Atların karda ve buzda yürümelerini sağlayan toynakları, kendilerini rüzgârdan ve soğuktan koruyan tüyleri vardır. Otlarla beslenir ve su içerler, kuyruklarını savurur ve dört nala koşarlar. Bunlar atların gerçek doğalarıdır. Fakat bunlardan hiçbiri geçit törenlerinde ve büyük konutlarda kullanışlı değillerdir.

Polo adında ünlü bir at eğiticisi ortaya çıktı ve “atları yönetmekte çok başarılıyım”, dedi. Ardından atların tüylerini kırptı ve toynaklarını söküp dağladı. Boyunlarına yular, ayaklarına zincir vurdu ve onları ahıra kapadı. Bunun sonucunda on attan üçü öldü. Ardından onları aç ve susuz bıraktı. Ağızlarındaki gemin acısı ve sırtlarına inen kırbacın korkusuyla, yarısından fazları ölünceye dek onları tırıs ve dört nala koşturup belli bir düzene göre koşmayı öğretti.

Yine de Çağlar boyunca Polo’nun atları eğitme yeteneği üzerine methiyeler yazılıp durdu.

—Chuang Tzu

Işık, parlamaya başlarken, karanlık da aydınlanır. Karanlığın, cehaletimden kaynaklandığını anlamaya başlarım. Tanımlamalardan ve korkularımdan yaratılan karanlığın çözünmesine izin verdiğimde geride “ben” olarak tanımladığım şeyin kalmadığını görürüm. Ben dediğim şey, benim bir tanımımdan başka bir şey değildir. Tanımlarımın ortadan kalkması gerçek benin ortadan kalkması değil, benim “ben” olarak adlandırdığım tanımın ortadan kalkmasıdır. Ben tanımım ortadan kalktığında geriye kalan boşluğun ışık olduğunu, ışığın, ben olduğumu ve ışığın her şey olduğunu da anlamaya başlarım. Kendimi ayrı “bir şey” sanma yanılgım ortadan kalkar. Beraberinde sonlu olduğum yanılgısını da süpürüp götürür. Ben, başı ve sonu olmayan ışığım.

Tanımım ortadan kalkarken, korkularımın, endişelerimin ve aşırı arzularımın da ortadan kalktığını fark ederim. Eylemde bulunurum ama yapmam. Yapmadan yapmanın ne olduğunu anlarım. Her şey ile bir olduğumu ama şeylere bağımlı olmadığımı fark ederim. Bu birlik hali, tanımlamalarımla oluşturduğum ikici (düalist) gerçeklikten farklıdır. İçinde bir tanımlama yoktur ve tanımlama yapılmasını da olanaksız hale getirir.

Atların karda ve buzda yürümelerini sağlayan toynakları, kendilerini rüzgârdan ve soğuktan koruyan tüyleri vardır. Otlarla beslenir ve su içerler, kuyruklarını savurur ve dört nala koşarlar. Bunlar atların gerçek doğalarıdır. Fakat bunlardan hiçbiri geçit törenlerinde ve büyük konutlarda kullanışlı değillerdir.
 
Polo adında ünlü bir at eğiticisi ortaya çıktı ve “atları yönetmekte çok başarılıyım”, dedi. Ardından atların tüylerini kırptı ve toynaklarını söküp dağladı. Boyunlarına yular, ayaklarına zincir vurdu ve onları ahıra kapadı. Bunun sonucunda on attan üçü öldü. Ardından onları aç ve susuz bıraktı. Ağızlarındaki gemin acısı ve sırtlarına inen kırbacın korkusuyla, yarısından fazları ölünceye dek onları tırıs ve dört nala koşturup belli bir düzene göre koşmayı öğretti.
 
Yine de Çağlar boyunca Polo’nun atları eğitme yeteneği üzerine methiyeler yazılıp durdu.
—Chuang Tzu

Işık, parlamaya başlarken, karanlık da aydınlanır. Karanlığın, cehaletimden kaynaklandığını anlamaya başlarım. Tanımlamalardan ve korkularımdan yaratılan karanlığın çözünmesine izin verdiğimde geride “ben” olarak tanımladığım şeyin kalmadığını görürüm. Ben dediğim şey, benim bir tanımımdan başka bir şey değildir. Tanımlarımın ortadan kalkması gerçek benin ortadan kalkması değil, benim “ben” olarak adlandırdığım tanımın ortadan kalkmasıdır. Ben tanımım ortadan kalktığında geriye kalan boşluğun ışık olduğunu, ışığın, ben olduğumu ve ışığın her şey olduğunu da anlamaya başlarım. Kendimi ayrı “bir şey” sanma yanılgım ortadan kalkar. Beraberinde sonlu olduğum yanılgısını da süpürüp götürür. Ben, başı ve sonu olmayan ışığım.

Tanımım ortadan kalkarken, korkularımın, endişelerimin ve aşırı arzularımın da ortadan kalktığını fark ederim. Eylemde bulunurum ama yapmam. Yapmadan yapmanın ne olduğunu anlarım. Her şey ile bir olduğumu ama şeylere bağımlı olmadığımı fark ederim. Bu birlik hali, tanımlamalarımla oluşturduğum ikici (düalist) gerçeklikten farklıdır. İçinde bir tanımlama yoktur ve tanımlama yapılmasını da olanaksız hale getirir.

İçimde, yer ile gök uyum içinde olduğunda, erdemin de güçlendiğini farkederim. Erdem güçlendikte, ışığın ifadesi olan bilincimin de güçlendiğini anlarım. Sağlıklı olmak ya da mutlu olmak için giriştiğim çabaların, erdem denilen bağlayıcı ve yapıştırıcı unsur olmadan bir işe yaramayacağını görürüm. Ölüm dediğim yanılgının içinden bile erdem ile geçtiğimi ve sonsuzluğa uzanan köprünün erdemim olduğu gerçeği ile yüz yüze gelirim. Erdem, hayatın temelindeki anlam ve onun temel yapıtaşıdır.

İzlemeyi sürdürdükçe, bedenim olarak adlandırdığım şeyin bile erdemden yapıldığını anlarım. Erdem, bedenimi oluşturmak için, farklı ışıklar şeklinde yoğunlaşarak organlarımı, salgıbezlerimi ve bilincimi meydana getirir. Erdemim arttıkça bilincim, salgıbezlerim, organlarım, sosyal ilişkilerim ve evren ile olan iletişimim de sağlıklı ve uyumlu bir hale gelir. Korkularım, yerini keyifli bir olma haline bırakır.

Erdem, mutluluk verici bir haldir. Bir şey elde etmek ya da bir şey olmak için yapılmaz. Erdem, sahip olma hali değil olma halidir! Bu hâl, benim gerçek doğamın ifadesidir. Ben gerçek doğama sahip olduğumda, erdem de kendini ifade eder. Aynı şekilde erdemimi geliştirdiğimde gerçek doğam kendini ifade edebilir. Gerçek doğam korkusuz, mutlu, bilge ve keyiflidir. Sahip olmak gerçek doğanın yerine konan yapay doğadır ve beni “gerçek insan” olmaktan uzaklaştırır; karanlık bir hayale, bir cehalete dönüştürür. Olmak ise, gerçek doğamın bir ifadesi olarak “gerçek insan” olmamı sağlar.

Olmama ve gerçek doğamı ifade etmeme engel olan şey ise yer ile gök arasındaki dengeyi bozmamdır.

Peki ama yer ile gök arasındaki denge nedir?­ Onu da bir sonraki sayıda anlatacağım.

Cem Şen

1968 yılında doğdu. 1981 yılında savaş sanatları eğitimi almaya başladı. 1987 yılında Zen Budizm’in Türkiye’deki temsilcisi olan İlhan Güngören ile tanıştı ve 1987-1990 yılları arasında Güngören’in asistanlığını yaptı. Bir yandan Güngören’i Zen çalışmalarında ve Tai Chi Ch’uan derslerinde destekleyen Cem Şen aynı zamanda Namık Ekin, Mustafa Aygün gibi eğitmenlerle savaş sanatları eğitimini sürdürdü. 1990 yılında ilk çeviri eseri yayınlandı. Aynı yıl çalışmalarını tümüyle Taocu çalışmalara yönlendirdi. Sırasıyla Mantak Chia, Master Wang, Master Wu, Eric Steven Yudelove gibi ustalardan eğitim alan Cem Şen aynı zamanda bu ustalardan farklı Taocu sistemleri öğretme yetkisi de aldı. Halen ustalar ile çalışmalarını ve dünyanın farklı yerlerinde bulunan yaşayan büyük bilgelerle iletişimini ve arayışlarını sürdürmektedir. 1991 yılında Dharma Yayınları’nı ve ardından 2003 yılında bu yayınevinden ayrılarak Klan Yayınları’nı kurmuş olan Cem Şen’in içlerinde “Enerjinin Dansı: T’ai Chi Ch’uan” ve “Dolmuşa Binme ve Dolmuştan İnme Sanatında Zen” adlı kitaplarının da bulunduğu 8 kitabı ve yaklaşık 40’a yakın çeviri eseri bulunmaktadır.