Yaklaşık 10 senedir spirituel dünyanın içindeyim ve bu yolda olan yüzlerce insan tanıdım diyebilirim. Eh artık bu yolda gördüğüm çeşitli tipleri sizinle “kendi yorumlarımla” paylaşma vaktidir diyorum. Tabii sizler bu kategorilendirmelerin içinde yer almıyor olabilirsiniz, esasında böyle bir sınıflandırma gerekli mi, hatta bence bunlar hepsi saçma da diyebilirsiniz.  Lütfen o noktalarda bu yazının esas amacının eleştiriden öte “mizah” olduğunu unutmayın ve sonra yine saçma demeye devam edin. 😉 Buyrun bakalım işte size spritüel alemden seçmece tipler:

Dernekçiler, Vakıfçılar:
Bunlara kısaca “avcı” diyebiliriz. Gruplarına sürekli adam avlarlar. Aslında bu yoldaki herkes gibi iyi niyetlidirler. Dünya için birşeyler yapma adına biraraya gelmişlerdir. Sık sık toplanırlar. Genellikle grubun kurucusuna sıkı sıkıya bağlıdırlar. Genellikle işi gücü olmayan teyzelerden oluşurlar, ama aralarına farklı kesimlerden bir sürü insan katılır ve ayrılır. İnsan sirkülasyonu çok fazladır ve bu kadar kişinin gelip gitmesini o kişilerin oraya layık olmadığı düşüncesinde görürler. Her ne kadar kendilerini ileri gibi görseler de aslında gelişmiş tekkeler gibidirler. Her hareket iyi şeyler adına yapıldığı için egolar görmezden gelinir veya üstü örtülür, halbuki dışarıdakinden çok burada egolar çok yüksektir. Arkaplanda çok sıkı iç çekişmeler, entrikalar vardır. Kürsüde söylediklerini genellikle hayatta uygulamazlar. Her zaman sırıtırlar, ama bir türlü de ileri gidemez ve yerlerinde sayarlar. Birlik, barış, bütünlük gibi ideallerden bahsetseler de her zaman kendilerini en iyisi olarak görmek hoşlarına gider. Aslında “herkesin yolu kendine doğrudur” gerçeğini kürsülerden söyleseler de, “gerçek hayatta en doğru bizim yolumuzdur” diye düşünürler. Herkesi biraraya getirmek isterler, ama “herkes” kendi dernekleri çatısı altında birleşmelidir. Aslında başlangıç için iyi görev yaparlar. Birçok kişi bu yolda ilk eğitimlerini buralardan alır, ama bir süre sonra ihtiyacı kalmayınca da ayrılır; birçok kişi “dernek, vakıf” kavramlarını duymaya bile dayanamamaktadır. Ben de kendimi tanıma yoluna ilk girdiğim de böyle bir dernekte almıştım ilk bilgilerimi ve gerçekten de güzel bir yerdi, ama zamanla artık ihtiyacımın kalmadığını hissedince artık hayatımın daha farklı alanlarına kaymaya başladım vs.


“Canım canım” tipleri:
Bunlar tam dayaklıktır. “Canım canım” yaparken aslında sizi aşağılamaktadırlar. Sizin daha gelişmemiş olduğunuzu, zamanla birşeyleri öğreneceğinizi, kendilerinin üstün ve tapılası varlıklar olduğunu düşünmektedirler bilinçaltarında, ama bunu egoları öyle bir gizler ki kendilerinin hoşgörü dolu varlıklar olduğuna inanıp mutlu olurlar. Genellikle 50 yaş sonrası teyzelerden çıkar bu tipler. Hele siz 20 yaşında falansanız daha da sık karşılaşırsınız bu durumla. Bu tavrın ruhsallıkla alakası falan yoktur. Sadece toplumun bin yıllardır öğrettiği “onlar küçük, siz büyüksünüz daha iyi bilirsiniz” düşüncesinin ürünüdürler. Sık sık “şimdiki gençler bir harika” deyip şaşkınlıklarını belirtirken, her yeni kuşağın aslında onlardan bir kademe ileride olduğunu pek kabul etmezler. En büyük avantajları tecrübeleridir, ama aşmaları gereken problemleri yeni neslin çoktan hallettiğinin farkına bile varmazlar çoğu zaman. Bu nesil farkı sadece 50 ile 20 yaş arasında yoktur; 20’li yaşlarını yaşayanlar ile Dünya’ya yeni gelenler arasında bile vardır. En büyük eğlenceleri elele tutuşup “Bütün Dünya Buna İnansa, Hayat Bayram Olsa”yı söyleyip, barış dolu sözler söylemektir. Genellikle de bu sözler kendi sözleri değil, çoğunlukla Yunus Emre ve Mevlana’dan alıntılardır. Bu sözler onları mutlu eder, ama ne dediğini pek anlamazlar aslında.

Sevgi Kelebekleri:
“Ama bizim hoşgörüyle bakmamız lazım herşeye”, “Pencereyi açtım içeri mis gibi kokular doluyordu, yaprakların çiğlerini gördüm….” gibi kalıplarla başlarlar her söze. Bunlar buldukları herşeyi okurlar ve genelde söylenenleri başlarıyla değil, başka taraflarıyla anlarlar. Hoşgörülü, sevgi dolu olmaya çalışırlar; ama çok saftırlar ve rahatlıkla kandırılabilirler. Zaten evren de bunların aklını başına getirmek için bol bol “kazık yeme” senaryoları yaratır, ama bunlar kazığı yedikçe “daha da hoşgörülü olmaya çalışırlar” ve durum iyice sarpa sarar. Evren de bunlara “yeter” dedirtmek için ha babam problemler yaratır durur. En büyük dertleri “ben insanlara o kadar sevgi dolu yaklaşıyorum, ama karşılığında havayı alıyorum”dur. Aslında kendilerini hiç sevmez bu tipler, kendileriyle barışık değillerdir. Tüm sevgiyi dışardan beklerler ve bunu elde etmek için de “sevgi, hoşgörü dolu” olmayı kullanırlar. Aslında gerçek anlamda sevgi ile dolu olmadıkları için de yazdıkları ve söyledikleri size çok uzak gelir ve inanmazsınız; ayrıca da sizi iter. Böyle durumlar da daha da bozulur ve içlerine kapanırlar, küser giderler. Özlerinde herkes gibi iyi niyetlidirler, ama sağa sola yardım etmeye çalışırken esas yardıma ihtiyacı olan bunlardır. Ha bir de bunlar tartışmalardan acayip çekinirler, daha doğrusu “bu yol”da tartışılmaması gerekmektedir. Duygularını da rahat ifade edemedikleri için hep lafı dolandır allah dolandırırlar. Bir de mail gruplarında hep “sanki yoklarmış” gibi davranıldığına inanırlar, maillerine cevap gelemeyince bozulurlar; hatta bir daha yazmazlar bile. Aslında en kurtarılabilir tiplerdir. Tek ihtiyaçları adam gibi sevgi’dir.


Çok bilmişler:
Canım Canım tipleri dayaklıksa, bunlar falakalıktır. Bunlar her konuda kendi bildiklerinin en iyi olduğunu ispat etmek için çırpınıp dururlar. Genellikle mail-gruplarına 30K’lık uzun ve okuması çok zor mailler atarlar. Bir cümlede anlatabilecekleri şeyleri 15 cümlede anlatmakta üstlerine yoktur ve bir de söylediklerinin anlaşılmasını beklerler. Bunların en büyük derdi karşındakini ikna etmektir, çünkü o zaman onaylanacak ve kendilerine güvenlerini tazeleyeceklerdir. Kendilerine çok güvenli görünseler de aslında bunların da kendilerine güvenleri hiç yoktur ve varlıklarını kendilerini “onaylatarak” sürdürmek isterler. Acayip mantıkçıdırlar ve kendilerine atılan cevapları didik didik edip, yine 30K’lık mektuplarla cevap verirler. Bunlarla tartışmaya hiç gelmez, çünkü tartışmazlar bile. Hele fen bilimlerinde yetişmişlerse iyice çekilmezler. Mutlaka bir kimlikleri vardır ve öncelikle bunu öne sürerler. Aslında herkesin olduğu gibi bunların da tek aradıkları sevgidir, ama ulaşılmaları biraz zordur. Çünkü onlar bugüne kadar ya tartışmışlar, ya da başkalarına yardımcı olmuşlardır. Kendi problemlerini görmezler, ama ne zaman başkasının problemini görseler yardım etmek adına üstüne atlarlar. Toplumsal rolleri budur ve esas yardıma ihtiyacı olanların kendileri olduğunu görmezler. Ancak çok dikkatli bakan birisi bunların zırhlarının altındaki unutulmuş ruhu görebilir.


Arada Derede Gezenler:
Bunlar genelde siyah-beyaz kapaklı Tao, Zen Budizmi, Krisnamurti gibi kitapları okuyan; onlardan az buçuk birşeyler kapan ama daha da ötesine gidemeyen tiplerdir. Genellikle uzun saçlı, paspal giyimli tiplerden çıkarlar. Hemen hemen her ortamda bir tane bulunur ve şaşkın şaşkın etrafa bakarlar, söylenenleri anlamaya çalışırlar. Bunların en güzel tarafı genellikle dürüsttürler ve bilmedikleri konularda bilmediklerini söylerler. Zaten pek de umurlarında değildir aslında. En büyük problemleri kendileriyledir. Genelde bunalımlıdırlar ve sorumluluk almaktan kaçarlar. Aslında birçoğu Dünya’ya uyum sağlama problemi yaşayan güçlü ruhlardır.


Kimlikçiler:
Bunlar, özellikle ruhsal kanallar aracılığı ile gelen bilgilerde yer alan çeşitli “kimlikler”e, taze gelinin duvağa atladığı şevkle atlayan tiplerdir. Mesela böyle kişilikteki 1965 doğumlu bir yavrumuz, önce 1997 civarında “ben ışık işçisiyim, dünyaya bu yüzden geldim”; 2000 yılında “ben bir indigoyum, hem de en özellerinden, ilk gelenlerdenmişim”; 2004’te “ben aslında indigoymuşum ama yavaş yavaş kristale doğru dönüyorum” diye karşınıza çıkabilir. Siz “ulan bi Dakka bu indigolar 87 sonrasıydı ve sınırlı sayıdaydı, hele kristaller daha yeni yeni geliyordu” falan diye itiraz edersiniz. Hemen “yooo, geçen gün benim bir arkadaşım gitti toplantılarına, özel seansta söylemişler, böyle de erkenden gelen varmış benim gibi” diye “hıh, sen ne anlarsın, hem göster bakim pasaportunu sıradan dünyalı” modunda muamele çekerler. Böylesini görünce fazla uğraşmayın ve kendi haline bırakın. Nasılsa eninde sonunda bu kimlik meraklısı kardeşe, “kim” olduğunu hücrelerine kadar hatırlatacak bir durum çıkacaktır.

 

Özel bir alanda yoğunlaşanlar:
Bunların en büyük avantajı seçtikleri yolun daha önce defalarca gidilmiş olması ve haritasının daha net olmasıdır. Bu gruba yogacılar, reikiciler, feng shuiciler, farklı yetenekleri olan kişiler girmektedir. Ellerinde tuttukları somut birşeyler olduğu için işleri bir nebze olsun daha rahattır. Eğer iyi de bir masterları varsa seçtikleri yetenekte hızla da ilerleyebilirler. Önlerindeki en büyük tehlike aslında “ruhsal bir araç” olan bu yeteneklere takılıp kalmaları ve tüm herşeyi onun üzerinden algılamalarıdır. Kimileri bu araçları araç olarak görüp kendi diğer alanlarda da geliştirirken, kimi de içinde bulamadığı bazı şeyleri bu araçta aramaya kalkıp onu kendine kimlik edinmeye ve ego geliştirmeye başlar. Bazıları da fırsattan istifade deyip konuya ilgi duyan ama pek birşeyler bilmeyen safları söğüşleyip durur ki bunlar zamanla Show Haber gibi yerlerde rezil edilirler. Eğer konulara siz de ilgiliyseniz bu tiplerle olmaktan keyif alırsınız, ama onlar kadar derine girmeyecekseniz; konuşmalara fransız kalıp sıkılabilirsiniz. Kendi seçiminiz…


Provakatörler:
E-mail gruplarında bolca bulunurlar. Tek varlık nedenleri ortalığı karıştırmak, sonra da sıvışıp gitmektir. Genellikle “böyle mailler neden atılıyor” tarzında bir kelamla olaya dalarlar ve bu mailleri üzerine 10 tane de mail gelince keyifle her birine yanıt yazarlar. Aslında esas sorun bunlar değil, bunların bir mailine 10 mail birden atan kefallerdir. “İyilik ve güzellik” adına olduğu için herşey herkes “iyi” ve “güzel” şekilde bu kardeşimizi ikna etmeye çalışır ve mail kutunuza günde 15-20 mail gelir. Gruplara hareket getirdikleri için faydalıdırlar da, ama bu onların provakatör olduğu gerçeğini değiştirmez. Aynı şekilde toplantılarda, konferanslarda falan da bulunurlar ve ortalığı karıştırırlar. Bizler kızıp dururuz böyle tiplere, ama aslında evrenin iyi görev yapan tiplerindendir. Bunlarla nasıl uğraşılacağını öğrenirken bir yandan da daha sert karşı kutuptaki tiplerle iletişimi de öğrenirsiniz, yani bir bakıma “aşı” gibidirler ve ortam getirdikleri hareket bakımından da “katalizatör” görevi görürler. Bunlara karşı en iyi tavır, onları ignore etmektir. Ama canınız o gün kavga dövüş edip biraz rahatlamak istiyorsa iyi rakip olurlar. Kendilerini tatmin ettikten sonra da oradan ayrılırlar.

Masterlar ve Yöneticiler:
Bunlar ya kişilerin kabul ettikleri masterlardır, ya da bir grubun yöneticisi olan tiplerdir. Masterlar daha ruhaniyken, diğerleri mesela e-mail gruplarında yada özel gruplarda akışı sağlamaya çalışırlar. Masterların karşılaştıkları en büyük sorun anlaşılamamalarıdır. Bu sorun onların kendi ifade etme yeteneğinden değil de genellikle öğrencilerinin onu bir çeşit “peygamber” gibi görmelerinden kaynaklanır. Bir yol gösterici olarak değil de, bir “kurtarıcı” olarak görülürler ve sürüye çobanlık etmeleri beklenir nerdeyse. Master’ına göre bu çobanlık değişir. Kimisi fırsat bu fırsat deyip sürüyü istediği gibi güderken, kimisi de “siz sürü değilsiniz, ben de çoban”ı anlatmak için yırtınır durur. Bu yolun en büyük tehlikelerinden birisi de bu sürü psikolojisidir. Çoğu “kendini tanıma yolu”nu anlamayıp “dinden özgürleşiyoruz” çığlıkları ata ata aslında yeni bir dine girerler. Günümüzde özellikle Batı’da hızla yayılan New Age akımlarındaki en büyük tehlike budur. İnsanlar “Tanrı” kavramını terkedip yerine bir “yüksekbenlik”e tapmaya başlarlar, bir kısmı da bir Master’a mürit olurlar. Maalesef de mastarlıkla birlikte çok sıkı bir de ego geldiği için de bir çok master kendini buna teslim etmiş, müritlerini kullanmaktadır.
Yöneticiler ise email gruplarında yada web sitelerinde sık sık görülürler. Daha dünyevi görevleri olduğu için öyle müritleri falan olmaz, tek dertleri sistemin işlemesini sağlamak, parazitleri ayıklamak, tepişmeleri önlemektir. Hayata bakışlarına göre değişik tavırları vardır. Benim gibileri bol bol “höt” çekerler falan.


Sonuçta;
Daha yazılabilecek birçok tip olduğunu biliyorum, ama bu seferlik bu kadar olsun. Siz bunların içine giriyor ya da girmiyor olabilirsiniz. Aslında hepsinin, hepimizin tek bir arzusu var: Sevilmek arzusu. Nerdeyse tüm hayatımızı yöneten motiv bu: sevilmek arzusu. Çünkü hayatımızda yeterince sevgi olduğuna inanmıyoruz, zaten o sevgiyi kendimize verebileceğimize hiç inanmıyoruz, çünkü kendini sevmeme üzerine kurulu bir düzende Dünya’ya geldik ve bir de üstüne üstlük kendimi yalnız ve terk eilmiş hissediyoruz. Yukarda saydığım tüm tiplerde ortak olan bu noktalar. Bu yazdıklarım her ne kadar eleştiriyormuş gibi görünse de aslında ne kadar “sanal” bir dünya yarattığımızın aynası bence. Bugüne kadar alışageldiğimiz Dünya’yı farklı kavramlar kullanarak “yeniden yarattık” ve bunu muhteşem bir şekilde reddedip, gizledik. Ha bugüne kadar ki çabalarımız boşuna mıydı? Kesinlikle hayır! Bizler cesur varlıklarız ve çok büyük bir kesimin girmek istemediği bir alana girip yolu açtık. En büyük sıkıntımız eski enerjiyle yeni enerji arasında bir yerlerde olmamızdı. Bu “sanal” alemin oluşma nedeni de sadece bu arada kalmışlık. Bundan sonra yapmamız gereken yarattığımız kendi “sanal”ın farkına varıp, kendimize “sanal”lıklarımızı itiraf edip, yeni enerjiye geçmek. Bu yüzden kendinizi bu tiplerden biri olarak görüyorsanız lütfen bunu kabul edin ve evrenden “gerçek ‘kendi’nizi” talep edin. Merak etmeyin hiçbirşey boşa gitmedi.

Hasan 'Sonsuz' Çeliktaş

18 Kasım 1976'da Mersin'de doğdu. Toros Koleji'ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'ne girdi. Fakültesini çok sevdiğinden mezuniyeti sonrasında oradan ayrılamadı ve asistan kadrosunda eğitim hayatına devam etti. 2005'te ise İzmir'e yerleşti. 2001 yılında "Sonsuzlukotesi" mail grubunu kurmasıyla başlayan yazarlık hayatı, önce 2002'de sonsuzlukotesi.com'u, daha sonra da 2004'de derKi.com'u kurmasıyla devam etti. Bir yandan da Cosmopolitan, Esquire, Yeni Aktüel, Zodiac, Akşam Brunch gibi dergilerde ve Akşam Gazetesi'nde serbest yazar olarak yazıları yayınlandı. 2011'de ise Anadolu topraklarından doğup Amazon.com'da yayınlanan ilk Türk Spiritüel dergisi "The Wise"ı oluşturdu. Halen yazmaya devam ediyor. Duru Sonsuz ile Özün Dünya'nın babası sıfatıyla onlara rehberlik yapmaya çalışıyor...