İçsel huzuru sağlamanın en önemli yolu insanın değiştirebileceği ve değiştiremeyeceği alanları çok iyi belirleyip, algılayabilmesi ve değiştiremeyeceği alanlar ile ilgisini kesebilmesine bağlıdır. Örneğin insan için değiştiremeyeceği alanların en başında “ölüm” gelir. Ölüm tamamiyle olanaklarımız dışında cereyan eden bir durum ve onu olduğu gibi kabullenmemiz gerekmekte… İçsel huzurun başlangıcı bence bu konuda yatmaktadır. Eğer kendimizin ölümlü olduğunu ve tüm sevdiklerimizin (Eş, Çocuk.Ana, Baba vs.) ölümlü olduklarını kabul ederek bu değiştiremeyeceğimiz alan içinden kendimizi kurtarırsak içsel huzurda epey bir yol alınmış olacaktır.
Değiştiremeyeceğimiz ve hayatımızı etkileyen alanların en önemlilerinden biri de bireysel ilişki alanlarıdır. Nedir bunlar; eş, çocuk, ana, baba, kardeş ve arkadaşlar… Kendimiz de dahil olmak üzere tüm bu bireylerin hepsinin kendine has bir karakter, yaşam biçimi, farkındalık ve algılayış biçimleri vardır. İnsanoğlu her zaman kendini doğru ve merkez kabul ederek çevresini de kendine göre değiştirmeye çalışarak hayatını geçirir ve sonrada mutlu olmadığından, herşeyden rahatsız olduğundan, yalnız kalmak istediğinden bahseder. Tabii ki sen “kendin gibi” herkesi değişmez bir birey olarak kabul etmezsen, senin üstüne vazife olmayan alanlara girerek onları değiştirmeye uğraşırsan olacağın ve bulunacağın durum ancak bu kadar olur. Aynı şekilde eğer başkalarını memnun etme amaçlı bir yaşantıya girerseniz, o zaman da yine kendi kontrol alanınız dışına çıkmış olur ve yaşamla aranızda olan bağı kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kalırsınız. Gelin siz siz olun kendinizin dışına çıkmayın, başkaları için kendinizi değiştirmeye zorlamayın.
Zamanımızda içsel huzuru bulabilme değil, kaybetme yolunda en yoğun çalışmaların yapıldığı en küçük birlik ise “aile”dir. Karı koca ilişkilerinde bireyler birbirlerini kendileri gibi olma yoluna davet eder dururlar, kendi kapsama alanları dışında savaş vererek, birbirlerini değiştirmeye uğraşır da uğraşırlar. Hepsi boştur halbuki… Ve sonucunda birbirlerini istedikleri gibi değiştiremediler diye birbirlerini sevmeme çukuruna düşerler. Sevgisizlik hızlı ve bulaşıcıdır, birbirlerini artık sevmediklerinden, aralarındaki aşkı da yok saymaya başlarlar ve kadında da, erkekte de dişil taraf aşk olmayınca seks de olmaz demeye başlar, tüm bağları koparmış olurlar böylece bir zamanların deli aşıkları… Sonu genelde ayrılıkla biter… Ayrılmanın amacı nedir? Kaybedilen “içsel huzur”u başka yerlerde aramak veya bir başka yerde yeniden bulmaktır… Bilmez ki kendi alanları dışına müdahalede bulunan ve bulunmaya devam edecek olan taraf hala buna devam edeceğinden, her ilişkisinde aynı hüsrana uğrayacaktır. Bir ikinci yol da, yalnız kalmaktır… Yalnız kalıp Nirvana ‘ya ereceklerini zanneder bu zavallılar… Halbuki “Aşk, insana içsel huzur vererek umutsuzluğa düşmenin getireceği acıları yok eder”. Aşkın olmadığı yerde sen gel de bul içsel huzuru…
Hani bahsedilir ya, ölümden sonra iyi ve doğru yaşadıysan cennete, kötülükler yapıp, kendini düzeltemediysen cehenneme gidersin diye… Aslında bu konu, yer ve mekanın karıştırıldığı ve ne demek istediği iyi anlaşılamayan cümlelerden biridir… Cennet ve cehennem senin yaşamındadır, üstüne vazife olmayan, değiştirmeye yetkili olmadığın şeylere bulaşmazsan, bu hayatı huzurlu, yani cennetteymiş gibi ve hatta huriler ve diğer vaadedilenlerle birlikte yaşarsın ve kimse sana cennetin altın anahtarını satmaya kalkışamaz. Yok her üstüne vazife olmayana bulaşır, herkesi kendi doğrularına göre ısrarla düzeltmeye kalkarsan, hayat sana zehir olur ve cehennemin dibini görmüş ve sürekli “ateşler” içinde yanmaya kendini mahkum etmiş olursun.
Yaşarken özgürlüğün de çok büyük önemi vardır huzuru bulmada… “Arkadaş ben özgürüm. ne istersem onu yaparım” diyenlerdenseniz huzuru bulmanız biraz zor. Özgürlük her istediğiniz yapma hakkı falan değildir ki. Özgürlük sizin gücünüzün ve içinizdeki tanrısal iradenin sınırlarını görebilmeniz ve çizebilmenizden sonra elde edilebilir. Çünkü herşeyde olduğu gibi özgürlüğün de belli sınırları ve kuralları vardır. Özgürlüğün ne olduğunu ve ona nasıl ulaşılabileceğini bilmek lazımdır. Özgürlük bu sınırlar ile savaşarak değil, o sınırlar ile beraber mutlu bir şekilde yaşamayı öğrenerek sağlanır. Yoksa “özgürlük” dağlara çıkıp etrafında kuzular meleşirken, otların arasında dolaşmak, ağaç altlarında uyumak, uyanınca da “ben özgürüm” şarkıları söylemek şeklinde ulaşılacağı sanılan bir film karesi değildir.
Çevrenize karşı adil olmanız da çok önemli… Sevdiklerim ve sevmediklerim ayırımı yapmayın, bu adil olmanızı engelleyecektir. Bir başkasının kardeşinin ya da eşinin yaptığı bir yanlışı anında eleştirebilirsiniz ama aynı hataya bir gün sizin kardeşiniz veya eşiniz de düşebilir ve onu da daha önce başkasına yaptığınız şekilde acımasızca eleştirmeniz gerektiği (!) durumda bunu yapamazsınız. Bu size o an önemsiz gibi gelebilir ama kendinizle mutlaka bir zaman, bir yerde yüzleşmek zorundasınız ve bu konuda çifte standart uygulamış olmanız sizi gün gelip rahatsız edecek ve aradığınız huzuru sürekli kovacaktır.
Sizi ilgilendirmeyen konulara sakın dikkatinizi vermeyin, beyniniz bir hard disk gibidir… ama hiç bir zaman tamamını kullanamadığınız gigabyte’larca alanı olan bir hard disktir o… Bunu ilgilenmemeniz gereken ya da kapsama alanınıza hiç girmeyen ve girmemesi gereken boş şeyler ile doldurmak hiç doğru mu sizce? Zaten beyninizdeki küçük bir alan içinde dans etmek zorundasınız, orayı da “çok kazanacağım” diye tıkış tepiş “masa ve sandalye” ile doldurursanız, dans edecek yer bulamazsınız.
Haa bu arada sizin dikkatinizi “ilginizi çekmeyen şeylerden uzak tutuyor olmanız”, sizin, aklı bunlara yetmeyen bir “aptal” veya “salak” olduğunuzu düşündürecektir bazı kimselere, hatta bazen en yakınlarınıza bile… Ama yine de dönmeyin, size zihnen hafif ve zarif muamelesi yapılması dahi dikkatinizi gereksiz yerlere sabitlemenizden daha iyidir. Diğer insanların düşünceleri onları bağlar, sakın ilgilenmeyin onlarla, doğru yoldasınız, sağa sola sapıp “aptallık” etmeyin.
Duygularınız çok önemlidir, duygularınızı kontrol altına almak huzurunuz açısında büyük önem taşır. Aklınızı geçici duyguların esiri yapmayın. Eğer bu duruma düşerseniz, gereksiz arzularınızın ve nefretinizin yönetiminde yaşayan bir insan olur, bu fani dünyada huzuru bulamayanlar sınıfında yaşamak zorunda kalırsınız. Bunun yanısıra içinizden gelen tüm güzel duyguları da sakın frenlemeyin, onları içinizden geldiği gibi salıverin, çevrenizin hizmetine sunun.. İşte huzuru o anda hissedeceksiniz veya kokusunu alacaksınız.
Ve de arkadaş seçimi; daima sizi ruhsal yolunuzda yükseltecek, faydalı olacak insanları kendinize arkadaş olarak seçin, arkadaşlar sizin yolunuzu etkileyecek en önemli insanlardır. Menfaate dayanan arkadaşlıklar, menfaatini düşünen siz de olsanız, karşınızdaki de olsa, sizi çukura doğru hızla çekecek, huzurunuzu yok edecektir. Bilhassa iş yerinizde arkadaşlıklarınızı ve seçimlerinizi en iyi şekilde düzenleyin, sosyal ve açık sözlü olun, menfaat ilişkilerinden uzak olun, onlar da sizden uzak olmak zorunda kalacaklardır.
İnsanoğlu karmaşa içinde yüzen duygularına “bir türlü hakim olamamak” nedeniyle huzuru bulmakta oldukça zorlanır. Sürekli yoldan çıkar ve patikalarda dolaşmak zorunda kalır. Eğer bu konuda bir yardıma gereksinimim var diyorsanız sağa sola gereksiz sapış ve yoldan çıkış durumlarınızda size merkezlemeyi öğretecek, elinize bir direksiyon, ayağınıza da bir fren verebilecek bazı öğretiler de mevcut, bu öğretilerin en önemlileri de yoga ve meditasyon… Ama unutmayın bunlar sadece araçtır, amacınız değil… Bazıları “içsel huzur”u bulacağım diyerek, sabahtan akşama kadar meditasyon yapıyorlarmış da… Aman haa, dış dünyaya ille ki geri dönmek zorundasınız, unutmayın… Zaten mutlaka bir sinek, bir telefon zırıltısı veya alt komşudan gelen bir matkap sesi ya da uykudan uyanan çocuğunuzun ağlama sesi, meditasyon sırasında size bunu defalarca hatırlatacaktır. Gerçeklerden kaçamazsınız, “kaçarım”da ısrarlı olmanız halinde huzur, muzur hakgetire… Buyrun cehennem hayatı sizi bekliyor.
Sonuç olarak, hani “ekmek aslanın ağzında” derler ya “içsel huzur” da kendi kafanızın içinde… beyninizde…
Yani insanoğlunun kendi bedeninde en zor ulaşabildiği ve en zor kullanabildiği bir yerde… Kolay gelsin.