(Yazının birinci bölümü için lütfen buraya tıklayın; yazının önceki bölümü için de lütfen buraya tıklayın.)

İçim çok ama çok daralmıştı. Karnımda sanki bir şeyler tepik atıyordu. Çok sevdiğim fotoğraf atölyemdeydim o anda, ama oradan bile çıkıp gitmek istiyordum. Sonra eve gittim, ama bu hissim daha da arttı. Ne yapacağımı bilemez haldeydim. Kıvranıyordum resmen iç sıkıntısından. Sonra bir anda aklıma geldi; bundan iki sene önce 2011 Ocak ayına girdiğimizde de benzer bir durumu yaşamış ve meditasyona oturmuştum. Sonrasında her şey değişmişti, hatta bu meditasyonu defalarca yinelemiştim. Ama son bir senedir nedense ihmal etmiştim, bilip de ihmal ettiğim nice şey gibi. Neden şimdi yapmıyordum ki… Hemen ortamı ayarladım ve başladım…

Meditasyon mu? Nasıl Bir Şey Peki Bu?

Yaptığım bu çalışma Reiki Hocam Gülüm Omay’ın “Çakra Aura” derslerinde öğretilen dokuz aşamalı bir meditasyon pratiğiydi. İnsan bedenindeki beş temel beden yani fiziksel, eterik, duygusal, zihinsel ve ruhsal bedenler ile bunların arasındaki bağlantılara 15’er dakika Reiki yollayarak yapılıyordu. Esasında Gülüm, her bir aşamayı bir gün yapın demişti derste, ama ben o anda dinlemediğim için bu kısmı hepsini bir seferde yapmalıyız diye anlamıştım. İyi de oldu esasında. Kendimle 2.5 saat başbaşa kalma fırsatım oldu bu bahaneyle. Günde 15 dakika böyle bir yoğunlaşma için yeterli değil. Facebook başında saatlerimizi harcıyoruz, o saatlerin bir kısmını kendinle kalmaya harcayınca neler değişiyor neler… (not 1: Bu arada ben en iyi bildiğim yol olarak bunu kullanıyorum, ama herkesin kendisi için en iyi gelecek bir yolu vardır. Yoga yaparsınız, farklı meditasyonlar yaparsınız, nefes çalışırsınız vs. Kendinizle kalmanıza ne iyi geliyorsa, onu yapın.) (not 2: Bu çalışmayı yaparken bol bol da vizyon gördüğümü belirtmeliyim. Yani bir sinema filmi izler gibi içimde yolculuğa başlıyorum, ama aktif kahraman benim ve yaptığım her şey beni etkiliyor. Nitekim az sonra okuyacaklarınız bu vizyonların sonucudur.)

Başlıyoruz…

Arkadan çalan müziğin akışına kendimi bıraktım, gözlerimi kapadım. İlk dakikalarda herhangi bir şey olmadı. Zaten ilk çalışma bir nevi motoru ısındırma gibidir, tüm bedenlerinize Reiki yollarsınız. Kafanız anca dinginleşir, ancak ortama alışırsınız. Hele ki susmaya ve durmaya alışması kolay olmaz pek…

Ruhumun Roma Hamamında…

Gözlerimi açtığımda dev tavanlı bir Roma Hamamı’nda buldum kendimi… Karşımda üç orta boy havuz, üçünün arkasında da dev gibi bir havuz vardı. Esasında burası bir hamam değil, bir ruhsal şifa merkeziydi. Yanımda da üç yardımcı vardı. Öncelikle selamladılar beni ve hadi gel zırhını çıkartalım dediler. Zırh mı, ne zırhı derken; üzerime baktım. Kendimi çıplak zannederken, aslında üzerimde koca koca metal plakalar olduğunu farkettim. Ben bunları çıkarttım sanıyordum ama aslında oldukları yerlerde duruyorlardı. Üçü gülümseyerek yaklaştılar ve metalleri çıkartmaya başladılar; beni yıllardır koruduğuna inandığım o parçaları… Altlarında ise durum felaketti. Bedenim yanıyordu ve yara bere içindeydi, cılk ve kötü kokulu sıvılar kaplamıştı her yanımı. Bedenimde tek sağlam kalmış bölgeler zırhın olmadığı yerlerdi. Daha da beteri derimin altında hareketler vardı. Canım o kadar acıyordu ki dokunmalarına bile izin vermiyordum kesinlikle. Ama ellerindeki bezlerle giriştiler bana. Önce vücudumu sildiler bağırta bağırta.  Daha sonra sürtmeye başladılar yaraların üzerine ve kabuklarını kaldırdılar. Çığlık çığlığaydım. (Meditasyon yapan benimse içim artık daraldıkça daralmıştı, ama daha önceki tecrübelerimden kesmemem gerektiğini biliyordum. Şu anda bedenimin şifalandırılması için bu gördüklerimi yaşamam gerekiyordu. Bu vizyonları yaşarken bir yandan da çözülüyordum aslında, bir rüya da sorunlarını çözmek gibi…)

Kalkan yaralarımın altı kurt ve parazit doluydu. Kasıklarıma baktım. Beyaz kurtçuklar vardı sayısız. Önce onları tek tek aldılar. Karnımdaki durum çok daha felaketti. Bir yandan üç tane derin oyuk vardı, sanki bıçak girmiş de çevrilmiş gibi; bir yandan da kocaman bir yılan büyüklüğünde bir parazit söktüler. Sırtımda ise üç büyük yılansı parazit vardı. Onları zorlayarak çıkarttılar. (Kökleşmiş korkular ve düşüncelerimin nasıl enerji kaybettirdiğini gösteriyordu ruhum bana bu sembollerle.)

Sonra hadi birinci havuza gir dediler. Her tarafım delik deşik, yara içinde, oyuklarla dolu ve yürüyemez halde girdim havuza. Havuzun suyunun rengi sarıydı ve bir anda bedenimin her yerini kapladı. Bu su seni şifalandıracak dediler merak etme. Kendimi bıraktım. Bir yandan da kendimi korumaya çalıştığıma inandığım esnada, kendime ne kadar hasar verdiğimi görüyordum. Zırhlar, kalkanlar, her türlü savunma taktiği; BEN sandığım varlığımı savunmam için gerekliydi sanıyordum. Ama esasında onlar beni gerçek benliğimden uzak tutmuşlar bir de üstüne ciddi zarar vermişlerdi… Havuza kendimi bıraktım…

Çalışmanın Ertesinde…

Vizyonlarım diğer havuzlara girmemle devam etti. Her bir havuz bedenlerimin farklı kısımlarını şifalandırıyordu. En son büyük havuz ise ruhsal bedenim içindi. Oraya girip çıktığımda tertemiz çıkmıştım, diğer havuzların mavi ve yeşilinin de temizlenmesiyle. Ama tabii üstüm başım yara içindeydi. Bedenlerimin kendisini toplaması zaman alacaktı. Meditasyondan çıkarken son kez, beni koruduklarına inandığım zırhlarıma baktım. Yanılmıştım. Zırha ihtiyacım yoktu…

Meditasyondan çıktığımda evet daha iyi hissediyordum kendimi ama halen sıkıntım tam bitmemişti. Zaten ameliyat gibidir bu çalışmalar. Ruhsal ameliyattı yaptığım bir nevi kendime ve ruhsal şifalanma süreçleri de bedeninkiler gibiydi. Bugün yaptım çalışmayı, ertesi gün hemen düzeldi yoktu. Zamana ihtiyacım vardı. İhtiyacım vardı çünkü daha büyük bir karşılaşmaya hazırlanmamın ön safhasıydı bu sadece…

İsrafil borusunu sadece UYANın diye çalmıyordu. UYANış sadece sürecin ilk adımıydı. Önden bir güzel banyo yaptırıyor ve şifalandırıyordu ki ruh seni, bundan sonraki büyük karşılaşmaya hazırlan. Ne kalkansız, ne zırhsız, ne de kılıçsız. Seni koruyacak hiçbir şey yok, saldırabileceğin hiçbir şey de… Ve ben adım adım bu karşılaşmaya hazırlanıyordum: Kendimle yüzleşecektim. Ama bu karşılaşmadan önce beni zorlu bir rakibim bekliyordu ve o beni yüzyıllardır bekliyordu: Korkumun karşısına çıkacaktım…

(Devamı için lütfen tıklayın.)

Hasan 'Sonsuz' Çeliktaş

18 Kasım 1976'da Mersin'de doğdu. Toros Koleji'ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'ne girdi. Fakültesini çok sevdiğinden mezuniyeti sonrasında oradan ayrılamadı ve asistan kadrosunda eğitim hayatına devam etti. 2005'te ise İzmir'e yerleşti. 2001 yılında "Sonsuzlukotesi" mail grubunu kurmasıyla başlayan yazarlık hayatı, önce 2002'de sonsuzlukotesi.com'u, daha sonra da 2004'de derKi.com'u kurmasıyla devam etti. Bir yandan da Cosmopolitan, Esquire, Yeni Aktüel, Zodiac, Akşam Brunch gibi dergilerde ve Akşam Gazetesi'nde serbest yazar olarak yazıları yayınlandı. 2011'de ise Anadolu topraklarından doğup Amazon.com'da yayınlanan ilk Türk Spiritüel dergisi "The Wise"ı oluşturdu. Halen yazmaya devam ediyor. Duru Sonsuz ile Özün Dünya'nın babası sıfatıyla onlara rehberlik yapmaya çalışıyor...