Bu benim realitem, bu benim inancım, bu benim gerçeğim ve bu benim hayatımı yönlendiren niyet. Ben herşeyin en güzeline layık olduğumu bilen, sonsuz sevilen ve sonsuz seven çok değerli bir ruhum ve biliyorum ki hayatımın her anında evren, bana bu temel düşünceme gore yanıt veriyor. O zaman kadehimi biz’lere kaldırıyorum: En güzele…

Daha önceki yazılarımda defalarca anlattığım gibi “kendini sevmemeyi”, “kendinden nefret etmeyi”, “kendini güzelliklere layık bulmamayı”, “birgün herkes eşitlense bile, kendini onlardan bir kademe aşağıda görme hissini”, “güzelliği bulduğun zaman bile yakında kaybedeceğini düşünmeyi” vs. çok ama çok iyi bilirim. Bunlar ruhlarımıza işlenmiş ve çevremizden gelen uyaranlarla desteklenip ruhumuzun derinlerine kadar işleyip, kendini hayatta realiteye dökmüş güçlü inançlardır. Bunların hayatımızdaki etkisi bile aslında bizim ne kadar güçlü varlıklar olduğumuzun göstergesidir. Sahanın kenarında bile oturamayacak derecede yeteneksiz bir futbolcuya çevrenin gazıyla inanıp, onu takımımızın beyni konumuna getiren bir teknik adam gibiyiz bu konuda. Takım sürekli yenilmektedir ve siz, çevreniz suçu sizin yeteneksizliğinize bulmaktadır, halbuki takımı batıran, takımın beyni zannettiğiniz o adamdır. (Aha da size kitaplarda bahsedilen “çekirdek niyet” kavramının en basit örneği) Sonra birileri yaklaşır yanınıza ve der ki: – Kusura bakma, haddim olmayarak söylüyorum ama bu takımda sorun ne sensin, ne de diğer futbolcular; hatta siz harika bir takımsınız ve nice şampiyonluklar bekliyor sizi. Sen sadece şu adamı çıkart oyundan ve yerine şu anda kenarda oturtuğun oyuncuyu al, o cidden harikaydı. (O oyuncunun adı işte “en güzele layığım”. Gerçi formasına nasıl sığar bu isim bilemem ama…)

Sen de bir anda tepki verirsin “sen herkesten daha mı iyi bileceksin, herkes onun star olduğunu söylüyor” ve diğer adamı dinlemezsiniz bile. Eh, bu tarz adamları tanıdığım kadarıyla ısrar etmezler ve sessizce köşelerine çekilirler. Birgün takım küme düşmek üzereyken bir anda onun önerisi aklınıza gelir ve kafanızı çevirip baktığınız da onu halen orada görürsünüz ve inancınızı yitirdiğiniz anda ona yıkılmış sesle sorarsınız: “Peki, işe yarayacağına emin misin?”. O gülümseyerek yanınıza gelir ve “bir zamanlar bir şampiyon takım vardı, neden şimdi olmasın? Bana güven…”. İşte arkadaşlar o adama ben “Evren” diyorum ve oyundan da iyi anlıyor cidden…

Hayatımda hep çok ama çok güzel aşklarım oldu benim. Ruhsal ve fiziksel anlamda cidden “çok güzel” kızlardı hep. En yakın yol arkadaşlarımdan biri olarak nitelendirebileceğim Figen bunların hepsine şahitti ve her seferinde “Hasan, inanamıyorum sana; nerden buluyorsun bu kızları, sanırım daha güzelini de bulamazsın artık çüşşş yani…” deyip dururdu. Ben de “bulurum Figen, hatta daha daha güzelini de bulurum, bunu biliyorum ve sen de göreceksin, ben herşeyin ‘en güzel…’ine layığım” diye yanıtlardım. Eh, insan neye inanırsa onu yaratır arkadaşlar ve ben her biten aşkımdan sonra “daha da güzel…” bir aşk buldum. Evet, aslında her biri kendi içinde zaten “çok güzel..” aşklardı ve yaşananlar çok özeldi, ama her seferinde daha da “güzel” şeyler paylaştığımı görüyordum. (Güzel: daha sınırsız, daha mutlu, daha huzurlu, daha özgür) Geçtiğimiz yıl ayrıldığım kız arkadaşımdan ayrılırken ondan “daha güzel…”ini bulabileceğim konusunda şüphelerim vardı açıkcası. Yani burada fiziksel anlamda kastetmiyorum sadece lütfen yanlış anlamayın. Hissettiklerim açısından değerlendiriyorum “daha güzel…”i. Evet ayrıldığım kız arkadaşım fiziksel güzellik açısından çok üst düzeydeydi, ama harika da bir ruha sahipti. Ben zaten sırf “çok güzel” olduğu için bir kıza aşık olmam, o kadar kolay harcamam aşkımı. O kızın bana fiziksel güzelliğinden ötelerini de gösterebilmesi lazımdır. Tabii bu da yetmez, aşk kıvılcımının çakması bambaşka olaydır. (Ama oluyor işte.. Adamın biri iki nokta arasında sonsuz mesafe vardır ve atılan ok gidip hedefi vurmaması lazım diye bir teori üretmiş, ama ok tüm o noktaları aşıp haşırt diye hedefe girmiş, aynen bööle). Ama ayrılık acısıyla ağlarken bile Figen’e “hayırlısı neyse o oluyor Figen, gör bak evren bana daha da “güzel…” şeyler yaşatacak” diyordum ve buna tüm kalbimle inanıyordum. (Tabii zamana ihtiyacım vardı, hazır olmak için)

Şu anda da kalbimle inandığım bu inancı yaşıyorum. Yaşadığım her ilişkinin ayrı bir tadı ve anısı var benim ruhumda, ama bu son 6 gün içinde yaşadığımı kelimelere dökebilecek durumum yok, çünkü dilimizdeki en güçlü kelimelerin bile enerjisi bunu anlatmaya yetmiyor. Hayatımın en “olağanüstü” iki olayını bu 6 gün içinde yaşadım ve bu iki olayı yaşarken de yanımda bugüne kadar gördüğüm “en güzel…” kız vardı. Zaten olay onun gözlerinden ruhunu ve ruhunda ruhumu gördüğüm anda kopmuştu da… Ben Mirac gecesi, resmen Miraç’ı yaşarken ve tüm hücrelerim “kim olduğumu” tüm kromozonlarına kadar hatırlarken yanımda o vardı ve 3 gün sonra Tanrı’nın dizlerinde ürkek bakışlarla otururken elimi o tutuyordu. (İlk buluşma için biraz fantastik bir mekan oldu galiba…;)) Eh, biz 6 gün içinde bunları yaşadıysak, kimbilir ilerleyen ŞİMDİ’lerde neler yaşarız diye düşünmeden edemiyor insan, ama tüm kromozomlarımla inanıyorum ki yaşayacağımız her paylaşım, bir öncekinden de muhteşem olacak. Bunu biliyorum ve takımıma güveniyorum.
Ben böyle söylediğim vakit mutlaka birileri çıkar ve ya “hadi bakalım” yada “inşallah” der ve açıkcası cinlerim tepeme çıkar. Çünkü kendi realitelerinde halen takımda “ben iyi şeylere layık değilim” oynamaktadır ve açıkcası şüpheyle bakarlar sana da. İyiniyetli olduklarından da inşallahla maşallahla günlerini geçirirler. Ha tabii şu da var, olur da sizin bu coşkunuz ve inancınız bir yerde sekteye uğrarsa ve takımınız o hafta puan kaybederse “biz demiştik” modlarına da girerler. Ben şuna sonuna kadar inanıyorum arkadaşlar: eğer bir şekilde evren sizi -mesela benim aşk örneğimden gidersek- ayırıyorsa, bu kesinlikle “daha da güzelini…” vereceği içindir. Sizin o anda, o kişiyle yaşayacağınız “güzellik” o kadardır ve yeni güzellikler için yer açılması için değişim gereklidir. Tabii bu kardeşler de kendi “korku dolu” realitelerini destekleyecek bir kanıt daha bulduklarını düşünüp “haklıyım ben zaten, hiçbir güzellik ömür boyu sürmez”i sahaya sürerler. Ee siz de onların realitelerine inanırsanız, yolları tıkarsınız ve “en güzel…”in size ulaşmasını geciktirirsiniz.

Tabii bazılarınız şimdi “en güzel…” kavramına da takılmış olabilirler. “En güzel…”in sonu yoktur arkadaşlar, her zaman siz talep ettikçe daha da güzeli verilecektir. Bu noktada sizin talebiniz önemlidir. Mesela yine aşktan gidersek, hep “daha da güzel…”i talep edebilirsiniz ve evren size bunu verecektir emin olun. Bunu kişi olarak talep edersiniz, hayatınıza giren sirkülasyonu artacaktır. Ama mesela benim gibi şöyle bir talepte bulunduğunuzda da evren size öyle yanıt verecektir: Ben, benim için “en güzel…” kişiyi bulduğumu hissediyorum ve artık bana onunla yaşamam için “daha da güzel…” deneyimler yolla lütfen. Ben bu noktada başkasını aramak konusunda stop ediyorum, çünkü artık enerjimi onunla hergün giderek artan güzellikte deneyimler yaşamaya yönlendiriyorum. Hemayrıca birbirimizin gözlerinde birbirimizin ruhlarını görmüşüz biz, daha ne isteyeyim ki yaw evrenden, di mi? ;)))

İşte son 6 gündür bana gerek maillerle, gerek mesajlarla sorulan sorunun yanıtı arkadaşlar. Bana hep “nasıl oluyor da bunları yaşıyorsun?” soruları soruluyor ve onların içindeki “kendisinin de bunları yaşayabileceğine dair aranan umut ışığını” gülümseyerek izliyorum. Ben sadece bir örneğim arkadaşlar ve umarım yaşadıklarımı “istenince ‘en güzel…’i olabiliyormuş”un ispatı olarak görürsünüz ve kendi realitenizde; kendi takımınızda yedek kulübesinde oturan “en güzele layığım…”ı oyuna sokarsınız. Ben biliyorum ki bu yazıyı okuyan birçokları ruhlarında “zaten varolanı” kullanarak benim yaşadıklarımdan daha da muhteşem deneyimler yaşayacak ve yaratacaklar. Ben zaten kendimi bir reklam panosu gibi hissediyorum. Tanrı, beni “teaser” olarak kullanıyor ve diyor ki “gelin de yıllarını kendinden nefret ederek geçirmiş bir adamı görün, kendindeki keşfederek neleri yaratıyor. Neden siz “daha güzel…”ini yaratamayasınız ki…”.

Yaratırsınız arkadaşlar, yaratırsınız… “Bir insanının inancıyla tüm evrenin yerinden oynayabilir” demiş birileri ve ben buna her harfiyle inanıyorum. Gösterin bakalım evren nasıl yerinden oynatılırmış, hem oturmaya mı geldik buraya… ;)))))) Biz biliyoruz da mı değiştiriyoruz… :)))))))

Herşeyin en güzeline layık bizlere…

En güzele…

Hasan 'Sonsuz' Çeliktaş

18 Kasım 1976'da Mersin'de doğdu. Toros Koleji'ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'ne girdi. Fakültesini çok sevdiğinden mezuniyeti sonrasında oradan ayrılamadı ve asistan kadrosunda eğitim hayatına devam etti. 2005'te ise İzmir'e yerleşti. 2001 yılında "Sonsuzlukotesi" mail grubunu kurmasıyla başlayan yazarlık hayatı, önce 2002'de sonsuzlukotesi.com'u, daha sonra da 2004'de derKi.com'u kurmasıyla devam etti. Bir yandan da Cosmopolitan, Esquire, Yeni Aktüel, Zodiac, Akşam Brunch gibi dergilerde ve Akşam Gazetesi'nde serbest yazar olarak yazıları yayınlandı. 2011'de ise Anadolu topraklarından doğup Amazon.com'da yayınlanan ilk Türk Spiritüel dergisi "The Wise"ı oluşturdu. Halen yazmaya devam ediyor. Duru Sonsuz ile Özün Dünya'nın babası sıfatıyla onlara rehberlik yapmaya çalışıyor...