Diyelim benim gibi, orta yaşlarınızı sürmektesiniz, “evli ve çocuklu”sunuz, bir işiniz, birlikte olmaktan keyif aldığınız arkadaşlarınız, kendinizi şarj ettiğiniz birkaç hobiniz var. Ciddi bir maddi sıkıntı veya sağlık probleminiz de yok, çok şükür. Yılda bir kez de olsa tatile gidebiliyor, ayda birkaç ev dışı program yapabiliyorsunuz. Hayata ve dünya, memleket, insan meselelerine dair birşeylerin de farkındasınız. Ülkede tek haneli yüzde birşeyin içine giren bir standartın insanısınız yani. Öyyyyle yaşayıp gidiyorsunuz.

Derken, içinizde önceleri anlık ve belli belirsiz bir iç çekme şeklindeyken, giderek daha sık kendini hatırlatan adlandıramadığınız bir huzursuzluk başlıyor. Bunun yaşadığınız günlük sorunlardan kaynaklandığını düşünüp, üstünde kafa yormuyorsunuz. Fakat sorun geçip gittikten sonra da aynı yerde durduğunu hissedince, “İçimde tuhaf bir his var, Allah hayırlara çıkarsın” diye dillendirmeye başlıyorsunuz artık. Bu durumu paylaştığınız arkadaşlarınız size, “ E çok yoruldun son zamanlarda ondandır, bir tatile çıksana sen, dağıt biraz kafanı geçer”, “Aklına kötü şeyler getirme hayatım, iyi düşün iyi olsun”, “Ay, aynı şey bana da oluyor, ne yapsak, gel bu akşam sinemaya gidelim, belki unuturuz” falan diyor. Hepsini deniyorsunuz ama heyhat, bir işe yaramıyor.

Günler böyle geçiyor geçmesine de siz artık eski siz değilsiniz. Yaptığınız herşeyde bir eksiklik, tatsızlık, böyle bir paslı, isli bir durum. (Amannn, yazarken bile içim sıkıldı yahu! Anladınız işte nasıl bir şey olduğunu değil mi? Bu satırlara kadar geldiyseniz aşağı, yukarı aynı şeyleri yaşamış olma ihtimaliniz yüksek zaten.) “Anladık kardeşim, de artık ne diyeceksen” diyorsanız, “Ooo, daha sabretmeyi bile öğrenememişsin, işin zor senin, benden medet umma, bu uzun ve zahmetli bir yoldur, öğrenecek daha çok şey var” derim, iyi olmaz yani. O yüzden bir derin soluk alıp, ona kadar sayın, bir sakinleşin, anlatıyorum . Bir araba lafı boşuna etmedim herhalde, bir tesbitte bulunup, bir de çözüm söyleyeceğim.

Şimdi, böyle bir durumda yapılacak ilk şey, önce bu durumu kabul etmektir. Yani ”İçim sıkılıyor, ruhum bunalıyor, yaşamak anlamsız geliyor, hiçbirşey beni mutlu etmiyor, ne şanssız biriyim yarabbi, bu sıkıntı hayra alamet değil” vs. gibi manasız sızlanmaları unutacaksın. “ Bana bir şey oldu, bu şu anda beni mutsuz ediyor, yoruyor ama bunun bir nedeni var. Ben bu nedeni bulana kadar bu durumla yaşayacağım anlaşıldı. Şimdi şöyle bir sakinleşeyim önce, sonra döneyim bakalım içime ne oluyor.” diyeceksin.

Dedin mi? Bir zaman sonra şöyle bir şey olması lâzım: Hani o bir sürü mızırdanma vardı ya onların yerini manalı sorular alması lâzım. Şöyle sorular meselâ; “ Ben kimim?, Beni mutsuz eden ne olabilir?, Yaptığım şeyler beni mutlu ediyor mu?, Yapmak istediğim şeyler var da yapamıyor muyum?, Niye yapamıyorum?, Yapabilmem için ne yapmam lâzım? vs.”

Bu soruları veya benzerlerini sormaya başlamışsan, cevaplar önceleri, aslında sorunun cevabını bilen ama parmak kaldırmaya çekinip kolunu gövdesine yapıştırıp ürkekçe kaldıran öğrenci misali; sonra da “ben biliyorum, örtmenim” diye parmağı havada zıplayan öğrenci gibi gelmeye başlar.

“Oh kurtuldum çok şükür!” diyorsan, yanıldın. İşin en zoru bu noktada başlıyor çünkü. Cevapları buldun, emin de oldun diyelim. Şimdi o cevapların sana söylediklerini yapman lâzım ki, bu bazen iğneyle kuyu kazımaya benziyor. Cevaplarından ne kadar eminsen, çözüm de o kadar kolay yalnız, bunu bil. Bir de tavsiyem şudur ki, acele etme. İyice emin ol yapmak istediğinden ve kırmadan, dökmeden, yaralamadan yap ne yapacaksan.

Bir de şöyle bir durum olabilir, sakın ümitsizliğe kapılma. Cevapları bulursun da hiçbirşey yapamazsın. Yapmak zor gelir, yapacaklarının sonuçları ağır gelir, cesaretin olmaz vs. O zaman kendine de ki “ Olabilir, şu anda böyle ama bu değişebilir. Demek ki daha zamanı gelmedi, biraz bekleyeyim bakalım, neler olacak.” Bu durum önceki halinden kesin daha iyi hissettirir, emin ol. Artık farkındasındır çünkü ve attığın adım da az, buz bir şey değildir. Olur zamanla yani, ya da olmaz ama sen bunu seçtiğini bilip sonuçlarını sızlanmadan yaşamayı bilirsin.

Bir de şu var, bu okudukların sana hikaye gelebilir. “Oturmuş klavyenin başına ahkâm kesiyorsun, ne yani şimdi bu söylediklerin, hava, civa.” diyebilirsin. Bir zamanlar buna benzer yazıları okuyan ben dedim çünkü, bilirim o duyguyu. “Herşey sende başlar, sende biter, yaşadığın herşeyden sorumlu sensin ve bunu değiştirebilirsin. Hayata pozitif bak, güneş, çiçek, börtü, böcek” gördüm mü kaçardım yani. Sonra, sonra işin aslını öğrenmeye başladım, okuduklarımın, dinlediklerimin o kadar da içi boş şeyler olmadığını, aksine bir deryanın kıyısında durduğumu farkettim. Önce kıyıda gezindim biraz, arada ayağımı değdirdim, su bulanık geldi, soğuk geldi falan, tekrar kıyıya döndüm, sonra bir koy keşfettim ki nasıl berrak, ılık, güneşte alev almış gibi parlıyor cumburlop atladım, halâ da arada soluklanıp yüzmeye devam ediyorum.

Kıssa dan hisse şudur: Sen seni bileceksin, “Bir ben vardır bende benden içeru” diyen Yunus’un ne demek istediğini düşüneceksin, öyle kukumav kuşu gibi sadece düşünmekle kalmayıp, biraz da harekete geçeceksin ve elinden gelenin en iyisini yaptığına kanaat getirdinse de, akışa kendini teslim edeceksin. Hadi bakalım kolay gelsin….

 

Gülseren Karaçizmeli