Çok güzel bir enerji hissediyorum sıcak, yumuşak, rahatlatan… sen kimsin? diye sorduğumda “adımın bir önemi yok” yanıtını alıyorum. “Seni sarmalıyorum beni hisset” diyor elime dokunuyor sıcaklık hissediyorum. Ne garip ben bu dünyadan olmayanların yani bizim gibi varlıkların dışındakilerinin hep soğuk olduğunu düşünürdüm, bu beni hep ürpertir,  nedensiz bir korku verirdi, oysa sen sıcaksın diyorum. “Çünkü ben gerçeğim, gerçek enerji gelirken bozulmaya uğramamışsa sıcak olur, siz böyle algılarsınız. Ancak enerji gelirken bozulmaya uğramışsa yani bir sorun varsa soğuk olur yada algılamada bir sorun varsa” diyor. Enerji hafifliği ve sıcacık yumuşaklığı ile odada dolaşıyor sanki. Boşluk, isimsiz, tanımsız bir boşluk. Bu beni korkutmalı ama öyle olmuyor aksine sakinleşiyorum. Bu boşluk boş değil çünkü. Ben ne onu görüyorum ne de beni. Ama onun orada olduğunu biliyorum. 
Bana “ seninle bir yolculuğa çıkalım” diyor. “Hazır mısın?”

Evet diyorum ve kendimi bir yığının, irili ufaklı birçok şeyden oluşmuş bir tepenin yanında buluyorum. Bunlar ne diye soruyorum, “sence ne” diyor. Ben, hissettiklerimizin daha doğrusu bilip üstelik emin olup adını koyamadıklarımızın doğru olup olmadıklarını soruyorum. Çünkü ikimizde aklımızı kaçırmak üzereyiz. “Hepsi doğru” diyor, rahatlıyorum birden, seviniyorum. Biz deli değiliz. Gözüme ince uzun bir bardak ilişiyor, onu alıyorum “bu ne” diyor, bardak diyorum. Sonra ona, bilmek istediklerimizi öğrenebilecek miyiz?, bulabilecek miyiz? diyorum. “Bilmeniz gerekenleri” diyor. Neyi bilmemiz gerektiğini nasıl bileceğiz? diyorum, “neyi istediğinizi nasıl biliyorsunuz?” diyor. Elimde tuttuğum bardağa bakıyorum yeniden. “Onun bardak olduğuna emin misin?” diyor. Kafam karışıyor, başka ne olabilir ki? diyorum içimden. O benden bardağı alıp, sanki ateşte eriyen cam gibi elinde şekil veriyor, bardak artık ince ve uzun değil, saplı, yukarıya doğru ağzı genişleyen oval bir bardak. Şaşkınlıkla bakıyorum elindeki bardağa. Sonra elime bir kitap alıyorum. “Elindekinin kitap olduğuna emin misin?” diyor yine, evet diyorum kitap. Kapağını açıp sayfalarını çeviriyorum. Kitabı eline alıyor ve kitap gözlerimin önünde yok oluyor. Daha da büyük bir şaşkınlıkla bunu nasıl yaptın? diyorum. “Onun bir kitap olduğuyla ilgili ve biraz önceki bardağın bir cam bardak olduğuyla ilgili bütün tabularımı yıkıyorum, bütün inandıklarımı, bildiklerimi unutuyorum. Onu hiçliğe gönderiyorum, sonra da istediğim heplikte geri alıyorum.” diyor. Heplik ve Hiçlik yine karşıma çıktı.  “Hiçlik sonsuzluktur ama her şeyin var olduğu bir sonsuzluk. Bir bütündür Hiçlik. Heplik ise, ona, o her ne ise,  bir form kazandırdığın, şekil verdiğin, beş duyunla algılayabildiğin bir parçasıdır Hiçliğin. Sizin meditasyonlarda yaptığınız ne?” diyor. “Orada oyun oynuyorsunuz sadece. Ama oyunu oynarken kurallarını bilmeden oynuyorsunuz. Orada yaptığınız, bağımlılıklardan, tabulardan, takıntılardan kurtulmaya çalıştıklarınız, sizi, şu anki formları ile yada şekilleriyle (beş duyunuzla algıladığınız biçimiyle) mutsuz eden, rahatsız eden kurtulmak istediğiniz Heplerinizdir. Yaptığınız bu Hepleri,  Hiçliğe gönderip, sizin istediğiniz şekilde geri alma çalışmasıdır.”  “Bunun farkında değil miydiniz? ”

Gülüm’ün bize yaptırdığı daha doğrusu yaptırmaya uğraştığı Boşluk Meditasyonu, Işık Meditasyonu, Bağımlılıklardan kurtulma Meditasyonları geliyor aklıma.  Evet diyorum, evet şimdi anlıyorum orada yapmamız gerekeni. Bizi rahatsız ve mutsuz eden ne kadar Hep’imiz (Heplerimiz) varsa, onları Hiçliğe gönderip, sonra istediğimiz Heplerimizi almak. Gülüm’ün bize Reiki’de neyi anlatmaya çalıştığını anlıyorum birden. Gülüm,  bizim, Hiçliğe dönüp, bize ait, bizim olan, bizim seçtiğimiz Heplerimizi almamızı istiyor, bunu öğretmeye çalışıyordu. Oysa biz ne yapıyorduk; O’nun, O’na ait Heplerini alıp, o Heplerle mutluluğu ve huzuru yani doğruyu bulmayı bekliyorduk. Oysaki Gülüm’ün asıl yaptırmak istediği hepimizin Heplerinin farklı olabileceği, olması gerektiğiydi. Bizler başkalarının hazır formatlı, şekilli şemalli Hepleriyle aradığımızı bulmaya çalışıyorduk. Herkesin Hep’i kendine. Üstelik insanlar bu hazır Hepleri, en doğru, en hatasız, en güvenilir mutluluk aracı olduğunu savunuyor, bununla da kalmayıp, baskı yapıyorlar. Sonuç: mutsuz, aradığını bulamamış bir sürü zavallı.

Bu düşüncelerimin onaylandığını hissediyorum içimde O’nun tarafından. “ Evet ” diyor, “doğru yoldasın.” Peki diyorum bu o kadar kolay mı? Yani elimize bir bardak alacağız, onu Hiçliğe gönderip kendi Hep’imiz biçiminde başka bir bardak yada her ne ise onu yapacağız. Deli derler adama. Gülüyor. “Çok kolay” diyor “çok kolay.”  “Senin şu anda burada benimle bu konuşmayı nasıl yaptığını sanıyorsun? Kendini Hiçliğe gönderip, sonra da benim boyutumda Hepleniyorsun, bunu yapıyorsun, o zaman diğer şeyleri niye yapmayasın. Üstelik bunu bir kez yaptın mı arkası çok kolay gelir. Her zaman rahatlıkla yapabilirsin” diyor. İmkansız diye düşünürken aklıma Reiki’yi aldığım yani Reiki ile ilk tanıştığım gün geliyor. Gülüm’ün derste anlattıklarını hatırlıyorum. O zaman anlattıkları da bana imkansız gelmişti. Olabilir mi ? ben enerji aktaracağım ha, hem de hissederek. Birde aynı yöntemle şifa terapisi bile yapabileceğim, sorunun nereden kaynaklandığını ellerimle hissedeceğim, ellerim zamanla -Radar- gibi olacak. İnanmakta güçlük çekmiştim,  hatta güçlük bile çekememiştim inanmak için. Oysa şimdi geldiğim nokta… İçim umut ve sevinçle doluyor birden. Evet diyorum binlerce evet,  neden olmasın? Bu arada bir şey daha aydınlanıyor kafamda. Müdahale etmek, etmemek yada edememek. Elbette her şeye müdahale edebiliyoruz, edemiyoruz sandığımız nokta ise, insanların kendilerine uygun Heplerinin seçimlerinde onları rahat bırakmamız gerektiği. Ama bunu hangimiz yapıyoruz ki? Hepimizin Hep’i, (Hepleri) birbirinin aynısı.

Ne komik,  hani müdahale edemiyorduk ?

Konuk Yazar