Geçenlerde bir sabah içimden O’nunla konuşuyordum: “Ben her türlü hizmetine talibim. Bundan sonraki adımlarım hep hizmetle dolu olsun. Ama bana hizmet nedir göster.” Bu arada İzmir’de müthiş bir yağmur başlamıştı. Öyle böyle değil, sanki bir tufan… Ben duama öyle dalmışım ki dışarıdan gelen seslerin bir süre farkına varmadım. Ama baktım miyk miyk yavru kedi sesleri. Sabahın 7 buçuğu… Bir tarafım “Hasan, aman ya kediler işte, duana devam et, yat uyu” diyor. Diğer tarafım hiçbir şey söylemeden eylem için beni dürtüyor. Zaten fazla dürtmesine gerek kalmadan koştum aşağı. Açtım kapıyı ne göreyim. Bahçeyi sel almış. Yeni doğum yapmış kedinin üç yavrusu sular içinde çırpınıyor. Anne sırılsıklam korkmuş ve saklanmış bir yere. Daldım hemen bahçeye ve yavruları topladım. Sonra kedileri güvenli bir yere yerleştirip kuruttum ve gelip yattım yatağa yeniden. Sorularıma kaldığım yerden devam ettim…

Halen cevap aldığıma ikna olmamıştım. Düşünceler arasındayken öğleden sonra bir can aradı ve benim bir yazımı okuduğumu söyledi. Onunla konuştuk bir süre. Kalbimi açarak dinledim onu. Yüreğini hissederek. Sonra da o kendi yanıtını kendisi buldu… Ben yine döndüm sorularıma…

Bu arada oğlan acıkmış yemek istedi. İki saat önce de kızımı arkadaşına götürüp bırakmıştım. Düşüncelerime ara verip yemek hazırladım.

O gün canlarımla buluştum. Dostların düğünlerinde fotoğraf çektim. Bol bol muhabbet ettim, kahkaha attım, sarıldım, dans ettim…

Ama halen netleşmeyen bir şey vardı zihnimde… Hizmetine taliptim de bu hizmet nasıl olacaktı?

Az önce yine bir can aradı ve telefonla konuşurken ona yüreğim aktı durdu. Ona konuşurken kendime konuşuyordum, onu dinlerken kendimi dinliyordum. İşte o anda dank etti! Ben zaten hizmetin ta içindeydim ki…

Ben ve güzel egom zannediyordu ki hizmet etmek demek, böyle efendim dokunup kanseri iyileştirmek, ya da ışık işçisiyim diyerek dünya çapında organizasyonlara katılmak, hayatlara büyük büyük müdahalelerde bulunmak, tüm dünyayı kendi inandığı şekilde dönmeye ikna etmekten geçiyordu. Hizmet deyince, iki ayaklı Birleşmiş Milletler gibi bir şey olacağımı zannediyordum.

Halbuki hizmet, selde boğulan kedi yavrularını kurtarmakmış. Bir cana yüreğini açmakmış. Çocuğunu arkadaşına götürmek, diğerine yemek hazırlamakmış. Fotoğraf çekmekmiş. Dostlarla birlikte orada olmakmış… Güzel egoma sıradan görünen her şeymiş hizmet. Benim varolan doğammış.

Ama bunu kabul etmek istememişim ve daha büyük hedeflerde aramışım hep hizmeti. Çünkü hizmeti etmek esasında O’nunla olan hesaplaşmamda bana artı puanlar kazandıracak eylemler olarak algılamışım. Çünkü yaptığım her “iyi” eylemde kafam hep yukarıya dönerdi. “Babacım bak ben iyi bir şey yaptım, hadi beni ödüllendir” şeklinde…

Bir yandan hesapçı kitapçı zihin olduğunu biliyorum bunun. Arkasında büyük bir yoksunluk duygusunun da bulunduğunu… Ama artık kendimi dövmeye niyetim yok bu farkedişlerim için… Bilakis arkasındaki ödül bekleyen çocuğun saflığını da görüyorum. Daha derine indiğimde ihtiyaç halindeki bebeğin acizliğini de…

“Ağlamayan bebeğe meme vermezler” sözünü şiar edinip, sürekli yaygarıcı bir bebek haline dönüşmüşlüğümü de görüyorum. En çok yaygarayı ben koparırsam, ihtiyacım o zaman karşılanır deyip, bunu bir eylem güdüsüne nasıl dönüştürdüğümü de… İstediğim bir şey olmayıversin, hemen düşüverirdi omuzlarım ve sürekli olumsuz konuşan, şikayet eden, kendine acıyan bir yapıya bürünürdüm. Belki böylece görürdü de O beni, ihtiyacımı çözerdi diye umardım.

Ama artık aciz bir bebek değilim. İhtiyaçlarının farkında olan bir yetişkinim. Elbette ki o mis gibi kokan bebek, gözleri pırıl pırıl ve merakla ödül bekleyen küçük çocuk da içimde… Onların saflığını o kadar seviyorum ki…

Fakat artık bir yetişkinim. Bu fiziksel yaşımdan ötürü değil. Bilinç yaşı olarak da… Yaratımlarımın sorumluluğu bendedir. Bir diken beni kanattıysa, o dikeni dikenin ben olduğumu biliyorum. Kudretimin farkındayım. Hizmetimin de…

Hizmet doğamın ta kendisidir benim… Sadece orada olmam yeter. O anda neye ihtiyaç varsa, O benden tezahür eder…

Kimi zaman bir kedi yavrusunun kurtarılmasında, kimi zaman bir web sitesi yapıp yüzbinlere ulaşmada, kimi zaman da sadece çocuklarını ve kendini beslemede… Benim var oluşummuş yahu hizmet, ben daha ne yanıt arıyorum ki…

Hasan 'Sonsuz' Çeliktaş

18 Kasım 1976'da Mersin'de doğdu. Toros Koleji'ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'ne girdi. Fakültesini çok sevdiğinden mezuniyeti sonrasında oradan ayrılamadı ve asistan kadrosunda eğitim hayatına devam etti. 2005'te ise İzmir'e yerleşti. 2001 yılında "Sonsuzlukotesi" mail grubunu kurmasıyla başlayan yazarlık hayatı, önce 2002'de sonsuzlukotesi.com'u, daha sonra da 2004'de derKi.com'u kurmasıyla devam etti. Bir yandan da Cosmopolitan, Esquire, Yeni Aktüel, Zodiac, Akşam Brunch gibi dergilerde ve Akşam Gazetesi'nde serbest yazar olarak yazıları yayınlandı. 2011'de ise Anadolu topraklarından doğup Amazon.com'da yayınlanan ilk Türk Spiritüel dergisi "The Wise"ı oluşturdu. Halen yazmaya devam ediyor. Duru Sonsuz ile Özün Dünya'nın babası sıfatıyla onlara rehberlik yapmaya çalışıyor...