Evet bir üretim noktası. Biliyorum, orası var. Bir bedenim var ve madde ne kadar katı gözükse de zihnimde eriyen bir dünya o. Gariplikler. Kendimde ulaşılmaz noktalar. Özel ama bir o kadar da evrensel, tanrısal. Evet, basit bir yaşam gibi görünüyor dışarıdan, olağan bir yaşam. Ama değil, ne patlamalar oluyor orda ve güneşler doğuyor. Dünya gözlerimin arasında doğuyor.

Evet orası benim, biliyorum. Ama aynı zamanda keşfedecek çok şey var. Işığımın fark edildiğini biliyorum. İnsanların, bunun Tanrıdan geldiğini fark etmeleri ne garip. Gözümdeki parıltıyı ve gülüşümdeki aydınlığın ondan olduğunu.

BENİM, VAR OLANIM duygusunda kaybolmak ne hoş. Bu duygu içinde madde de küçük oyunlar oynamak.
Bazen bu VAR OLMA duygusunda kaybolduğumda söylenecek sözümün olmaması, suskun kalmam. Ama bilgide kaynak olmak, her şeye rağmen suskun bir bilgelik. Göğü içinde hissetmek. Maddenin her atomunu delip geçmek. Tanrıya şükürler olsun. Sonsuz olduğunu bilmek başka bir şey. Maddenin çocuğu değilim, ben sonsuzluğun çocuğuyum. Güzellikleri sil baştan tanımlayacak bir çocuk. Kendini hep bir öğrenci kabul eden ama öğretecek kadar bilen bir çocuk. Işığım her şartta parlayacak.

**********

Dervişçe

Yazacaklarım kendim için çok yeni değil ama peşpeşe düşününce yazmak istedim. Her nedense kendi düşündüklerim herkesin düşüneceği düşünceler gibi gelir de hiç orjinal değilmiş gibi gelir.
Her neyse…

Kime sorsanız çok çalışmaktan, zamansızlıktan, kendine zaman ayıramamaktan dert eder. Ama önce, söyle dönüp kendimize bakmak, kendi isteklerimize dönüp bakmak gelmez aklımaza. Ne ilgisi var diyeceksiniz ama öyle içiçe ki.
Güzel bir tatil isteriz söyle uçakla gidip gelecek, hizmetin bol olduğu eksiksiz bir otel isteriz, güzel perdeler, halılar, son model bir araba isteriz, isteriz de, isteriz sonu gelmez bu listenin. Herkes istediği için de piyasa habire bu istekleri karşılamak için didinir durur. Halbuki istekler bu kadar devasa olmasa ve bitip tükenmek bilse azıcık, tüm dünyanın kıyasıya çalışmasına gerek kalmaz belki de. İnsanoğlunun kendi egosu kendi basını böyle yiyor işte.

Doğrudan ilgisi yok belki ama düşünce zincirimi durduramıyorum. Yukarıdakiler aklımdan geçerken nerde kaldı, iç-dış birliği diye düşündüm. Varoluşsal ikilemler…

Aslında tarihin her döneminde geçerli olduğunu farkettim ve dünyadaki yaşamın paradokslarından biri de bu işte. Bu durumun olmadığı bir dünya zaten heralde topyekün aydınlanmış bir dünya olurdu. Yeni herkesin elindekiyle yetindiği, idare ettiği, tüketimin ve üretimin en azda olduğu bir dünya.

Tabii bütün bunları raporlu olduğum, uzun düşünme zamanlarımın olduğu bir dönemde farketmem de raslantı değil herhalde.

Dervişvarı bir yaşantının insanlığı rahat ettirecek bir yaşam tarzı olduğu ne kadar da ortada böyle düşününce.