaman (bence her zaman) ne yaptığımızdan çok, nasıl yaptığımız önem kazanır.

İşte ben de, bir ruhsal öğreti benimsediğimde pek çok insan gibi benimsediğim öğretinin içeriğini temel alarak, kendime özgü yöntemler geliştirmeye başlamıştım. Bu yöntemlerden bir tanesi, beni gerçeklerden uzaklaştırdığına inandığım olumsuz özelliklerimi kendi kendime ifade etmek ve bununla da yetinmeyip bu olumsuz özelliklerimin bir listesini çıkarmaktı. Olumsuz özelliklerimin yanı sıra, yapmam gerektiğine inandığım şeyleri de yazar ve olumsuz yanlarımdan herhangi birini değiştirmeyi başardığında ya da yapmam gereken bir şeyde başarılı olduğumda o maddenin yanına bir işaret koyardım. Bu yöntem bir zamanlar çok işime yaramıştı. Artık hatalarımın ya da yapmam gereken şeylerin listesini çıkarmıyorum. Benim için, o yöntemin geçerli olduğu dönem artık gerilerde kaldı. Bulunduğum ruhsal gelişim düzeyime uygun başka yöntemler kullanıyorum şimdi ama kim bilir belki de bir gün eski yöntemlerime geri dönüveririm.

Bilirsiniz; öğüt, genellikle alandan çok verenin işine yarar. Oysa her birimiz çocukluğumuzdan beri bir sürü öğüt işittik durduk. Eski bir şarkıda söylendiği gibi: “Toplasak o öğütleri burdan köye yol olur(du)”. Ama bu öğütlerin yaşamımız üzerindeki etkileri genellikle bir su damlasının, nehrin akışı üzerindeki etkisinden daha fazla olmadı. Bu nedenle ruhsal gelişimimin bir başka aşamasında, başka insanların öğütlerinin yaşamıma hiçbir katkısı olmadığını anlayınca, ben de, kendi kendime öğütler vermeye başladım. Ardından hayretler içinde; kendime verdiğim öğütleri tutmakta, başka insanların bana verdiği öğütleri tutmaktan daha başarılı olduğunu gördüm. Sanırım bunun nedeni, kendimi, başkalarının beni tanıdığından daha iyi tanımam ve bu sayede de en çok ihtiyaç duyduğum öğüdü seçebilmemdi. Bu öğütler kendimden birer parça olduğu için de öğütlere yönelik bilinçaltı tepkiden ve dirençten bağımsız davranabiliyordum. Halen zaman zaman kendime öğüt verdiğim olur. Ama, tıpkı artık hatalarımı kaydetmediğim gibi, kendim verdiğim bu öğütleri de bir yere yazmıyorum. Bununla birlikte bir zamanlar kendime vermiş olduğum öğütler, eski bir defterin içinde halen elimin altında duruyorlar.
Bir gün, aynı ruhsal yolu paylaştığım bir arkadaşım kendime verdiğim bu öğütleri okuduğunda, bir kısmını kendi defterine not etti. Bunun üzerine açıklama yapma zorunluluğu hissettim: “Güneş, bunlar benim kendi kendime verdiğim öğütlerdi. Senin pek işine yarayacaklarını sanmıyorum.”

Arkadaşım; “Haklısın”, dedi. “Başka insanların öğütleri gerçekten de işime yaramıyor. Ama senin kendine verdiğin bu öğütleri okurken, bunların çoğunun kendi kendime vereceğim tarzda öğütler olduğunu fark ettim. Bir kısmı kendime ifade etmiş olduğum, bir kısmı da henüz ifade edilmemiş ama ifade edilmeyi beklediklerine emin olduğum şeyler. İşte bu nedenle işime yarayacaklarını ve bana bazı öğütlerimi anımsatabileceklerini düşünüyorum.”

Arkadaşımın söyledikleri bana çok mantıklı geldiği için, bu bölümde, bir zamanlar kendime verdiğim öğütleri sizlerle paylaşmayı düşündüm. Ola ki siz de aynı şeyi düşünmüşsünüzdür ya da düşüneceksinizdir. Veya bu öğütleriniz zihninizin bir köşesinde gün ışığına çıkmayı bekliyorlardır. Kim bilir, bakarsınız kendime öğütlerim size kendinize öğütlerinizi anımsatıverirler.

İşte bir zamanlar kendime verdiğim öğütlerden bazıları:

• Alkış bekleme.

• Önemli olan şeyler küçük şeylerdir; bunu unutma!

• Sadelik, mükemmelliktir.

• Sevdiğin ve kendini bu şekilde ifade ettiğin için yap, bir şey elde etmeyi beklediğin için değil.

• Kendini kanıtlama çabasından uzak dur.

• Bir şey bekleme ve bir şey umma.

• Kendini önemsiz, küçük, yerine kolayca bir başkası bulunabilecek bir insan olarak düşün.

• Doğru olduğunu anladığın şeyi hemen yap; yanlış olduğunu anladığın şeyi hemen değiştir. Bu tür konuları erteleme.

• Asla durma; durmak, ölmek demektir.

• Fiziksel görünümüne en az ruhsal görünümün kadar özen göster.

• Her şeyin azından zevk almayı öğren.

• Kendini geliştirmene yardımcı olacak her fırsatı değerlendir.

• Daima çevrenin ve kendinin bilincinde ol.

• Başkalarıyla yarışma.

• Sonucunu göze alabildiğin her şeye atıl; sonu kötü bile olsa seni o kadar üzmeyecektir.

• Daima daha büyük üzüntüler ve daima daha büyük sevinçler olduğunu unutma.

• Eğlence peşinde koşma.

• Karşındaki insan gibi düşünmeyi öğren. İnsanları anlamak için en fazla ihtiyaç duyduğun şeylerden bir tanesi de budur.

• Asla tek yanlı düşünme.

• Olguların asıl nedenlerini anlamaya çalış. Kökü çürümüş bir ağacın yapraklarını budamaya uğraşmak zaman kaybından başka bir şey değildir.

• Toplumun şartlandırmalarına karşı çık; bunlar ruhunun tatmin edemeyeceğin kadar derinlerine kök salmış olabilirler. Ama bunu yaparken de çevrenden bağımsız bir birey olmadığını unutma.

• Her zaman doğru bildiğin şeyi söylemen gerekmez. Duymayı bilmeyen bir kulak için en iyi sözcükler, en kötüleri olabilir.

• Cesur ol, ama cesaretle ataklığı birbirine karıştırma.

• Gösterişsiz ol.

• Arada sırada dur ve her şeye evrensel açıdan bak.

• Sevecenliğini yitirme.

• İyi düşün ve yapılması gerekeni yap. İnsanlar yaptığın şeyi “acımasızlık” olarak adlandırabilirler. Ama yaptığın eyleme bir “ben” girmemişse o zaman eylemin bir fırtınadan daha acımasız ya da bir goncanın üzerindeki çiğ damlasından daha az güzel–ve doğal– olamaz.

• Bilgece bir yaşam yaşa. Bunun için derin düşün, duygularından arın, deneyimlerini boşa harcama, isteklerini kıs ve kendine (öz doğana) güven.

• Kendini olayların akışına kaptırma, ama bunu yaparken yaşamdan da uzaklaşma.

• Başarıya ulaşmak için olağanüstü şeyler yapmana gerek yok. Yalnızca başarını engelleyen etkenleri ortadan kaldırman yeter. O zaman, önündeki engeller kaldırılmış olan bir nehir gibi amacına doğru kendiliğinden akarsın.

• Her zaman sahip olduğunu düşündüğünden daha fazla seçeneğin olduğunu unutma.

• Ne yaptığın değil, nasıl yaptığın önemlidir.

• Aldığın şey çoğu zaman verdiğin şeyin bedelidir.

• Belki de önemli olan insanın düşünceleri değil düşünce biçimidir. Tıpkı düşmanını yenmeni sağlayacak teknikleri değil, hareket biçimini, yenme tarzını öğreten Aikido gibi.
• Savaşçı karşısına çıkan şartlara göre hareket etmeyi bilir. En kötü durumlardan bile yararlanmanın yolunu bulur; çünkü felsefesi dirençsizlik üzerine kurulmuştur. Gerçek güç dirençsizliktir. Dirençsizlik sonunda güce dönüşür.

• Zihin daima akış durumunda olmalıdır. Çevreyle tam ilişkiye geçtiğinde, kişi kendini çevresinden ayrı bir şey olarak algılayamaz. “Ben ve ben olmayan” ikilemi ortadan kalkar. Bu durumda, aniden meydana gelen hiçbir şey yoğunlaşmayı bozamaz. Çünkü kişi ve çevresi artık aynı şey olmuştur. Aniden meydana gelen olay da bütünlüğün bir parçası olduğu için beklenmedik bir şey olarak algılanmaz. Böylece zihin sürekli akış durumunda olur.

• Kişi, zihnini bağımlılıktan ve duraklamadan kurtardığında zihnin akışı gerçekleşir. Zihnin akışa geçmesi için belli bir noktaya odaklanmamış olması gerekir. Yoğunlaşılacak şey parçalar değil, bütündür.

• Gerçekte yüce olan değerler, sakin bir ritmi olan değerlerdir. Ne içinde ne de dışında gürültüye patırtıya yer verme. O karmaşanın seni sakinliğin ritminden koparmasına izin verme. Zihin son derece başı boştur. Eğer onunla uğraşırsan o da seninle uğraşır. Böylece karmaşa durmadan artar. Ancak zihnini denetimsiz bir denetimle kendi haline bırakırsan bir süre sonra durulacaktır. Böylece sakin ritmi yakalamış olursun.

• İnsanlar durmadan yeni bir şeylere başlarlar ve böylece de yaratıcı olduklarını düşünürler. Oysa bu büyük bir yanılgıdır. Çünkü öze bu şekilde varılmaz. Öze ancak aynı şeyi geliştirerek varılabilir. Temel daima sabittir, yenilik onun üzerine konan tuğlalardır. Varoluş kalesi böylece meydana getirilebilir. Durmadan yeni bir şeylere başlamak ise yalnızca hiçbir işe yaramayan temeller atmaktır.

• Belli bir şey ile uzunca bir süre uğraştıktan sonra bir süreliğine o konu ile ilgilenmeyi tümüyle bırak; onu rüyalarından bile çıkar. Yeniden onunla ilgilenmeye başladığında, bu alanda eskiye oranla çok daha başarılı olduğunu göreceksin. Aynı şey aradığın yanıtlar için de geçerlidir. Çözüm genellikle sorunun içindedir ve yanıtı bulmaktan umudunu kesip her şeyi bıraktığın anda çözüm kendiliğinden beliriverir.