Carl Jung’un isim babası olduğu bu ilke, temel mantık muhakemesinin ”neden-sonuç” ilişkisine, görünürde karşı olan bir ilkedir. Eşzamanlılık ilkesine göre, gerçekleşmiş bir olay her zaman görülebilir bir neden ve sonuç içerisinde dönmek zorunda değildir. Sözgelimi, pek çok batıl inanç da eşzamanlılık ilkesine bağlı gider. Mesela bir ağaca dilek ipi bağlamak, para kapılarınız açılsın diye akan bir suya bozuk para atmak, dolunayda 3 tur atarak bir çember oluşturmak… bütün bunlar kendi içerisinde, bizim iç dünyamızda başka hareketlenmeler yaratırlar. Böylece istediğimiz sonuca varmamıza yardımcı olacak yeni kapılar açabilirler.

Bazı zamanlar bu uygulamalar sonuç verebilir ve bazı zamanlar vermez. Bunların görünürde eskide kalmış, unutulmuş olan geleneksel kaideleri vardır. Bu kaideler çalışmalardan alınabilecek sonuçlar üzerinde oldukça büyük etkiye sahiptir.

Ritüelistik formatlar dışında verilen danışmanlık çalışmalarında bunu sık sık görmekteyiz. Çok yakın zamanda bir danışanımdan aldığım geri bildirim sanırım bu konuya en net ışık tutacak bilgidir:

Danışanın kendi hayatı ile ilgili konularda genel olarak ilerleme kaydedilmiş fakat bu defa erkek kardeşinin sorumsuzluğu, danışanın kardeşine karşı çok sorumlu hissetmesi ve kendisini maddi olarak sömürüsü ile ilgili bir farkındalık yaşamaya başlamıştı. Çok zor olmayan bir uygulama ile, sadece erkek kardeşinin fotoğrafına bakarak ”ben senin annen veya babam değilim. Sadece ablanım. Sana ablalıktan fazlasını yapmayı bırakıyorum. Seni kendi yaşamına ve dünyana emanet ediyorum. Şimdiye dek sana annelik yaptığım için özür diliyorum” cümlesi dillendirildi. Bunun dışında hiçbir girişimde bulunulmadı.

Bu cümle çift taraflıdır. Hem erkek kardeşe, ona artık bakılmayacağının işareti içsel olarak verilmiştir, hem de kişi kendi haddi olmayan bir sorumluluk altında olduğunu fark etmeye başlamıştır. 

Bu basit çalışma yapıldıktan 2 hafta kadar sonra, danışan 16 yıldır çalıştığı işini aniden bırakmış ve tam bu sırada erkek kardeşi de bir anda işe girmiştir.

Yine başka bir örnek vermek gerekirse; vakti zamanında içinde bulunduğum bir çalışma grubu, nesnelerin bilinçaltına olan etkileri ile pek çok çalışmalar yapardı ve bunlar çoğu zaman mitolojik öğelerden yararlanırdı. Bir çalışma için, ortası doğal bir şekilde delik olan minik taşların gereksinimi vardı. Bu taşlara ”görücü taşı” ya da ”ruh taşı” denildiği de olurdu. Aynı zamanda”Tanrıça Diana Taşı” diye bilindiği de olurdu. Çalışma grubundan bir kişi sahilde gezerken oldukça tuhaf görünüşlü, eğri büğrü pembe bir taş bulmuştu. Sahilin doğal yapısındaki bu farklılığın bir’işaretçi’ olabileceği izlenimine kapıldı ve pembe taşı eline aldı. Ardından zihnini tamamen boş bir şekilde tutarak bu taşı omzundan arkaya fırlattı ve pembe taşın düştüğü yerde tam 3 tane ”görücü taşı” buldu. İhtiyacı olan şey, ihtiyacı olan şekilde ve tam da ihtiyacı olan zamanda karşısına çıktı.

Yine başka bir danışanımın hikâyesi, doğru noktalara parmak bastığımızda sistemin ve YAŞAM’ın ne kadar hızlı bir şekilde bizlere cevap verdiğini gösteriyor:

Danışanım 30’lu yaşlarında bir hanım. Eski erkek arkadaşıyla aynı iş yerinde çalışıyor. Müdürü olan başka bir hanımın ise eski erkek arkadaşı ile yakınlaşması onu çok rahatsız ediyor. Bir akşam beni telefonla arayarak, büyük bir hışımla şunları söylemeye başladı:

”Mazlum gerçekten deli olacağım. Bu kadın bana iyice taktı. Sürekli beni fırçalıyor, sürekli beni azarlıyor, sürekli benim üzerime geliyor. Görsen bir de zaten kadınlığını kaybetmiş, hiçbir albenisi yok, sinir bozucu bir kadın…” 

Bir süre öfkesini kusmasına izin verdim. Ardından dert yanması bittiğinde sadece tek bir soru sordum:

”Pek ya sen? Sen müdüründe kendine ait hangi sevmediğin özelliği gördün ve bu kadar delirdin?”

Bu soru onu kendine getirmişti. Doğru zamanda sorulan doğru sorular her zaman daha büyük bir farkındalığa hizmet eder. Bir süre düşündükten sonra, kendisinin Müdüründe gördüğü ‘kadınlığını kaybetmiş, albenisi olmayan, sinir bozucu’ tarafı görebildi. Bunun farkına vardığındaysa işler çok basittir. Şimdi onu karşına al ve kendinde görmekten kaçındığı şeyleri sana gösterdiği için teşekkür et. Sadece bu kadar!

Danışanım bunu yaptığında telefonda başka birinin aradığını söyleyerek beni çok kısa süreliğine beklemye aldı. 2 dakika bile sürmedi… Büyük bir şok içinde bana yeniden dönüş yaptığındaysa şunları söylüyordu:

”Aman Allah’ım…. Mazlummm.. inanamıyorum… Müdürüm birkaç gündür benim üstüme çok geldiğini söyleyerek benden özür diledi! Müdürüümmm”

Bahsettiğimiz Eşzamanlılık ilkesi bu şekilde işler. Görünen bir neden-sonuç yoktur fakat ”görünmez bağlar” bu sırada titreşmeye başlar. Bilinçdışı alanda bir neden-sonuç döngüsü oluşur ve değişimler gözlenmeye başlar. Bu değişimleri gözlemenin de kuralları vardır elbet.

Farkındalık, güç ve destekle alâkalı çalışmaları yaparken bu gibi tesadüfi, diğer bir ismiyle ”Eşzamanlı” değişimler oldukça sık yaşanır. Bu değişiklikler iş sıkıntılarından hastalıklara, sosyal ilişkilerden ruhsal farkındalığa kadar her alanda etkili olan bir süreçtir. Yeter ki en doğru noktaya parmak basacak bir danışan-danışman ilişkisi ve çalışması olsun.

Bu konuyu kapatırken yine bir  eski dostumun çok kıymetli bir vizyon deneyimini paylaşmak istiyorum. Bu aslında eşzamanlılık ilkesinin nasıl işlediğini anlamamıza yardımcı olan en görsel veridir. Bu vizyonun içerisinde bütün doğa, hayvanlar, insanlar, ağaçlar ve bulutlar var. Fakat ayrı gibi görünen herşey birbirine o kadar sıkı bir şekilde bağlanmış durumda ki, her birinin hareketi bir diğerini tamamen etkiliyor. Yerde bulunan küçük bir taşa atılan tekme ile, sanki bir örümcek ağındaki bütün iplikçikler titreşirmiş gibi, doğadaki ve yaratılmışlıktaki herşeyin titreştiğini gördüğünü söylüyor vizyonunda. Bu taşa öfke ile tekme atarsanız, taş öfke ile hareket oluşturacak ve diğer öfkeleri çekecektir. Bu taşa sevgi ile küçük bir dokunuşta bulunduğunuzda, taş sevgi ile hareket oluşturacak ve diğer sevgileri çekecek. Koskoca bir örümcek ağı gibi, bir parçasına dokununca bütün iplikçiklerin hareket ettiği bu sistemde… neye nasıl bir niyetle yaklaşırsanız kendi evreninizi o şekilde titreştiriyor olacaksınız. 

Aslında Eşzamanlılık İlkesi; etki ve tepkinin, zaman ve mekan algımızın çok daha ötesinde gerçekleştiğinin göstergesidir.

Mazlum Davutoğlu