O zamanlar henüz kalbimi, bu tür sezgilerimi anlamlandıracak kadar susturmayı öğrenememiştim. Bu nedenle de sık sık sezgilerimden gelen bilgiyi aklımla ve duygularımla bozuyordum. Ben de pek çok insan gibi, sezgileri anlayabilmek için kalbimi ve duygularımı dinlemem gerektiğini sanıyordum. Oysa sezgilerin en büyük düşmanının kalbim ve duygularım olduğunu zamanla öğrenecektim. (Thumos- Cem Şen s.177)

Cem Şen’in Thumos’undaki bu satırlar, ömrüm boyunca farkında olmadan yaptığım bir hareketin, farkına varmamı sağladı. Bu farkındalık da ömrümün kalan kısmında, neyin bana rehber olacağını daha net kavramamı sağladı ve ben de sizlerle bunu paylaşmak istiyorum: Benim en hakiki rehberimi…

Ben hiçbir zaman aklıyla hareket eden birisi olmadım. Daha doğrusu aklımı hep kullandım, ama bir karar alacağım zaman aklımı değil, daha çok içimdeki ses olarak düşündüğüm fısıltıyı takip etmeyi tercih ettim. Fakat çuvalladığım da olmadı değil hani. Bana ne yapmalıyım diye soranlara ise, içinden ne geliyorsa onu yap yanıtını verdim. Ama burada temel bir ayrım varmış, ki Thumos’tan sonra farkına varıyorum; içinizdeki ses her zaman sizi en doğru yola yönlendiren ses değilmiş. Duygular işin içine girdiğinde sesler karışabiliyor ve sizi yanlış yönlere sevk edebiliyorlarmış… Kafanız mı karıştı biraz. Eh ben teorik konuşmaları oldum olası sevmem, bu yüzden size daha somut bir örnekle açıklayayım.

Ben 30 yaşına kadar yalnız bir yaşam sürdüm. Dışardan bakıldığında sen mi yalnızsın denilebilir elbette. Çünkü hem ailevi, hem de arkadaşsal çevre olarak gayet kalabalık ve şenliklidir hayatım. Benimkisi çevremdekilerden öte, kendi içimde varolan yalnızlık hissi. Bir sürü arkadaşım olsa bile, hani hep birlikte olunan kanka modeli bir ayrılmaz dostum olmadı hiç. Sosyal yönüm çok kuvvetli olduğu için çok da hareketli bir hayatım oldu, ama bir sürü insanın masasına otursam ve hepsiyle de güzel anlaşsam bile, kendi masama geldiğimde tek başıma hissederdim kendimi. Kızlarla olan ilişkilerimde de bu duyguyla hareket ettiğim için, kız arkadaşlarım hep “senin içinde bir duvar var ve bir türlü onu aşmamıza izin vermiyorsun.” şikayetinde bulunurlardı. Bu yüzden de çok güzel ilişkilerim olmasına rağmen, ikili ilişkilerin tadına tam anlamıyla varamadım. Hele konu evlenmeye geldiğinde, bu işi nasıl becerebileceğim hakkında fikrim yoktu pek. Sadece hayatımı paylaşabileceğim bir insanla karşılaşmak yönünde yoğun bir talebim vardı.

Eşimle karşılaştığımda, daha onu gördüğüm onuncu saniyede, onun hep talep ettiğim kişi olduğunu biliyordum. Bunda ne aklımın, ne kalbimin bir rolü vardı. Çünkü onu tanımıyordum hiç ve ilk görüşte aşk gibi bir durum da söz konusu değildi. Sadece onu gördüm ve biliyordum. Onunla sonradan yürümeye başlamamız ve devam etmemizde de hep o “biliş” vardı. Onunla ilişkimiz akli veya kalbi nedenlerden öte bir şeydi. Evet, aşıktım ama burada aşktan farklı bir duygu hakimdi…

Zaman içerisinde evlilikle birleştirdik bağımızı ve benim yalnızlığımın zorlanma noktaları baş gösterdi. İkili ilişkilere pek alışık olmadığım için, bu birlikteliğin getirdikleri de beni sıkıyordu. Her türlü sorunda ilk tepkimi kaçmak yönünde veriyordum ve kalbim “hadi kalk gidelim buralardan, dilediğimizce yaşayalım” diyordu. Ama içimdeki “o ses” bana sürekli “Otur oturduğun yerde, tam da olmayı istediğin yerdesin, nasılsa anlayacaksın.” diyordu ve ben de bir şekilde bunun doğruluğunu biliyordum. Tercih yapmam gereken noktalarla yüzleştiğimde ise kalbim “hadi yahu, basalım gidelim buralardan, ferah ferah yaşayalım” derken, ben bir şekilde içimdeki “o ses”e kulak verdim ve kaçmamayı, kalmayı seçtim. İyi ki de “o ses”i dinlemişim, bu yazıyı yazmama neden olan düşünme sürecinde bunu çok daha iyi anladım. Çeşitli vesilelerle, kaçıp gitseydim karşılaşabileceğim durumlar ile yüzleştim ve her seferinde de olduğum yer için şükrettim. En son noktada ise kendime teşekkür ettim, içimdeki “o ses”i dinlediğim ve kendimi duygularıma kaptırmadığım için. Çünkü “o ses” beni gerçekten olmak istediğim yere yönlendirmiş ve getirmişti. Ben de seçimlerimi onun doğrultusunda yaparak, buna katkıda bulunmuştum. (Yanlış anlaşılmasın, burada evliliği övmek gibi bir niyetim yok. Bazılarının da yapması gereken seçim, ayrılmak olabilir.)

Thumos’tan sonra da “o ses”in ne olduğunu öğrendim: Sezgilerimizdi. Bizler için en değerli yol gösterici; duygularımız değil, sezgilerimizdi. Bizim yapmamız gereken ise duygularımızla sezgilerimizi ayırt edebilme gücümüzü geliştirmek, bunun içinse kendimizi dinleme yetimizi güçlendirmekti. İşte bunları kavradığım noktada, beni hayatım boyunca yönlendirecek rehberimle tanışmış oldum…

“Eğer kalbini dinlersen gelen bilgi sezgilerinin değil, arzularının ve duygularının bilgisi olur. Penisinin gösterdiği yöne giden herifler gibi sen de duygularının ve arzularının gösterdiği yöne gidersin. Doğru sezgi, duygulardan arınmıştır. Seni duygusal olarak tatmin etmek gibi bir görevi yoktur. İşte bu nedenle doğru değişim için kalbini susturmalısın.”(Thumos- Cem Şen s.165)