Varoluş iki bölümden oluşur öznel ve nesnel ya da gerçek ve Hakikat. Öznel varoluş ya da gerçek, kendi işgal ettiği alanda geçerlidir ancak işgal etmediği alanlarda geçerli değildir. Nesnel gerçeklik ya da Hakikat ise her alanda geçerlidir. Gerçek kuraldır, Hakikat ise Kanun’dur. 

Örneğin Anayasa, gerçekliktir. Özneldir. Sadece kuraldır. Bir ülke ve bir dönemle ilişkilidir. Başka bir ülkeye ya da başka bir zamana uymaya zorlanamaz. Kendi ülkesinde, kendi toplumunda ve kendi zamanında geçerlidir. Örneğin, besin ve üreme arasındaki denge ise Hakikat’tir. Nesneldir. Bir Kanun’dur. Her mekâna ve her çağa uyarlanabilir. Besin artarsa nüfus artar, besin azalırsa nüfus azalır. Bu durum farenin besini ve fare sayısıyla da, ağaçların besini ve ağaç sayısıyla da, bir ruh halinin besini ve onun miktarı ya da şiddetiyle de, bir inanç ya da siyasi görüş ve onu besleyen koşulların o görüşü yaygınlaştırmasıyla da ilişkilidir.

Kurallara, gerçekliğe ve öznel değerlere bu kuralları ve öznel gerçekliği yaratan mekan ve zaman içinde saygı duymak gerekir. Bu gerçek ya da kurallar bizler tarafından değil zaman ve koşullar tarafından değiştirilir.

Örneğin, Hindu kültürlerde başın tepesine dokunmak tabudur. O kültürde bu bir kuraldır ve o kültür içinde saygı duyulması gereken bir gerçektir. Bununla birlikte bizim kültürümüzde başın tepesine dokunulması bir kurala tâbi değildir. Elbette bir insanın başının tepesine dokunmanın onun kaderini olumsuz etkileyeceğini düşünmek saçmadır; ama bu, Hindu kültürde saçma değildir. Hindu kültürde kadınların kollarının görünmesi ayıp kabul edilebilir ama Batı kültüründe bunu ayıp kabul etmek bile düşünülemez. Böyle de olsa Hindu kültüre girdiğinizde onların kurallarına saygı duymak ve onların gerçekliğine müdahale etmeye kalkmamak doğrudur. Biz başa dokunmamayı ya da kadınların kollarını açmamayı saçma bulsak da, Hindular kadınların başlarını örtmelerini, sınıfsız bir sistemde yaşamayı saçma bulsalar da bunun bir önemi yoktur. Her mekan ve zaman kendi kurallarını ve gerçekliğini yaratır. Bu nedenle işgal ettiği alanda “geçici” de olsalar, bir varoluş durumu yarattıkları için o kurallara ya da gerçekliğe uygun davranmak gerekir.

Bu hakikati kavramayıp içinde yaşadığı zamanın ve mekanın kurallarının, evrensel olduğunu iddia edenler dünyada büyük çatışmalara sebep olurlar. Örneğin Hindular, herkesin ineği kutsal kabul etmesini, kimsenin başına dokunulmamasını, kolları açık kadınların cezalandırılmasını, sınıflı sistemin her toplumca uygulanması gerektiğini savunursa, yaptığı bu şey, kuralları Kanunla, gerçeği Hakikatle, öznel gerçekliği nesnel gerçeklikle karıştırmak anlamına gelir. Eğer bu konuda ısrar ederlerse, kendi öznel gerçekliklerini evrensel kabul edip diğer bütün öznel gerçeklikleri tehdit ederlerse sorun başlar.

İçinde yaşadığımız zamanın ve mekanın öznel varoluşu, gerçekliği ve kuralları yaratır. Bu kurallar, bu gerçeklik yalnızca bu zamana ve bu mekana ait olmaları gerekirken Hakikat’i baskılayan bir yapıya dönüşebilirler. Bu durumda, gerçeğin Hakikat sanılması ya da kuralın Kanun sanılması hatası yapılır. Bu hata yıkıcıdır.

Kurallar günlük hayatın içinde zorlanarak uygulanırlarken Kanunlar farkında olmadan uygulanırlar; örneğin yerçekimi kanunu ile her an muhatap olup da onun farkında olmamamız gibi; hergün kuşların ya da uçakların uçtuğunu görüp de aerodinamik Kanunu’nun farkında olmamamız gibi. Bu nedenle de, zorla uygulanmaları ve sürekli farkında olunmaları gerektiği için kurallar, Kanunlardan önemli sanılır. Oysa öyle değildir. Örneğin vejetaryen beslenmek iyi ve ahlaklıdır gibi, kollarını örtmek ya da başını açma doğru ve ahlaklıdır gibi bir kural kalıcı ve evrensel sanılırken aslında bu kuralların geçici ve koşullara bağımlı oldukları fark edilmez. Kurallar geçici, kanunlar kalıcıdır. Bir Kanun uyarınca açlık, ölümle sonuçlanır. Bu durumda aç bir insan et mi sebze mi yiyeceğine aldırmaz. O nedenle kural geçici ama kanun kalıcıdır. Geçici bir durumu kalıcı olmaya zorlamak Hakikat ile geçici gerçekliği çatışmaya sokmaktır. Geçi gerçeklik ya da kurallar sadece açlık başlayıncaya kadar geçerli olacaktır.

O nedenle zihinsel ya da manevi uyanış arayan bir insanın, kurallara uyması ama onlar tarafından yönetilmemeyi öğrenmesi gerekir. Eğer, kuralların geçici oldukları ve koşullarca belirlendikleri anlaşılmaz, o kurallar evrensel sanılırsa bu yanlış anlayış, çatışma ve acıdan başka bir şey yaratmaz. Zihinsel ve manevi yolda ilerlemeye çalışan insanların, bilge yöneticilerin ve siyasetçilerin, düşünürlerin kuralları bilmeleri ve saygı duymaları ama Kanunlara uymaları gerekir. Eğer kural, Kanun’u yıkmaya kalkarsa bu, Yer ile Göğün yer değiştirmesine sebep olur. Yer ile gök yer değiştirdiğinde ayaklar baş, başlar ayak olur. Bu değişimde gerçek evrensel ve insani değerler aşağılanır, zümrelerin geçici değerleri ve kazanmak için insanlık dışı eylemler haklı görülür.

Eğer uyanmak istiyorsak ilk olarak yeri yerde, göğü gökte tutmayı, kurallarla Kanunlar’ı karıştırmamayı, geçici olanı kalıcı sanmamayı, kurala saygı göstermeyi ama Kanun’a uymayı öğrenmeliyiz.

Kurallar bizi Kanun’a ulaştıracak bir yol olarak kullanıldığında tüm varlıkların kardeşliği ve uyumlu birliği ve bireylerin Hakikat’e uyanışı kaçınılmaz olacaktır.

Cem Şen

1968 yılında doğdu. 1981 yılında savaş sanatları eğitimi almaya başladı. 1987 yılında Zen Budizm’in Türkiye’deki temsilcisi olan İlhan Güngören ile tanıştı ve 1987-1990 yılları arasında Güngören’in asistanlığını yaptı. Bir yandan Güngören’i Zen çalışmalarında ve Tai Chi Ch’uan derslerinde destekleyen Cem Şen aynı zamanda Namık Ekin, Mustafa Aygün gibi eğitmenlerle savaş sanatları eğitimini sürdürdü. 1990 yılında ilk çeviri eseri yayınlandı. Aynı yıl çalışmalarını tümüyle Taocu çalışmalara yönlendirdi. Sırasıyla Mantak Chia, Master Wang, Master Wu, Eric Steven Yudelove gibi ustalardan eğitim alan Cem Şen aynı zamanda bu ustalardan farklı Taocu sistemleri öğretme yetkisi de aldı. Halen ustalar ile çalışmalarını ve dünyanın farklı yerlerinde bulunan yaşayan büyük bilgelerle iletişimini ve arayışlarını sürdürmektedir. 1991 yılında Dharma Yayınları’nı ve ardından 2003 yılında bu yayınevinden ayrılarak Klan Yayınları’nı kurmuş olan Cem Şen’in içlerinde “Enerjinin Dansı: T’ai Chi Ch’uan” ve “Dolmuşa Binme ve Dolmuştan İnme Sanatında Zen” adlı kitaplarının da bulunduğu 8 kitabı ve yaklaşık 40’a yakın çeviri eseri bulunmaktadır.