Bugün üşenmedim saydım. Saydım tam elli tane senaryo yazmışım. Bir de tabii versiyonları olanlar var. Onlarla yetmişi falan bulur herhalde. Ben taktım bu senaryo yazarlığına. Hep merak ederdim, yaa nasıl yazıyorlar zor iş falan diye düşünürdüm. Sonra fark ettim ki meğer ben ne müthiş bir senaryo yazarıymışım. Yazıyorum, yönetiyorum, bir de oynuyorum. Hayret.

Dalga geçtiğimi falan sanıyorsunuz ama geçmiyorum. Sizde sayın. Görün bakalım gün içinde kaç tane senaryo yazdığınızı. Kaçını yönetip oynadığınızı. İnanamayacaksınız, yazarlığınıza da yönetmenliğinize de hatta oyunculuğunuz… bugün benim diyen sanatçı, senarist veya yönetmen elinize su dökemez vallahi. Biliyorum çünkü benimkine dökemediklerini anladım.

Hiç de zor değilmiş bu senaryo yazarlığı, meğer algılamaya başladığımız günden beri yazarmışız. Ne garip değil mi? İnsan zihninin üretimleri inanılmaz. Paso yazıyor. İştekiler ayrı, evdekiler ayrı. Eş, sevgili ilişkileri inanılmaz. Duygular durumlara, durumlar duygulara karışıyor. Daha dün sevgili hocamla zihin ortamında benimle ilgili bir konuyu tartışırken yakaladım kendimi. (Hocamla, kocamla değil, imla hatası yok. Hoş onunla ilgili senaryolarım da var ama hadi burada açıklamayayım) Sonuna doğru epey öfkelenmeye başlamıştım ki fark ettim yaptığımı. Ya ne yapıyorsun şimdi sen dedim, ne yapıyorum gerçekten. Tam bu nokta da bu senaryo işine takıldım ve bu sefer daha farklı incelemeye başladım zihnimi.

Ne yapıyoruz biz gerçekten? Durmadan senaryolar üretiyor zihnimiz. Hadi bir de güzel şeyler yazsak neyse, nerede acayip karmaşık duygu var hepsini katıştırıyoruz içine. Gerçekleşiyor da bazıları hatta birçoğu. Bak ben bunu düşündüm ah korktuğum başıma geldi diyoruz. Sonra da ağlayıp yerlerde sürünüyoruz. Hatta bir çok öfke biriktiriyoruz ardından. Bunlar yaşam travmalarımıza dönüşüyor zamanla. Sonra da spiritüel çalışmalar, meditasyonlar yapıyoruz, bazılarımız öfke kontrolü derslerine falan gidiyor. Ve sonra da şanslıysan biraz fark ediyorsun. Sonra mı? Sonra da işin yoksa dön geri temizlemeye çalış onları. Affetme çalışmaları falan yap. Öyle hemen kolay kolay da temizlenmiyorlar ha haberiniz ola. Korkularınla falan yüzleşiyorsun, sonra travmalar falan çıkıyor su üstüne. Bazılarımız psikolog psikiyatrist dolaşıp duruyor. Avuç avuç ilaç alıyor en hafifinden en ağırına kadar. Tedavinin boyutu negatif senaryo yazabilme yeteneğinin gücüne bağlı olsa da en önemlisi oyunculuk kabiliyeti tabii ki.

Madem yazabiliyorsun ve madem bu zihin aktivitesi doğuştan bahşedilmiş, ee o zaman güzel bir şeyler yaz be kardeşim değil mi? Her şey etki tepki değil mi? Göle attığın bir taş misali yayılmıyor mu? O zaman güzel şeyler yaz, onları oyna, onların etkisi yayılsın etrafına. Yok değilse bırak kontrolü, geleni kabul et belki gelen daha güzel bir senaryo olacak, ne biliyorsun. O zaman da onu oynarsın.

“Ayy benim rol yapma kaabiliyetim yok” deme sakın. Yaşamımız kimliklerimizden oluşuyor. Eş kimliği (rolü), evlat kimliği (rolü), anne baba, arkadaş… ohooo bir sürü rolümüz var. Onları oynuyoruz, bazen de oyuncağı alınmış çocuklar gibi küsüp gidiyoruz. Çocukken oynadığımız evcilik oyunlarını hatırlayın. Arkadaşların senin istediğin gibi oynamazsa ne yapıyordun? Oynamıyorum işte deyip dönüp arkanı gitmiyor muydun? Ya da bir sürü kavga edip sonunda ya sen ağlıyordun yada bir arkadaşını ağlatmıyor muydun? İşte yine aynısını yapmıyor musun?

Sözün özü; hani şu zihninde dönüp durduğunu söylediğin, onlar yüzünden odaklanma zorluğu, uyku problemleri falan çektiğin bir sürü laf, söz, konuşma, görüntü vıdı vıdı var ya, işte onlardan bahsediyorum. Onların varlığı ve temeli senin hayatı algılayışında yatıyor. Temeli kalıplarında. İşte onlarla yazıyorsun senaryolarını. Hani “ne ekersen onu biçersin” atasözü var ya, işte onlar da yönetmenliğini yaptığın yaşam oyunları. Yaratımların, yaratımlarımız.

Biz inanılmaz yaratıcıyız bunu kabul edelim artık.
Dedim ya ben taktım bu senaryo yazarlığına. Daha çok yazılar çıkar bundan merak etme. Hadi şimdi sen de say. Say da fark et. Her şey sadece fark etmekte çünkü. Fark et !

Bugün kaç tane senaryo yazdın?