Şekil boşluktur ve boşluk şekildir. Şekil boşluktan başka bir şey değildir. Boşluk şekilden başka bir şey değildir. Şekil ne ise boşluk da odur. Boşluk ne ise şekil de odur. Algı, algılama ve bilgi de boşluktur. Şekil şekildir ve boşluk boşluktur.
—Prajna Paramita Sutra

Adlandırılabilen Tao, Tao değildir.
Ona verilen adlar, onun adı değildir.
—Tao Te Ching, 1

Karanlığın içinde ışığı ararken zamanla olguların birbirlerine göre ve en nihayetinde de kendime göre biçim aldığını fark ederim. Demek ki tanım, bana göre oluşmaktadır. Bu anlayışla kimseyi suçlamamaya başlarım. Kendi hayatım için teşekkür edebileceğim ya da suçlayabileceğim kimse yoktur. Kendi gerçekliğimi kendim yaratmaktayımdır. Bunun üzerine kendimi değiştirdiğimde gerçekliği değiştirebileceğimi fark ederim. Bu farkındalıkla yaratma girişiminde bulunarak, tanrı ile ortaklık kurmaya kalkarım. Fakat yaratma eylemi, “benim” aklımdan, duyularımdan, duygularımdan, korkularımdan, arzularımdan ve elbette sahip olma isteğimden kaynaklandığı için gerçek bir yaratım değildir. Olsa olsa yaratımın kaba, eksik ve çoğu zaman da zararlı bir kopyasıdır. Olmak, yerini bir kez daha sahip olmaya bırakır. Mutluluğu yaratabileceğimi ve ona sahip olabileceğimi sanırım.

 

İlk başlarda her şey yolundadır. İstediğim gerçekliği, kaba bir düzeyde de olsa gerçekleştirmeye başlarım. Yine de zaman geçtikçe beni yeni bir ıstırabın beklediğine tanık olurum. Bu ıstırabın iki temel nedeni vardır: Birincisi, istediğim her şeyi yaratamam, ikincisi ise yaratımlarım gerçekten de beni mutlu etmez. İçimde, sahip oldukça kendini fakir hisseden insanın huzursuzluğu büyümeye başlar. Belki de hatalı şeyler istiyorumdur diye düşünürüm. Doğru şeyleri istemeliyimdir belki? Kendim için istemeyi bırakmalı ve başkaları için istemeliyim; fakat bu da mutlu etmez beni.
O zaman gerçek isteklerimi keşfetmeliyim. Belki de istemeyi bırakmalıyım? Peki ama isteyen Ben kim? Gerçek isteklerimi ya da onları isteyeni keşfetmek için “Ben” dediğim kişinin kim ya da ne olduğunu anlamalıyım. Bu arayışa giriştiğimde, kullandığım yöntem geçmiş yaşamlarımı bulmak da olsa psikoterapi de olsa durum değişmez. Mutsuzluğum hâlâ devam etmektedir. Mutsuzumdur, çünkü hâlâ bir tanım peşinde koşuyor ve bir şeye, “Ben” dediğim bir şeye sahip olmaya çalışıyorumdur. Gerçekliği değiştiren ve değiştirme arzusunda olan da bu Ben’dir. Her şey, bu Ben’e göre şekil almaktadır. Peki ama eğer tüm gerçeklik bana göre oluşuyorsa, gerçekten de kimdir bu Ben dediğim küçük insan?

Derken, Ben hakkında bildiğim her şeyi unutur ve tarafsız bir şekilde “Ben” dediğim şeyi gözlemlemeye başlarım. Gözlemlemenin ilk aşaması oldukça zordur. İnsanın elinde son derece kaygan bir buz tabakasını tutmaya çalışmasına benzer. Bir an yakalar gibi olur beni, hemen ardından kaybediverir. Bene bakarken, onu kendi bakış açısına göre biçimlendirdiğini fark eder. Her şey benim bakış açıma ve niyetime göre biçim almaktadır bu evrende. Ben dediğim şey de bu gerçeklikten ayrı bir yerde durmamaktadır. Beni, yalnızca “bana göre” gözlemleyebilirim. Ben, benim ona yönlendirdiğim niyete göre biçim alır. Tıpkı, ışığı parçacık olarak gözlemlemeye niyetlenen bir gözlemcinin onu parçacık, dalga olarak gözlemlemeye niyetlenen gözlemcinin onu dalga olarak görmesi gibi. Peki ama ışık gerçekte nedir? Ben nedir? Bunun için gözlemi bırakmalı mıyım? Fakat eğer onu gözlemlemezsem onun ne olduğunu nasıl anlayabilirim? Ben, beni nasıl gözlemleyebilir? Göz kendini nasıl görebilir? Bunun tek bir yolu olabilir diye düşünürüm; kendi gözümü ancak bir başkasının gözünden ya da bir yansıtıcıdan görebilirim. Bunun üzerine beni bana anlatacak kişileri kullanmaya başlarım. Elbette bu çaba boş bir çabadır; çünkü beni gözlemleyen ve bana anlatan, beni kendi benine göre gözlemlemektedir. Bu durumda, Ben dediğim şeyi tarafsız, olduğu haliyle gözlemlemek için ne yapabileceğim konusunda aklım karışır. Ben, beni gözlemleyemez çünkü ben, beni gözlemlemeye kalkıştığında onu bana göre değiştirir. Başkası beni gözlemleyemez çünkü başkası beni kendine göre değiştirir. Ben, kimim ya da neyim? Ben’i nasıl gözlemleyebilirim?

Sonunda vazgeçerim. Bilirim ki Ben dediğim şeyi gözlemlememin bir yolu yoktur. Onu gözlemleme niyetim olmadan otururum. Bütün niyetler, bütün istekler ve bütün tanımlar anlamını yitirir. Bilirim ki bütün tanımlarım, bütün niyetlerim, Ben dediğim şeyi bana göre değiştirecektir. Bilirim ki, bilgim, bilmenin önündeki engeldir. Bunun üzerine, zihnimi bir ayna yapar ve gözlemleme niyetim olmadan gözlemlemeye başlarım. Gözlemleyen gözlemlenen olur. Derken yavaşça şekil boşluğa, boşluk ise şekile dönüşmeye başlar. Soru sormam, bir şey beklemem, niyetlenmem, yalnızca durur ve bakarım. Bakarım. Bakarım…

Derken, şekil kendini çözündürmeye başlar. Ben dediğim şeyin kocaman bir yanılgı olduğunu fark etmeye başlarım. Her şeyden ayrı ve bağımsız bir ben yoktur. Her şeyden öte, Ben yoktur. Tanımlanan şey Ben değildir. Yalnızca bir yanılgıdır. Bir cehalettir. Ben olarak adlandırdığım şey, yokluğun kendini var sanmasından başka bir şey değildir. Bilen bir Ben yoktur.

Baktıkça, çözünmeye başlar her şey ve geriye boşluktan başka bir şey kalmaz. Bu boşluk, her şeyin temelindeki boşluktur. Her şey bu boşluktan yaratılmaktadır.

Peki ama boş olan bir şey nasıl yaratabilir?

Boşluğu gözlemlemeyi sürdürürken içimi mutlu bir duygu kaplamaya başlar. Tanımlayamam onu; boşluktayımdır çünkü. Yine de mutlu bir duygu olduğunu bilirim bunun. Sevgi ve cesarete benzer bir duygudur.

Boşluk, gözümün önünde gittikçe büyüyen bir ışık gibi parlamaya başlarken ilk aydınlanmamı yaşarım. Doğmadığımı ve ölmeyeceğimi anlarım.

Işık gittikçeartarken bunun gerçek bir ışık olduğunu anlarım. Boşluk, ışıktır! Gözlerimin gerisinde bir yerlerde parlar. Tüm evreni doldurur.

Boşluğu gözlemlemeyi sürdürürüm. Yavaş yavaş beni oluşturan şeyin boşluğa dönüştüğünü hissederim.

Işık olarak algıladığım boşluk her yer ve tüm zamanlardır; aynı zamanda hiçbir yer ve hiçbir zamandır. Boşluğun zamansız ve mekansız olduğunu fark ederim. Bir toplu iğne başındaki miktarı ile tüm evrendeki miktarının aynı olduğunu fark ederim.

Işığı izlemeyi sürdürürüm.

İzlerken, onun aynı zamanda yaratılışın temel nedeni ve kendisi olduğunu anlarım.

Işığın içinde bir bilincin varolduğunu fark ederim şaşkınlıkla.

Ve ışık bana ne olduğunu anlatır.

Işık, erdemdir!