Bedeniniz gerginse mutlaka düşüncelerinizi gözlemleyin.Düşünceler 2 ana kategoride sıralandıklarında bedende büyük bir gerilim yaratırlar: istiyorum ve istemiyorum.

İstiyorum diyen düşünceler; fiziksel haz istiyorum, başarı istiyorum, övgü istiyorum, kazanç istiyorum, mutluluk istiyorum, kontrol edebilmek istiyorum, güvenlik istiyorum der, oburdur, açgözlüdür.İstemiyorum diyen düşünceler ise öfkelenir, kıskanır, haset eder, kin tutar, geçmişe takılır, geleceğe endişelenir, yergi istemez, kayıp istemez, mutsuzluk istemez, başarısızlık istemez, cömert olmak istemez, tembeldir, uyuşuktur, enerjisizdir.Zihin bu düşüncelerle gerçeklikten koparılırken, beden bu düşüncelerin yarattığı huzursuzlukla işkence çeker.

Bu işkence, iki araçla yapılır.İlki farkındalık kaybı, ikincisi ise konsantrasyon ve odaklanma kaybı.Daha net söylemek gerekirse yanlış farkındalık ve yanlış konsantrasyon aracılığıyla kendimize acı çektiririz.Farkında olmamız gereken şeyleri fark etmeyi bırakıp farkındalığımızı kusurlu şeylere yönlendirir,doğru şeyin üzerine odaklanmak yerine yanlış şeylerin üzerine odaklanırız.Çevremizde arzu yaratan, tüketim ihtiyacı oluşturan, bizi öfkelendiren, açgözlülüğümüzü tetikleyen şeyleri fark eder ve farkındalığımızın merkezine bunları koyarız. Konsantrasyonumuzun nesnesi ise arzu dolu düşünceler, tüketim ihtiyacı, açgözlülük, öfke ve kaygı olur.

Farkındalığımızı bunlarla sınırlamak ve bunlara odaklamakla kalmaz, bu tür düşünceler bize eziyet etmelerine karşın bunlardan haz alır, bunları düşünmek ister, bunlarla eğleniriz.Çoğu insan aslında arzu dolu, öfke dolu, açgözlülük dolu ve kaygı dolu düşüncelerle eğlendiğinin farkında değildir.

Ne zaman ki huzur ile karşı karşıya kalsalar insanlar o zaman yanlış farkındalık ve konsantrasyon geliştirmiş olduklarını fark edebilirler; elbette farkındalıkları bir parçacık tarafsızlık kazandıysa.Farkındalık, huzuru fark ettiği anda kendi gerginliğini de fark eder.Bu gerginlik, kusurlu haz için gereklidir.Hatalı haz temel itibariyle bir gerginlik yaratılması ve ardından bu gerginliğin gevşetilmesi ilkesine dayanır.Bir arzu nesnesi görür ya da üzerinde düşünürüz.Hemen ardından buna ulaşamamanın ya da ulaşma arzusunun yarattığı ve her an kademe kademe artan gerilimi hissederiz.Gerilim arttıkça, arzu nesnesine duyduğumuz heves, beklenti ve ihtiyaç da artar.Gerilimin artması arzu nesnesini bizim için “ne olursa olsun” elde edilmesi gereken bir şeye dönüştürür.

Zihnimizde, hayallerimizde defalarca ondan mahrum kalır ve defalarca ona kavuşmanın hazzını tadarız. Bu sebeple arzu nesnesine hemen ulaşmak onu yeterince haz verici hale getirmez.Aynı şekilde bir diğer haz alma yolu da bize acı veren bir durumdan kurtulmaktır.Bu durumda kurtulmak istediğimiz şey ne kadar endişe vericiyse, öfke yaratıyorsa ondan kurtarmak o kadar haz verici olacaktır.Dolayısıyla aslında gelecek için duyduğumuz kaygılar, kafamızda eşimizle dostumuzla ya da sıradan insanlarla yarattığımız hayali kavgalar hep haz alma araçlarıdır.

Zihin arzu nesnesi ile ya da acı nesnesi ile temas etmediği bir durumu sevmez. Bu sebeple sürekli olarak kendini bir biçimde huzursuz ve dolayısıyla da bedeni gergin halde tutar.Bu sebeple aslında hatalı zihin halleri için huzur kabul edilebilir bir şey değildir. Sadece kabul edilebilir değil aynı zamanda korkutucudur da.

Zihnimizde arzu nesneleri ve acı nesneleri kolleksiyonu vardır.Ne zaman “gerçek farkındalık” ŞİMDİKİ ZAMANA yönelmeye kalksa hemen zihnimizdeki çekmeceden bir tane arzu nesnesi ya da acı nesnesi çıkarır ve onunla eğlenmeye başlarız.Zihnimiz uzun süredir, kötü koşullarda saklanan bu arzu ve acı nesneleriyle kokuşmuş, ekşimiz, bozulmuş, kontamine olmuş yani kirlenmiş, mikrop kapmış haldedir.Dolayısıyla da hem zihnimiz hem de bedenimiz büyük bir acı çekmektedir.

İşte bedeninizde ne zaman bir gerilim varsa, ne zaman bir oto-immün hastalığın pençesindeyseniz, ne zaman bir stres etkeni ile boğuşuyorsanız, mutsuz, kaygılı, huzursuz, öfkeli, dalgın ve yorgunsanız, engellenemez bir şekilde şu ya da bu arzunun pençesindeyseniz bilin ki bu durum zihninizin bozulmasından, mikrop kapmasından, kirlenmiş olmasından kaynaklanıyor.Bilin ki bir tür hastalığın pençesindesiniz.Bu bulaşıcı bir hastalık. Bizden çevremizdeki insanlara, çocuklarımıza, genel anlamda dünyaya bulaşan korkunç bir hastalık.

Bu sebeple, ilk olarak öfkenin anlayış, şefkat ve cesaret ile, cimriliğin ve kontrol yanılgısının cömertlik ve gerçekte neye sahip olabileceğimizin anlaşılması ile, cehaletin geçiciliği fark etmek ile yenilmesi, hatalı, bölen, ayıran, ben ve diğerleri diyen farkındalığın bölmeyen, ayırmayan farkındalıkla yer değiştirilmesi, hatalı konsantrasyonun yerini doğru konsantrasyona bırakması gerekir.

Hayat boyu aldığımız tüm eğitimler içinde bundan daha önemli bir eğitimin var olduğunu düşünmüyorum

Cem Şen

1968 yılında doğdu. 1981 yılında savaş sanatları eğitimi almaya başladı. 1987 yılında Zen Budizm’in Türkiye’deki temsilcisi olan İlhan Güngören ile tanıştı ve 1987-1990 yılları arasında Güngören’in asistanlığını yaptı. Bir yandan Güngören’i Zen çalışmalarında ve Tai Chi Ch’uan derslerinde destekleyen Cem Şen aynı zamanda Namık Ekin, Mustafa Aygün gibi eğitmenlerle savaş sanatları eğitimini sürdürdü. 1990 yılında ilk çeviri eseri yayınlandı. Aynı yıl çalışmalarını tümüyle Taocu çalışmalara yönlendirdi. Sırasıyla Mantak Chia, Master Wang, Master Wu, Eric Steven Yudelove gibi ustalardan eğitim alan Cem Şen aynı zamanda bu ustalardan farklı Taocu sistemleri öğretme yetkisi de aldı. Halen ustalar ile çalışmalarını ve dünyanın farklı yerlerinde bulunan yaşayan büyük bilgelerle iletişimini ve arayışlarını sürdürmektedir. 1991 yılında Dharma Yayınları’nı ve ardından 2003 yılında bu yayınevinden ayrılarak Klan Yayınları’nı kurmuş olan Cem Şen’in içlerinde “Enerjinin Dansı: T’ai Chi Ch’uan” ve “Dolmuşa Binme ve Dolmuştan İnme Sanatında Zen” adlı kitaplarının da bulunduğu 8 kitabı ve yaklaşık 40’a yakın çeviri eseri bulunmaktadır.