Hz. Eyüp’ün öyküsü ibretlerle doludur. Çevresindekilerin kıskançlıkları, dedikoduları ve sonunda şeytanın Yüce Yaratan’la iddialaşmasını herkes duymuştur. 

Ben yine de kendi yorumumu yazmak istedim. Hz. Eyüp ilk olarak zenginlikten fakirliğe geçer. Bence ibretin bu kısmı her şeye sahip olduğumuz BÜTÜN’lük halinden yoksunluğa sebep olan eksiklik durumuna geçimizi simgeliyor. Yani ruhsal alemden dünyaya inerken yaptığımız yolculukta içinden geçtiğimiz unutma perdesinin yarattığı illüzyonu görüyorum ben öykünün bu kısmında. Sonra aile bireyleri terk eder birer birer. O yine kabullenir durumu. Meselin bu kısmında “eğer ….. olmazsam beni seven de kalmaz o yüzden sahip olduklarıma sımsıkı tutunmalıyız” diyen zihnimize karşın “ben zaten her şeyim, giden gitmek isterse yolu açıktır” diyen yanımızı görüyorum.  

Bütün belalardan sonra bir de hastalanır ve en son her yerinde yaralar oluşur. Yaraları kurtlar kaplar. Ağaç altında dinlenirken kurtlardan biri yere düşer ve Hz. Eyüp düşen kurdu alır “ey Allah’ın mahluku madem benim yaram sana besin, buyur gel beslen” der ve kurdu yerden alıp tekrar yarasının üstüne koyar.  

Öykünün bu kısmı çok çarpıcı bence. Her şey önce içimizde olur ve biz onu görmeyi reddedersek, sonunda kendini dışarı taşıyarak dış dünyada bir cisim kazanır. Oradan bize geri yansır. Benim anladığım kadarıyla, fiziksel yaraları yaşadıklarından sonra ortaya çıkan düşüncelerinin yarattığı üzüntü ve kederinin ruh alanındaki etkilerini temsil ediyordu. Yaralarını kaplayan ve onlardan beslenen kurtlarsa onun zihnini kemiren egosunun, ayrılık bilincinin ve korkularının yarattığı vesveseleri yansıtmaktaydılar.  Her bir kurt bir vesvesenin dış dünyadaki yansımasıydı belki de. Hz. Eyüp ortalama bir insanın yapacağı ve diğerleri tarafından da onaylanacağı biçimde “ooooh! hiç olmazsa birinden kurtuldum, o kurt da varsın toprakta kurusun kalsın” diyebilirdi. Oysa bilge kişiliği onu farklı bir seçime götürdü.

O var OL’AN her şeyin BİR ve BÜTÜN OL’duğunu biliyordu. Kurdu geri almak, içinin bütünlüğüne çok değerli bir hizmet sunacaktı. O yüzden kendi vesvesesini temsil eden kurdun önünde eğilip küçüldü, onu aldı ve ait olduğu yere, tam da yarasının üstüne yerleştirdi. Yarasını oluşturan düşüncesini kaynağına yani kendi içine geri almayı kabul edince artık şifalanma vakti gelmişti.

Dua etti:

“Ey Rabbim! Adını anamayacak kadar hastayım! Ey Şifa Veren! Şifana muhtacım…” dedi. Artık anladığını ve bu yüzden derse gereksinme kalmadığını belirten bu sözlerden sonra içinden bir ses duydu:

“–Ayağını yere vur.” Yüce Yaratan’ın içindeki parçası ona yol gösteriyordu. Bunu biliyordu. Sahip olduğu fiziksel gücün son damlaları ile ayağını yere vurdu. Yerden su fışkırdı. İçindeki vesveseler kaynaklarına geri dönmüş ve ona daha iyiye ulaşmak için daha yüksek titreşimli enerjiler olarak hizmet vermeye başlamışlardı. O suyu (enerjiyi) aldı, hasta ve yaralı bölgelerine sürdü, beklenen mucize gerçekleşti. Bütün yaraları ve onların sonuçları olarak madde dünyasında tezahür eden yoksunlukları birer birer onu terk ettiler. Siz kendi yaralarınızla ne yapıyorsunuz?

Zeynep Alan Sevil Güven