…”Ne muhteşem bir manzara ve ben de bu muhteşem manzarayla bir bütünüm… Offf varlığımız ne kadar muhteşemmiş. Kollarımı açmamla hissettiğim enerjiyi dünyada yaşamadım hiç sanırım. Ciğerlerime sadece temiz oksijen değil, tertemiz enerjiler de doluyor… Ben BİR’im… Ben BİR’im… Ben BİR’im…”

Sonra bir an irkiliş ve gözlerimi zifiri karanlıkta açıyorum yine. Kendimi bildim bileli bu karanlığın içindeydim. Hep karanlıkta yaşayan bir varlık, karanlıkta olduğunu nereden bilecek diyeceksiniz? Zaman zaman içerideki ışık değişiyordu. Bazı bazı yerlerden ışıklar sızıyordu buralara ama nereden kaynaklanıyordu, bilen yoktu. Bazı söylentiler dolaşıp duruyordu, o sızan ışıkların kaynağını keşfedenlere dair. Ama bu konuşmalar hep büyükçe amcaların “Aman gene mi aynı terane. Yok öyle bir şey, birileri hayal görüyor ve diğer saftirikleri peşlerinde koşturuyor. Öyle ışık mışık yok, olsa biz bulmaz mıydık? Bir ömürdür buralardayız. Bundan öte dünya yok, olamaz da… Hem kim ışığın daha iyi olduğunu biliyor ki? Kim görmüş ki birkaç delinin dışında…” sözleriyle kesiliyordu.

Yaşadığımız yerin öteleri var mıydı, bilemiyordum. Ötelere ulaşabilen çok çok az kişi vardı. O kadar bilinmezdi ki öteler, çok az kişi cesaret edebiliyordu oralara gitmeye… Evet, biz karanlıkta yaşamaya alışmıştık, ama yine de en azından çevremizi iyi biliyorduk. Nerede ne var, nereye çarpmamamız lazım, kim nerede neyi yapıyor… Bunlar hayatımızı sürdürmek için bizlere yetip artıyordu bile… Ama peki ya gördüğüm o rüyalar? O ışıklar? O muhteşem manzara? Peki ya “Ben BİR’im” ne demekti? Ötelere gidip geldiği söylenen bazı insanlarımızdan, ötelerin muhteşem olduğuna dair söylentiler vardı. Çevremdekilere rüyalarımı anlattığımda da zaten bu söylentilerin etkisiyle gördüğümü o sahneleri söylüyorlardı. Hatta yakın bir arkadaşım “Geç bunları birader, binlerce yıl önce birileri gitmiş de görmüşmüş de, anlatmış da, mükemmelmişiz de… Safsata bunlar. Yediğin ekmeği sana bu safsatalar mı veriyor. Sen işine gücüne bak, bırak bu hayalleri…” Ama bırakamıyordum işte…

****
Derken bir gece bir rüya gördüm. Büyük bir suyun yanındaydım. Okyanus diyorlarmış oraya, yanımda birisi vardı. Bana bardaklarla bir şeyler gösterdi… Şimdi anlatması zor ama sanki hikayenin bitmediğini hissetmiştim… Çevremdeki arkadaşlarıma anlattığımda da bu rüyayı, çok heyecanlandıklarını gördüm. Ben de uzun zamandır artık daha farklı hissediyordum da yalnız değilmişim, bunu görmek iyi geldi. Peki ama neyin eşiğindeydik biz?

*****
Ertesi gece uzandım, gözlerimi kapadım. Sonra o okyanusun kıyısında buldum kendimi yeniden… Bu sefer ufuklara bakıyordum uzun uzun. Daha önce hiç okyanus görmemiş olsam da şimdi nasılsa kıyıda oturmuş ve onu izleyebiliyordum. Sonra yanımda bir varlık hissettim. Döndüm baktım, yine O’ydu. Bu sefer benim yaşlarımda bir adam olarak göründü gözüme. “Kankan olarak görüneyim istedim. Güzel bir kadın da olarak da görünebilirdim de sonra aklın başka yerlere gidiyor. Böylesi daha iyi…” deyip bir göz attı. “Sevdin sen bu okyanus manzarasını, aslında seninle konuşabileceğimiz o kadar çok sahne var ki…” Bir parmak şıklattı ve kendimizi dağların tepesinde bulduk. Çok ama çok yüksekteydik ve ayaklarımızın altında koca bir dünya vardı… Bir parmak daha şıklattı, kendimizi bir harabede bulduk. Daha önce böyle bir yer görmemiştim hiç, eski insanların böyle yerlerde yaşadığını ve onlar gidince yaşadıkları yerlerin harabeye döndüğünü duymuştum. Ama ilk kez bir tanesini görüyordum, ne kadar güzeldi. Sonra bir parmak daha şıklattı, yine okyanus kıyısındaydık… “Neyse en iyi bildiğine getireyim yine seni. Etrafına bakmaktan mesajı kaçırabilirsin. Keşfedecek daha çok zamanın olacak her yeri, merak etme… Şimdi sana vereceğim mesajı, önce yüreğinde hisset, sonra da arkadaşlarına ilet…” Derin bir nefes aldım…

“Bugüne kadar karanlığın içinde yaşayıp ışığın hayalleri içinde yaşayan güzel varlıklar oldunuz hep. Karanlıkta yaşadınız, ama bir yandan karanlığı da kabullenemediniz. Çünkü içinizde bir yerlerde başka bir şeylerin de olduğunu, size sunulanın ötelerinin de varlığını hissediyordunuz. Reddedişiniz bir tepkiydi aslında. İyi ki de hissettiniz bunu. Tıpkı annesinin babasının çizdiği sınırların ötesine geçen çocukların tavırlarıdır gibidir bu. O kurallar bir süre sizi koza gibi korur, ama kelebek olabilmeniz için kozanın ötesini görmelisiniz. İşte yaşadığınız karanlık da aslında sizi koruyan bir rahimdi. Büyümeniz gelişmeniz için gerekiyordu, fakat artık onun da ötesine geçmenizin zamanı. Farkındasınız biliyorum, bir süredir bir yolculuktasınız. Bildiğiniz diyarları terk ettiniz, hatta sürekli oranızı buranızı çarparak ilerlemeye çalışıyorsunuz. Canınız çok yanıyor. Bazılarınız daha ötelere gitmeyi de reddetmeye başladı bu yüzden. Fakat az kaldı. Bu, karanlıktan kurtuluş yolculuğu değildi asla. Karanlık sizin büyüdüğünüz yerdi, sizin her zaman parçanızdı, dedim ya tıpkı ana rahmi gibi… Ve onu tanıyıp, kabullenip, kucakladıkça; tıpkı ona alışmış gözler gibi daha rahat hareket etmeye başladınız yolculuğunuzda. Karanlığı reddetmek, karanlık içinde gözlerini kapatıp yürümeye çalışmaya benzer. Gözlerinizi açtığınızda ise gözler ona alışacak, işte kabulleniş budur… Ve çok yakında karanlığın ötelerinden çıkacaksınız… İşte mesajım budur sizlere… Çok daha zorlu bir yolculuk başlıyor hazır olun… Bunun adı, ışığın yolculuğu… Bugüne kadar rüyalarınızda gördüğünüzü, şimdi birebir yaşayacaksınız. Ama gör bak, ışığı kabullenmek, karanlığı kabullenmekten zorlu olacak. İnsanın en büyük zorluğu, kendinin ne kadar karanlık değil, ne kadar aydınlık olduğunu kabullenmesidir. Siyahı değil, beyazı kabullenmesidir. Bir insanın karşısına geçip onun ne kadar berbat olduğunu söylediğinizde, size tepki gösterse bile bunu kabullenir, çünkü bunu onaylayan sayısız verisi vardır. Ama ne kadar güzel, ne kadar iyi olduğunu söylediğinde, eli ayağına dolaşır… Çünkü bilmez bunun ne demek olduğunu, nasıl olduğunu… Şimdi hazır olun, Hasan. Çok yakında ışığı göreceksiniz. Önce gözleriniz acıyacak kamaşmaktan, alışamayacaksınız… Kapat ışıkları diye bağıracak niceleri… Kaçmaya çalışacak geri… Ama acısa da yolunuza devam edin… Göreceğiniz ilk gölde de yansımanıza bakın… Bugüne kadar kendinizi hiç görmediniz çünkü… Şimdi ışık altına görebileceksiniz hem kendinizi, hem birbirinizi… Sonrası mı? Hadi önce bunu yaşayın da biraz, sonrasına bakarız… Hazır ol, az sonra uyanacaksın ve mesajımı aynen ileteceksin… Şimdi! UYAN!”

*****
Gözlerimi açtım… İçerisi karanlıktı… Yol arkadaşlarımın kimisi uyanıktı, kimisi homurdanıp duruyordu. Kimisinden hoş mırıltılar yükseliyordu; muhtemelen onlar da benzer mesajı alıyorlardı diye geçti içimden. Ama çok önemli bir şeyi yaşamaya hazırlanıyorduk… Ellerime baktım… Hep benimleydiler, ama aslında nasıl görünüyorlardı? Bilmiyordum… Keşfetmenin zamanı gelmişti demek. Bunun için yürümeye devam etmek gerekiyordu… Ama önce iletilecek bir mesajım vardı… 🙂 

Hasan 'Sonsuz' Çeliktaş

18 Kasım 1976'da Mersin'de doğdu. Toros Koleji'ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'ne girdi. Fakültesini çok sevdiğinden mezuniyeti sonrasında oradan ayrılamadı ve asistan kadrosunda eğitim hayatına devam etti. 2005'te ise İzmir'e yerleşti. 2001 yılında "Sonsuzlukotesi" mail grubunu kurmasıyla başlayan yazarlık hayatı, önce 2002'de sonsuzlukotesi.com'u, daha sonra da 2004'de derKi.com'u kurmasıyla devam etti. Bir yandan da Cosmopolitan, Esquire, Yeni Aktüel, Zodiac, Akşam Brunch gibi dergilerde ve Akşam Gazetesi'nde serbest yazar olarak yazıları yayınlandı. 2011'de ise Anadolu topraklarından doğup Amazon.com'da yayınlanan ilk Türk Spiritüel dergisi "The Wise"ı oluşturdu. Halen yazmaya devam ediyor. Duru Sonsuz ile Özün Dünya'nın babası sıfatıyla onlara rehberlik yapmaya çalışıyor...