O ışık içinde bütün renkler aynı heyecanlı parlaklığı paylaşarak birbirine değiyor, dokunuyor, öpüşüyor, kah masum bir orijiye kah ahlaksız bir ayine benzer bir kaynaşmayla birbirlerinden bir şeyler alarak çoğalıyor, mum beyazı bilekli bir meleğin gergefindeki ipek ibrişimler gibi birbirine dolanarak şekilden şekle giriyor.

Kıvırcık tüyleri altın yıldızlı bir kuzu gibi oradan oraya seken güneş, erguvan ağaçlarına dokunup kendi aydınlığının bir parçasına o ağacın çiçeklerine bırakırken, o çiçeklerden aldığı gölgeli bir eflatunu denizin maviliğine yansıtıyor. Boğaz tepelerinin koyu yeşil korulukları tebessümünü zor zapteden olgun bir kadın gibi bu ışıklı eğlenceye katılmakla bigane kalmak arasında tuhaf bir karasızlık geçiriyor.

İstanbul’da bir bahar günü yaşıyoruz. Geçen yıl da bu sahiller böyleydi. Yüzlerce, binlerce yıldan beri bu sahiller renklerle ışıkların ahenkli coşkusuna tanıklık ediyor. Tabiatın o muhteşem ve mükemmel tekdüzeliği her bahar aynı erişilmez güzelliği bu sahillere serpiyor. Renklerle ışıkların,geçen küçük bir bulutla ya da esen hafif bir rüzgarla an be an değişmesine karşılık her yıl bu mevsim tansal bir şaheserin tekrarlanmasındaki kararlılık da bizi gördüğümüz güzeliğin kendisi kadar şaşırtıyor. Tabiat, mükemmelliğini ve şaşırtıcılığını, hiçbir şaşırtıcılığa yer vermeyen bu olağanüstü tekdüzeliğine, kendini tekrarlamasındaki dokunulmaz ve değiştirilmez iradesine borçlu. Kuralları belli. Geceyle gündüzün yer değiştirmesi, bir mevsimden sonra diğerinin gelmesi, yağmurların bulutlardan boşalması, sırtlanların bizonları parçalaması hep aynı şekilde, değiştirilemez bir kanuna uygun olarak gerçekleşiyor.

Tanrı, yarattığı tabiatın mükemmel düzeninden memnun. Onu asla değiştirmiyor. Bu tabiat hatasızlığıyla muhteşem ve mükemmel ama şaşırtıcı ve eğlenceli değil. Tanrıyı kim eğlendirecek? Kim şaşırtıp güldürecek onu, kim yaptığı hatalarla onu üzecek? Gökyüzünün derinliklerinden semavi bir merakla eğilip baktığında, yanındaki meleklere “şuna bak, şuna bak” diye kimi gösterecek?

Biz elbet.

Tanrıyı güldüren ve üzen biziz. Biziz onu eğlendiren. Gecesinden sonra gündüzü gelmeyen, aynı günün içinde çeşitli mevsimler yaşayan, kaprisleri, şımarıklıkları, heyecanları, arzuları,öfkeleriyle, birbirine benzemez çelişkili istekleri, karasızlıkları, korkularıyla, değişmek ve değiştirmek ihtirasıyla tabiatın tekdüzeliğini bozan, beklenmedik işler yapan biz insanlarız tanrının sonsuz eğlencesi.

Tabiatın mükemmel tekdüzeliğini biz bozarız. Mükemmel olmadığımız için eğlenceli, mükemmel olmadığımız için çirkin, mükemmel olamadığımız için yaratıcıyız. Tek anarşisti bizi bu tabiatın. Depremler, sel felaketleri, kasırgalar, fırtınalar bile o  tekdüzeliğin  parçaları olarak çıkıyor ortaya. Hepsinin bu kuralı ve kanunu var. Kaplanlar ot yemiyor, zürafalar ceylanları kovalamıyor. Biz öyle değiliz. Biz, içine doğduğu tabiatı değiştirmek isteyen tek canlıyız. İsyanı bilen, başkaldıran, korkuyla diz çöken biziz.

Tanrının zeki, sivri dilli, isyankar soytarısıyız. Onun sarayının kahkahası ve gözyaşıyız biz. Can sıkıntısını, aşkı, kıskançlığı, ihtirası sadece biz biliriz. Mum bilekli meleklerin dokuduğu rengarenk ipekten yorganlara sarınıp, doğan güneşlerin, erguvan ağalarının, yeşil korulukların, köpükleriyle oynaşan denizlerin ortasında huzursuzlaşan, hırçınlaşan, huysuzlaşan biziz. Tanrının yarattığı mutluluk resimlerine bakarken orada kendi yarattığımız bir mutluluğun parçasına rastlamadığımızda mutsuz olan da biziz. En büyük felaketlerin ortasında beklenmedik aşklara düşüp gülüveren de bizleriz. Tanrının çevirdiği bir mükemmellik çemberini biz insanlar kırabiliyoruz ancak, onun için başka hiçbir canlının sahip olmadığı bir hakka, hayatın akışını değiştirme hakkına sahibiz ve sanırım bu büyük hakkın bedeli olarak bütün tabiatta mutsuzluğun dokunabildiği tek canlı türüyüz. Tekdüze bir memeliyken dışına çıkabildiğimiz için o mükemmeliğin bir anlamda en eksik parçası biz oluyoruz ,bu eksiklikle hep yenilikler arıyor, bu eksikliğin yarattığı yetersizlik duygusunu yenebilmek için sürekli tabiatta daha önce görüşmemiş değişimler yaratıyor, tabiatın yaramaz çocukları olarak onu  didikliyor, mükemmelliği  rededetmenin huzursuzluğunu da hep ruhumuzda yaşıyoruz.


Tabiatın sunduğu hiçbir şey yetmez bize. Tanrının tabiatı yaratırken hissettiği huzursuzluğu, tanrının  eline yaratılacak yeni bir hayat verilen çocukları olarak kendi küçük hayatlarımızda yaşıyoruz. Hepimiz kendi hayatlarımızın tanrısıyız. Küçük, huzursuz tanrılar.

Yeni şeyler isteriz biz. Sanırım, tanrı yarattığı tabiattan tatmin olmadığı için insanları, mükemmeliyeti bozan bizleri yarattı. Huzursuz yanıyız biz tanrının. Onun için bizim hayatımızda hiçbir zaman sürekli bir huzur olmayacak, ”babalarının” ahenk yaratacak kudretini değil yarattığı ahenkten kuşkuya düşen huzursuz yanını tevarüs eden çocuklar olduğumuz için en mükemmel anlar bile biraz uzun sürdüğünde bizi bunaltacak ve bizim ellerimizle bozulacak. Zihnimizde ve ruhumuzda esip duran huzursuzluk rüzgarları, mükemmel bir tekdüzeliği bozma göreviyle yaratıldığımız için hiç dinmeyecek. En güzel zamanlarda bile daha güzeli olup olmadığının merak edeceğiz, yetinmeyeceğiz, arayacağız, ”tekdüzelik” bizim için büyük bir lanet olacak.

Tabiata hayran olacağız ama parçası olduğumuz o tabiata benzemeyi şiddetle reddedeceğiz. Tanrı ruhundaki dengeyi; ahengini tabiata, huzursuzluğunu bize vererek sağladı. Tabiat, tanrının zenaatkarlığını, insanlar ise onun sanatkarlığını gösteriyor. Onun için sanat, bütün tabiatta yalnızca bize bağışlanmış bir ayrıcalık.S anırım bu yüzden, şu mükemmel ve muhteşem bahar gününde, erguvanların, korulukların, denizlerin sulara değen kuşların, sırma saçaklı güneş ışıklarının ortasında huzursuz bir ruh gezdiriyor, gördüklerimize hayran olmamıza, güzelliğinin yadına varmamıza rağmen hep bir açlık hissediyoruz.

Bizlere kendi yaratacağından ve huzursuzluğundan bir parça verdi, bizi yeryüzündeki yansımaları haline getirdiği için tanrıya minnettar mı olmalıyız, yoksa bizi ahenginin sessiz ve itaatkar bir parçası kılmadığı için sitem mi etmeliyiz bilemiyoruz.

Gözlerimiz tabiatın uyumlu bir parçası. Görüyor ve hayran oluyoruz. Ruhumuz tanrının ruhu. Gördüğüyle yetinmiyor ve hep yenisini yaratmak istiyoruz. Her sabah, hayatı yeniden yaratacak bir tanrı gibi uyanıyoruz. Hayallerle, umutlarla, kuşkularla dolu ama o ahengi hiç yaratamıyoruz: Ahengi bozmak için yaratıldık biz, hayatımızda ahengi nasıl bulabiliriz? Tekdüzeliğin mükemmeliyeti yok bizde.

Tabiat tekdüzeliğiyle muhteşem, biz tekdüzeliğe baş kaldırışımızla muhteşemiz. Işıklar erguvanların rengini sulara taşıyor. Ne kadar güzel bu ahenkli ayin… Ve, biz tanrının bu ahenge hayran olan huzursuz ruhuyuz.