Hasan Sonsuz Çeliktaş:
Bolluk bereket deyince aklımıza ilk para geliyor ama, bolluk bereket sadece o değil. Nedir bolluk bereket?

Begüm Güven Karace:
Bolluk bereketi anlatırken şöyle diyoruz aslında; eğer para hiç sorun olmasaydı hayatınızda neler yaratırdınız? Çoğu zaman biz kendimizi paraya odaklıyoruz ve sadece paraya odakladığımız zaman hayatımızda biraz hedefsiz kalıyoruz. Para kazanmak bir hedef değildir, mutlaka para kazandığımız zaman yapmak istediğimiz, gerçekleştirmek istediğimiz bir şeyler için para kazanmak istiyoruz. Ve hedefimizi o tarafa çevirdiğimiz zaman önümüzdeki engelleri, atmamız gereken adımları daha rahat görüyoruz ve evren hareketi seviyor, biz hareket etmeye başlayınca bolluk bereket ve para hayatımıza geliyor. Aslında bütün özet de bu.

Hasan Sonsuz Çeliktaş:
Bu çok önemli bir soru. Gerçekten istediğiniz her şeyi yapabiliyorsunuz, parayla ilgili hiç bir sıkıntınız yok, ne yapardınız?

Begüm Güven Karace:
En çok da insanlar burada takılıyorlar. Yani çok para kazanırdım, peki sonra? Çok paranız var, ne yaratırdınız? Ne yapardınız? Nasıl bir hayat yaşardınız?

Hasan Sonsuz Çeliktaş:
Galiba sıkıntı şu, vizyonumuz yok bizim.

Begüm Güven Karace:
Aynen öyle. Yani paraya o kadar odaklanıyoruz ki vizyonumuzu, hedefimizi, hayat amaçlarımızı, becerilerimizi bir şekilde göz ardı etmeye başlıyoruz ve o zaman bizi hayat amacımıza döndürecek, asıl yapmamız gereken işe döndürecek olan, parayı kaybetmeye başlıyoruz. Eğitimlerde de hep söylüyorum, evrenin bize iki tane ana trafik işareti var, bir tanesi maddi bolluk, para. Diğeri de sağlık. Biz yolumuzdan şaşmaya başladığımızda, önümüze illaki ya parayla ya sağlıkla ve bazen de ek üçüncü engel olarak, ilişkilerle ilgili engeller çıkmaya başlıyor. Şimdi bu durumda biz eğer hayatımızda bolluk bereket istiyorsak, önce bu hedeflerimize, hayatımızı nasıl yaşamak istediğimize, neleri yapmaya becerikli olduğumuza bakarak başlamak durumundayız. Neyi yapmak için bu dünyaya geldiysek, neyi yapmaktan neşe, keyif alıyorsak, o yolda bizim için para vardır.

Hasan Sonsuz Çeliktaş:
Bunları söylüyorsun güzel. İyilik, güzellik, neşe, doğruluk… Dışarda millet aç, cebinde para yok, kredi kartı gelmiş, faturalar boy boy. Hepiniz için konuşmak kolay, biz ne halt edelim?

Begüm Güven Karace:
Şimdi böyle bir durum olduğunda önce diyoruz ki bu ne zaman başladı?

Hasan Sonsuz Çeliktaş:
Doğduğumdan beri sürünüyorum arkadaş.

Begüm Güven Karace:
Nerden biliyorsun süründüğünü? Nasıl anladın? Diyelim ki doğduğundan beri sürünüyorsun, ne zaman fark ettin süründüğünü?

Hasan Sonsuz Çeliktaş:
Valla şimdi sen bir şeyler söyleyince, kafamdan geçiyor ama farkında bile değildim.

Begüm Güven Karace:
Farkında bile değildin ama bir noktada bunu fark ettin. Bu fark ettiğin nokta aslında senin için tetikleyici nokta. Yani bunu fark ettiğin zaman, bu, sana bir hareket yaptırdı hayatında. Bir şey yaptın. Süründüğünü fark ettiğin zaman bir şey yaptın. Her ne yaptıysak ona dönüp baktığımızda, süründüğümüz, en çaresiz hissettiğimiz, en parasız hissettiğimiz zaman ne yaptıysak, onu aslında yapmak için, tekrar kendimizi o noktaya getiriyoruz.

Hasan Sonsuz Çeliktaş:
O da genelde kurban. Ben kurbanım. Yani Allah belasını versin kim yaptıysa, beni bu hallere düşürdüyse ya da kaderin kurbanıyım ben zaten, biz doğarken ölmüşüz, biz zaten acıların çocuğuyuz.. Her ne kadar izleyenler ruhsal çalışmalar yapan insanlar olsalar bile aslında hepimiz bilinçaltımızda bunları bir güzel taşıyoruz.

Begüm Güven Karace:
Aynen öyle. Yani bu hislere bakmak lazım. Çünkü hisler enerjilerin bizim bedenimizdeki karşılığı. Bu dünyada, bu bedenle anlıyoruz her şeyi. Enerjileri de duygu haline getiriyoruz ve onların bedenimizdeki karşılığına his diyoruz. Bu hisler bizim alanımızdaki  enerjiler aslında. Ben bunu, bu kurbanlığı hissedince ne yapıyorum? Nasıl hizmet ediyor bu kurbanlık bana? Kurban olunca ne yapıyorum veya ne yapmayı bırakıyorum? Eğer kurban olmak istemiyorsam, kurban olmadan bunları yapmayı bırakmam veya her ne yapıyorsam onu yapmak için bir adım atmam lazım.

Hasan Sonsuz Çeliktaş:
Kurban psikolojisinin en büyük getirisi sorumluluktan kaçmak. Hiçbir şekilde sorumluluğu almıyorsun. Orda zaten bir sürü fail var, güçlüler, sen güçsüzsün. Hiçbir şey yapmana gerek yok. Aslında tam bir çocuk psikolojisi. Yani ergen öncesi çocuk psikolojisi. Saf içsel çocukluktan bahsetmiyorum. Büyüklerim bana baksın, büyükler beni alsınlar götürsünler bir yerlere, sığınacak birisi olsun gibi.

Begüm Güven Karace:
Yani sığınacak birisi olsun’dan biraz daha ileri, yani kurban olunca sorumluluk almıyorum. Ne yapıyorsun peki? O zaman ne yapıyorsun?

Hasan Sonsuz Çeliktaş:
Söylenip duruyorum. Şikâyet ediyorum.

Begüm Güven Karace:
Söylenip duruyorsun zaman ne oluyor?

Hasan Sonsuz Çeliktaş:
Bil bok olduğu olmuyor. Söylenip duruyorsun. Bugüne kadar bir şey olmadı. Sabah kuzenimle konuşuyordum. Kuzenim şimdi İtalya’dan buraya gelecek. Hayatı boyunca hep söylendi, hep şikayet etti. Kız dedim, bugüne kadar şikayet ettin, şikâyet ettin, söylendin söylendin de ne oldu? Bir tane bir şey söyle bana dedim. Yok be Hasan bir bok olmadı dedi. Hiç bir şey olmadı hayatımda dedi. Sadece söylendiğimle kaldım, daha da beter ettim her şeyi dedi. Nerde durdu? Artık İtalya’dan çok sıkıldı, buraya gelmek istedi. Orda da işler oluyor, görüşmeler oluyor. Nereye gideceğini bilemedi, yeter dedi. Ben değiştirmek istiyorum. Oturup dua ediyorum, olur beni burdan beni çıkar diye.. Hiçbir çıkar yolu yoktu. Nereye gidecek, ne yapacak? Hiçbir fikri yok. Ve bir  anda bir firma Türkiye’de bir ofis açma teklifinde bulunuyor. Bu arada sabah açtı bana şöyle dedi: “Ya Hasan tüm İtalyanlar diyor, siz manyak mısınız? Türkiye’ye gidilir mi diyorlar. Şimdi orayı arıyorum diyor, buradaki firmaları, siz manyak mısınız, niye geliyorsunuz, biz burada sürünüyoruz, ortam piyasa çok kötü, siz ne yapıyorsunuz diyorlar” diyor. “Gerçekten o kadar kötümü biz neyin içine giriyoruz” dedi. Ben de kızım dedim onlar kendi inaçlarını yaratıyorlar. Âmâ hayatın gerçeği bu diyor. Bu hayatın gerçeği değil o, onların gerçeği olduğu için bunu yaşıyorlar. Sen bambaşka bir gerçeklik yaratabilirsin. Bunu şunun için söylemek istiyorum. Hani şey var ya, ekonomi kötü, her şey kötüye giderken siz nasıl oluyor da bolluk bereketten bahsediyorsunuz. Bu inançlarla ilgili ne söyleyebilirsin? Her şey kötü, yok ekonomi bozuldu, yok dolar yükselmiş, haberler rezalet, sen böyle bir ortamda bolluk bereket yaratabilir misin?

Begüm Güven Karace:
Kesinlikle yaratırsın. Kesinlikle insanlar yaratıyorlar zaten. Benim çocukluğumdan beri hep duyduğum bir şeydir bu; piyasa kötü. Hiç duymadığımız bir dönem oldu mu? Piyasanın iyi olduğunu söyleyen birisi oldu mu herhangi bir dönemde? Sen hatırlıyor musun?

Hasan Sonsuz Çeliktaş:
Yok.

Begüm Güven Karace:
Hiç bir zaman olmadı.

Hasan Sonsuz Çeliktaş:
Zaten bu bizde bir gelenektir. İşler nasıl? Adam orda beşinci yazlığı yapmış, eh yuvarlanıp gidiyoruz işte der.

Begüm Güven Karace:
Aynen öyle. Yani piyasa bir şekilde bir arz talep. Bunlara artık girmeyeceğiz ama herkes kötü durumda değil. Birileri bir şeyler yapıyor. Birileri bir şeyler satın alıyor. Birileri para harcıyor. İşler yapılıyor, evler yapılıyor, dükkanlar açılıyor. Bir hareket var. Bunun içinde biz şikayet eden tarafta kalmayı da seçebiliriz veya bu durumda elimizden gelenin en iyisini yapıp durumu değiştirmek için adım atmayı seçebiliriz. Kesinlikle öncelikle  bu inançları değiştirip bu hisleri yaşamamıza, bu şekilde hissetmemize sebep olan inanç kalıplarını ortadan kaldırmamız gerekiyor. Ondan sonra kendimizde hareket edecek gücü de bulabiliyoruz. Ve biz harekete başladığımız zaman, adım attığımız zaman kuzeninin başına gelen gibi, evren de bize destek olmaya başlıyor. Ben şimdi ne yapacağım deyip sürekli pişmanlık, acı, üzüntü içinde kaldığımda daha fazla onu arttırıyorum. Âmâ harekete geçmek için motive olduğumda o zaman evrenin bütün güçleri de bana yardımcı olmak için sıraya giriyor.

Hasan Sonsuz Çeliktaş:
Tabi onun yaşadığı örnek çok fantastik. İtalya’da sıkıntı var, kendi hayatlarında sıkıntı var. Ne yapacağını bilmiyor. Çıkış yolu bulamıyor ve her gece dua ediyor. Bir tane firma diyor ki gidin Türkiye’ye, bir sene biz sizin masraflarınızı karşılarız, Türkiye’de ofis açın diyor. Bir anda çıkıyor. Geçenlerde Marianne Williamson’ın bir konuşmasına denk gelmiştim. Orada şöyle diyor. Resesyon dönemleri, durgunluk dönemleri  paranın hiç olmadığı zamanlar değildir. Para yine vardır ama belki daha az vardır. Sizin yapmanız gereken o olan paranın yoluna çıkmak.

Begüm Güven Karace:
Aynen öyle. Şimdi bunlar çok güzel. Çok güzel anlatıyoruz. Peki insanlar bu yollara nasıl çıkacaklar? Asıl sorun burada. İnsanlar bunu nasıl yapacaklarını bilmiyorlar. Kimse hani etrafta hiç iş yok, hiç para yok, kimsede bolluk bereket yok diyemez ama kendi hayatına baktığında bunları göremiyorsa eğer, yapmakta olduğu bir şeyi değiştirmesi gerekiyor. Düşünmekte olduğu tarzı, inanmakta olduğu şeyleri, yapmakta olduğu şeyleri değiştirmeye başlaması gerekiyor. Eski pişmanlıklardan, eski kırgınlıklardan kurtulmak için adımlar atmak iyi bir yöntem. Ve ondan sonra ancak neşemizi, becerimizi, kendimizi dinlemeye başlayabiliriz. Bana aslında ne neşe veriyor? Ne yaparken ben kendimi iyi hissediyorum? Neyi yaptığım zaman mutlu oluyorum? Neşeli oluyorum? İşte benim bereketim orda.

Hasan Sonsuz Çeliktaş:
Sen sana gelen çok zorda bir kız vardı hani şükür deneyimi yaşatmıştın onu anlatabilir misin?

Begüm Güven Karace:
Evet. Hayatımızda bolluk da var bereket de var. Acılar ve üzüntüler de var. Öfkeleneceğimiz şeyler var, hepsi var. Biz odağımızı ne tarafa doğru çevirirsek hayatımızda onlar daha da artıyor. Eğer ben şikayet etmeye çevirirsem o tarafta daha da çoğalıyorlar. Eğer ben var olan şeylerin farkına varmaya başlarsam ve bunlarla ilgili şükran duymaya başlarsam o zaman hayatımda şükran duyulacak şeyler çoğalmaya başlıyor. O derste anlattığım örnek bir genç kızdı, depresyonda olan, ağır bir depresyon geçiren ve bu sebeple uzun süredir tedavi altında olan. Maddi olarak zor durumda olan bir ailenin çocuğu. Annenin bir işi var, zor şartlarda çalışıyor. Babanın işi yok ve aynı zamanda başka kumar ve alkol  gibi sorunları da var. Kız bu ortamın içinde ,anne çok çalışıyor, geç saatlere kadar çalışıyor, çok zor yaşıyor, tek başına kalıyor evde .Ve bir bunalıma giriyor ve okulu bırakıyor, artık okula da gitmiyor sadece evde ağlıyor ve uyuyor. Öyle bir vaziyetteydi getirdiklerinde. Ona küçük bir seans yaptık ve ondan sonra ben ona bir defter verdim ve her gün akşam yatarken üç şey için şükran duyacaksın, bunları yazacaksın buraya dedim. Gözlerini kapatıp bunlar için müteşekkür olma hissini bedenine getireceksin. Çok basit şeyler yazabilirsin, sokakta çiçek gördüm, bugün güneş açtı, bugün annem eve  bir saat erken geldi. Her neyse. Bunlar çok böyle kocaman şeyler olmak zorunda değil. Minicik şeyler olabilir. Bir şartım var; en azından bir hafta boyunca aynı şeyleri tekrar yazmayacaksın. Yeni şeyler bulmaya çalışacaksın. Bugün hayatımda güzel ne oldu? Benim hayatımda güzel hiçbir şey  olmuyor, her olan şey kötü dedi. Dedim ki bak bugün buraya geldin mesela. Bunları konuştuk, kendini iyi hissettin, bu sence güzel bir şey değil mi? Az önce seanstan sonra kendini iyi hissettin. Mesela bunu yazabilirsin. Nasıl geldin? İşte otobüsle geldim. Otobüs zamanında geldi mi? Evet geldi. Oturacak yer buldun mu? Buldum. Bak dedim iki tane daha bulduk. Rahatça geldin buraya. Otobüste oturarak geldin. Bunları da yazabilirsin. Sadece böyle böyle minik minik şeylerden başlayarak. Hayatınızda güzel olan şeyleri fark etmeye, odaklanmaya başladığımızda hayatımızdaki güzel şeylerin inanılmaz bir şekilde çoğalmaya başladığını farkediyoruz. Şükran çok önemli bir duygu. Teşekkür, minnet ve sevgi çok önemli duygular. Bunları hayatımızda çoğalttığımız zaman bereket bolluk da bununla beraber çoğalmaya başlıyor.

Hasan Sonsuz Çeliktaş:
Biz merdivenin ucundaki bir şeyi görüyoruz mesela çok büyük bir şey var ve en kısa şekilde oraya nasıl çıkarız ona bakıyoruz. Asansör ararız, teleferik ararız, arada yüz tane daha basamak var, onları teker teker çıkarak oraya ulaşabileceğimizi düşünmüyoruz. Bu senin söylediğin minik minik şeyler.  Mesela ben özellikle odağımı buna çevirdim. Minik minik. Biz hep gökten ışıklar içinde bir şey  çıktı da böyle altınlar içinde, böyle muhteşem bir şey oldu, işte inanılmaz bir terfi aldım ,inanılmaz bir şeyler bekliyoruz, yok ya. Nefes alıyorsun, koah hastasına sor bakalım onun için en büyük şükür nedir? Nefes almak. Gözün var, gözünle görebiliyorsun. Duyabiliyorsun. Minik minik başlayınca büyüğe de yol açıyorsun.

Begüm Güven Karace:
Kesinlikle öyle. Bir de aslında o merdivenin tepesine çıkarak ne elde etmek istiyoruz? Yani o merdivenin tepesindeki noktaya vardığımız zaman gerçekten mutlu olacak mıyız? Yoksa bir başka merdivene mi gözümüzü dikeceğiz?

Hasan Sonsuz Çeliktaş:
Evet .Bir de o var değil mi?

Begüm Güven Karace:
Yani aslında hepimiz sevgi istiyoruz. Sevgi ve onay istiyoruz. Başarılı olunca sevileceğimizi sanıyoruz, merdivenin tepesinde olunca sevileceğimizi ve onaylanacağımızı sanıyoruz. Ve bunlar bizi sürekli olarak bir yetersizlik hissi içinde tutuyor. Ve sonra belki de evrenin bize zarafetle sunduğu pek çok şeye hak etmediğimizi düşündüğümüz için elimizi uzatmıyoruz. Öncelikle sevgi ve onay hayatta hepimizin aradığı en önemli şeyler. Sevgi ve onay üzerinde, kendimizi sevmek ve onaylamak üzerinde çalışmamız lazım .Öncelikle bu çok güzel bir şey olur. Louise Hay’in biliyorsun hemen hemen bütün çalışmaları bir ayna çalışmasıyla başlar. Aynada kendinize kendinizi sevdiğinizi ve onayladığınızı söyleyebilir misiniz? Aslında etraftan beklediğimiz şey budur. Bizi sevdiklerini söylemelerini, göstermelerini, onayladıklarını göstermelerini, söylediklerini duymak isteriz. Acaba biz bunları kendimize söylüyor muyuz? Bunları biz kendimize söylemeye başladığımızda sevmenin ve onaylanmanın nasıl hissedildiğini yavaş yavaş anlamaya başlıyoruz. Bu duygunun enerjisini alanımızda yaratmaya başlıyoruz. Ondan sonra tüm alanımıza bunu yaymaya başlıyoruz ve etrafımızdaki insanlar da bizi sevdiklerini ve onayladıklarını söylemeye başlıyorlar. Bu bence çok güzel bir adım. Şükran gibi, sevgi ve onay çok güzel bir adım olur bolluk bereket için.

Hasan Sonsuz Çeliktaş:
Ya Begüm Hanım sevgi karın doyurmuyor. Sevgi sevgi diyorsunuz da, ya ben kendimi seviyorum seviyorum seviyorum diyorum, beş kuruşsuzum hala. Ben nerede yanlış yapıyorum peki? diye sorarsa birisi.

Begüm Güven Karace:
Nerde yanlış yaptığına veya nerde yanlış yaptığını düşündüğüne, hissettiğine odaklanman lazım. Biz başımıza her ne geliyorsa hayatta, tüm deneyimlerin bir şekilde hizmet ettiğini kabul ederek bakarsak hayatımıza, bu durum bana ne yaptırıyor? Nasıl hizmet ediyor? Bu çaresizlik, açlık, parasızlık bana nasıl hizmet ediyor? En basit haliyle ne yapıyorum ben? Nasıl hissediyorum? Belki de böyle bu kadar çaresiz ve kurban olunca kurban olanların, kendini kurban edenlerin, çaresiz olanların sevgi şefkat aldığını düşünüyorum. Sokak köpeği örneği vermiştik hatırlıyor musun? Belki de o sokak köpeğini beslerken, onu severken onun çaresizliği dolayısıyla, onun açlığı dolayısıyla ona bir şeyler veriyoruz ve bir şekilde kendimizi onunla özdeşleştiriyoruz. Eğer ben çaresiz kalırsam, aç kalırsam birileri gelir ve beni bulur ve beni besler. Veya belli bir kişi için bunu yapıyoruz.

Hasan Sonsuz Çeliktaş:
Bir de şu var: Tanrı beni böyle sever. Ben bu kadar çok fakir olursam Tanrı beni sever, zengin olursam Tanrı’ya yaklaşamam .İyice fakirleşirsem onunla iletişime geçebilirim, o beni sever belki düşüncesi bile var altında.

Begüm Güven Karace:
Yani Theta Healing seanslarında zaten en çok karşılaştığımız konulardan bir tanesi bu. Fakirlik yeminleri. Fakir olursam Tanrı’ya ulaşırım, cennete giderim, sevilirim. Bu hayatta fakir olursam tekamülümü tamamlarım. Acı içinde tekamül edilir. Fakirlik içinde, yokluk içinde tekamül edilir. Bu inanç kalıpları bizde var, genetiğimizde var, yaşadığımız topraklarda var ,kültürde var, geçmişimizde var, duyduğumuz hikayelerde var, bize anlatılan efsanelerde var. Bu sebeple kendimizi bir şekilde de fakir tutmak ve acı içinde tutmakla ilgili bir program çalışıyor arka planda. Bir tarafta ben diyorum ki zengin olmak istiyorum, bolluk içinde olmak istiyorum, varlık içinde olmak istiyorum. Diğer taraftan içerdeki bir program diyor ki o zaman cehennemlik olursun. Zengin olanlar zalim olur.

Hasan Sonsuz Çeliktaş:
Zengin olanlar şerefsizdir, zaten hakkıyla kazanmamıştır. Dolandırarak kazanmışlardır. Bir şey yapmıştır.

Begüm Güven Karace:
Evet. Bir sürü atasözü var. Çok para riyasız olmaz falan gibi. Şimdi bu programlar illaki var bizde. Arkada bir yerlerde çalışıyorlar.  Bu sebeple para kazandığımız veya kendimizi zengin hissettiğimiz zaman bir suçluluk duygusu devreye giriyor ve bir şekilde kendimizi o paradan, o zenginlikten uzaklaştırıyoruz. Kaybediyoruz, şanssız yatırımlar yapıyoruz.. Güzel para kazanan bir işimiz var,para kazandığımız bir işimiz var. Onu bırakıyoruz veya işte öyle bi olay çıkıyor ki o iş kapanıyor veya atılıyoruz. Bir şekilde kendimizi layık görmek ve  Yaradan’ın sevgisine layık görmek ,ona ulaşabiliyor olduğunu hissetmek çok önemli. Teta’da aslında en çok bu çalışıyor. Yaradan’ın sevgisiyle Yaradan’ın şifasıyla yapılan bir çalışma ve Teta’ya çıktığımız anda zaten o sevgiyle bir oluyoruz. Ve artık onun için fakir olmak, aciz olmak, zor durumda olmak, acı çekmek böyle şeylere ihtiyaç kalmıyor. Tekâmül etmek için acıya gerek yok. Acı, üzüntü, yalnızlık, korku bunlar duygular. Bunlar bize işaretçi olarak lazım. Trafik işareti olarak lazım. Ben eğer korkuyla karşılaşırsam yapmakta olduğum bir şeyi durduruyorum, yanlış bir yolda olduğum için. Öfkeyle karşılaşırsam, alanıma bakıyorum, alanımı koruyorum. O duyguların içinde kalmak beni tekamül ettirmiyor. Neşe beni tekamül ettiriyor. İyi bir şey yapmak, kendimi iyi hissetmek, hizmette olmak, erdemleri geliştirmek beni tekamül ettiriyor. Ben sanıyorum ki acı içinde olursam bunları yaparım, halbuki tam tersi acı ,içinden çıkmam, kendimi geliştirmem, inançlarımı, düşüncelerimi, hayat tarzımı değiştirmem için bana bir işaretçi.

Hasan Sonsuz Çeliktaş:
Çok güzel oldu bu. Ben acıyla ilgili hep şey düşünüyorum. Hani böyle bir elması almışlar ,gazeteyi üzerine sarmışlar sarmışlar, ondan sonra sen bunu hep sen zannetmişsin ama seni bir fırına koyuyorlar, yanmaya başlıyorsun. Yanmak vardır ya. Bu arada canın yanıyor ama yanmakta olan aslında sen değilsin. O içerdeki elmasa ulaşmak için geçmen gereken bir şey. Karşına geldiğinde kaçma, içinden geç, çıksın bu. Ama sürekli çağırıp çağırıp kendini yakmak zorunda değilsin. Bir defa elmas çıktığı zaman ortaya …

Begüm Güven Karace:
Yani çağırmak derken eğer ben o acının benim hayatımda ne işe yaradığını farkedemezsem o acı hakikaten katman katman beni yakmaya devam eder. Bu acı bana ne yaptırmaya çalışıyor? Aslında ne yola gitmem lazım? Neyi değiştirmeliyim? Hangi inancımı, hangi düşüncemi, hangi tarzımı, yapmakta olduğum neyi değiştirmeliyim ki bu acıdan kurtulabileyim. Buna bakmadığımız zaman, acının içinde kaldığımız zaman, böyle, bir şeyin içinde dönen bir hamster gibi oluyoruz. Acı tekrar tekrar karşımıza çıkıyor. Halbuki ona dışarıdan bakmayı, o acının bana nasıl hizmet ettiğini, ne yapmaya çalıştığını, ne yaptırmaya çalıştığını gördüğüm zaman ve yolumu, düşüncemi, inacımı, hayat tarzımı, davranışımı değiştirdiğim zaman, acı ortadan kalkıyor ve görevini yapmış oluyor. Acının görevini yapmasına izin vermiyoruz biz. Acıya tutunuyoruz ve içinde kalıyoruz. Bırakın acı görevini yapsın, beni değiştirsin. Eğer ben acı içinde kalırsam değişemiyorum, aynı noktada kalıyorum. En çok kafayı karıştıran şey de bu. Tekamül için acı gerekir derken acının içinde kalmak gerektiğini düşünüyoruz. Halbuki tekamül için acı gerekmiyor. Tekâmül için, eğer yolumdan saptıysam acı beni yoluma döndürmek için gerekiyor. Tekamül yolunda acı bu işi yapıyor aslında. Beni tekamül yolunda götüren, yürüten, devam ettiren şey neşe. Ne bana neşe veriyor? Ne bana kendimi iyi hissettiriyor? Neyi yaparken, hangi işi, hangi ürünü ortaya çıkartırken, hangi hizmeti verirken kendimi iyi, neşeli, hafif hissediyorum? İşte o benim tekamül yolum.

Hasan Sonsuz Çeliktaş:
Şimdi Begüm, şu konuyu da konuşalım. Para nedir?

Begüm Güven Karace:
Para diğer her şey gibi enerjidir. Bir değiş tokuş aracıdır. Para başka bir şey değildir. Sadece ve sadece bir enerjidir. Eğer paranın sadece enerji olduğunu anlayabilirsek, her enerji gibi onunda akar halde kalmasının önemli olduğunu da anlayabiliriz. Yani bana gelecek, benden geçecek ve tekrar bana gelecek. Hava gibi yani. Evet aynen öyle. Parayı elimize aldığımızda paraya saygıyla, sevgiyle davranmak önemli. Paraya kirli bir şeymiş gibi davranmamak önemli. Yani bizde mesela bir atasözü vardır, para insanın elinin kiri diye. Eğer böyle bir inanç, böyle bir atasözümüz varsa o zaman kirli bir şeyi kimse istemez, kimse el sürmek istemez kirli bir şeye değil mi? Parayı sırf bu inanç sebebiyle bile kendimizden uzak tutuyor olabiliriz. Ve paranın, bu enerjinin hayatımızda çoğalması aynı zamanda cömertlikle de ilgili. Parayı harcarken, verirken rahat olmakla ilgili, hediyeler vermekle ilgili, bahşiş vermekle ilgili, aldığımız bir şeyin karşılığını tam olarak ödemekle ilgili, faturalarımızı ödemekle ilgili. Bunların hepsi enerjiyi harekete geçiren şeyler. Ve aynı zamanda bu enerjiyi kabul etmekle ilgili. Zarafetle almakla ilgili. Çoğumuz vermeyi biliyoruz, faturalarımızı düşünüyoruz, bahşiş bırakıyoruz, hediyeler alıyoruz, birilerine hediyeler veriyoruz. Peki biz alma konusunda nasılız? Bizim alma konusunda, almayla ilgili enerjimiz, parayı almakla ilgili enerjimize de yansıyor. Örneğin biri sana iltifat etse, Hasan ne kadar iyisin, ne kadar yakışıklısın dese ne dersin?

Hasan Sonsuz Çeliktaş:
Teşekkür ederim derim ama kabul etmesi çok kolay olmuyor onları.

Begüm Güven Karace:
Evet o sizin kendi iyiliğiniz, yok canım estağfurullah, senin güzel bakan gözlerin, senin güzelliğin. Yani bir iltifatı bile kabul etmekte zorlanıyoruz.

Hasan Sonsuz Çeliktaş:
Ben senin karşına gelip sana saydırsam, Allah belanı versin, sen ne biçim adamsın diye saydırsam, onları çok güzel kabulleniyoruz. Bin tane hakareti çok kolay kabul ediyoruz da bir tane iltifat olunca elimi kolumu koyacak yer bulamıyorum.

Begüm Güven Karace:
Hem diyoruz ki evren bizi beslesin, bu dünya bizi beslesin, çevrem, işim beni beslesin ama gümüş tepside sunulan bir sürü şeyi de elimizin tersiyle itiyoruz. O zaman enerji akmıyor. Almayı, vermeyi ve bunları dengede tutmayı bilmemiz lazım.

Hasan Sonsuz Çeliktaş:
Aslında bunları duyunca aklıma hep ne geliyor biliyor musun? Alıcılık, almayı kabul etmek bir dişi özelliği. Sana sunulanı kabul etmek dişilik enerjisi. Ve bizlerin dişi enerjisinde bir bozukluk var, almayı kabul etmiyoruz. Ben vericiyim, çok vericiyim. Herkes çok eril. Erili çok iyi biliyor, dişiyi bilmiyor. Aynı zamanda bildiğim kadarıyla para dişil enerji. Eril enerji hem alma hem de onu değerlendirmekle ilgili fakat biz neyin ne olduğunu bilmediğimiz için enerjileri, paraya çok eril yaklaşıyoruz. Onun dişi olduğunu bilmiyoruz, hatta şey de derler. Paranın varlığı anne, paranın kullanımı baba.

Begüm Güven Karace:
Şöyle anlatırız biz onu. Para bir enerjidir ve maddi bir enerjidir, dünyevi bir enerjidir. Biz bu bedenin içinde dünyadan besleniriz. Hatta alt çakralarımız dünyevi enerjilerle, kalpten yukardaki çakralarımız da daha ilahi enerjilerle ilgilidir. Paranın bir enerji olduğunu ve dünyevi bir enerji olduğunu bilirsek, bizim sol tarafımız annemiz, sağ tarafımız babamız.

Hasan Sonsuz Çeliktaş:
Sol taraf dişil sağ taraf da eril.

Begüm Güven Karace:
Aynen öyle. Ve deriz ki sol taraf bolluk yani paranın gelişi, sağ taraf  da bereket, paranın  kullanımı, kalışı. Yani bu söylediğin doğru. Paranın gelmesi için, bollaşması için anne konuları, kadınlık, dişilik konularının arınması, temizlenmesi ve dengelenmesi, paranın kalması, bereketli olması, çoğalması, güzel yönetilebilmesi için de eril taraf, baba tarafımız dengede olmalı. Bu sebeple eğer ben eril enerjiyle veya dişil enerjiyle denge içinde olamazsam yani iki bacağım tam olarak dünyaya basamazsa, dünya beni besleyemiyor. Beslenemiyorum çünkü yokum. Annemi, babamı kabul etmek, eril tarafımı, dişil tarafımı kabul etmek, olduğu gibi ve onlara saygı, hürmette bulunmak benim bolluk bereketimin aslında en birincil anahtarları.

Hasan Sonsuz Çeliktaş:
Tabi şimdi burada bazen öyle kişiler var ki annesi babası ölmüş. Öyle sorular geliyor ki anne babam zaten ölmüş, nasıl hürmette bulunabilirim? Ya da zaten onlarla hiç görüşmeyenler var. Aslında içsel anne babayla ilgili dıştakiyle yapabilmek tabi ki güzel olur ama yoksa ve yapamıyorsam bile içsel olarak, içerideki anne babayla barışmak, onlara hürmet göstermek değil mi?

Begüm Güven Karace:
Şimdi hiç anne babasını tanımayan çocuklar var. Ve çok para kazanmış olanlar var. Steve Jobs mesela. Hiç anne babasını tanımamış ve yetim olarak büyümüş bir çocuk. Anne ve baba aslında  bizim ilk hücremizde varlar. Yani benim var olabilmem için annemin bir hücresi ve babamın bir tane hücresi bir araya geliyor ve benin ilk hücresi oluyor. Yani  içimde eril ve dişil yüzde elli elli olarak var. Ben onlardan alacağım her türlü ilgiyi, sevgiyi ,her şeyi aslında o ilk hücrenin içinde almış bulunuyorum. Çeşitli enerji çalışmalarıyla bunları tekrar bedene getirmenin yollarını da öğretiyoruz tabi ama söyleyebileceğim şey ;annenizin ve babanızın önünde saygıyla eğilin. Bu dünya deneyimini onlara borçluyuz. Eğer bunu yapmazsak var olamıyoruz. Kendi varlığımızı kabul edemiyoruz ve var olmayan bir şeyin de beslenmesi mümkün değil. Dünya bizi beslemek için var olmamızı bekliyor. Var olursak besleniyoruz. Var olmak için anne ve babamın önünde saygıyla  eğiliyorum.

Hasan Sonsuz Çeliktaş:
Bu söylediğin bana şeyi çağrıştırdı. Hep şey öğretilir bize, söylenir çevrede. Sen bir numaralı spermsin. Dünyaya gelmiş, yüzlerce milyon spermi geçmiş  bir numarasın. Bu aslında tamamen yarışmacı kültürün bir efsanesi. Sonuçta sen sperm olmakla beraber aynı zamanda yumurtasın da. Eril olmakla beraber aynı zamanda dişisin de. Aynı zamanda şu da var ki bir numaralı sperm değilsin, yumurta seni seçti, yumurta onların arasından seçti. Ve aldı seni.

Begüm Güven Karace:
Tabi hepsi bakış açısı.

Hasan Sonsuz Çeliktaş:
Bakış açısı ve şurada  şu kavramı galiba çok net oturtmamız gerekiyor. Şimdi ben baktığımda aynaya bir erkek görüyorum. İşte ben erkeğim diyorum, bununla özdeşleştiriyorum, hâlbuki ben erkek bedeninde bir ruhum. Sen kadın bedeninde bir ruhsun. Eril ve dişil aynı anda bizde mevcut. Birebir aynı anda mevcut. Sadece ben safi eril enerjiden oluşmuyorum. Sadece erkek bedeninde  bu dünyayı deneyimlemek istedim. Zaten ya erkek seçeceksin ya kadın seçeceksin. Şu anda gezegen şartları bu. Hermafrodit olduğunda zaten o bir problem oluyor ama biz bunu seçtik. Sen de aynı şekilde yüzde elli eril yüzde elli dişil enerjiye sahip bir ruhsun. Sadece kadın bedeniyle deneyimlemeyi seçtin. Bunları belki zihnimizde oturtabilirsek biraz daha şey gelecek çünkü dişil deyince ben şimdi kadın mı olacağım diyen eril bir taraf var. Ne yapacağım, kadınlaşacak mıyım diyenler oluyor. Erkek bedeninde olduğunu ama senin her şeyden önce bir ruh olduğunu, insan deneyimini yaşayan bir ruh olduğunu hatırlaman gerekiyor.

Begüm Güven Karace:
Evet kadınız yada erkeğiz her neyse ama biz hem eril hem dişil enerjilerle besleniyoruz. Hem annemizin hem babamızın hücreleriyle var olduk. Hayatımızın içinde de doğası gereği enerjilerin, eril ve dişil olanları var. Bunlarla beslenebilmek için eril ve dişil taraflarımızın, sağ sol beynimizin, hormonlarımızın dengede olması önemli.

Hasan Sonsuz Çeliktaş:
Burda bazı notlar almışım az önce gelen şeylerden. Tabi benim direk eril taraf çalıştığı için şu anda sorularla ilgili, ya tamam şimdi hep söylüyorlar bolluk bereket için işte sen kendini aç, evren sana verir. Dünyada gerçekten bu kadar yeterince  para var mı ya? Gerçekten bu kadar beni besleyebilecek kadar para var mı? Ekonomistler  çıkıyor, her şey yetersiz ,kaynaklar yetersiz, sınırlı derken şimdi siz çıkıyorsunuz karşımıza, kaynaklar sınırsız, para sınırsız. Hani burada birisinden birisi saçmalıyor gibi geliyor, muhtemelen siz saçmalıyorsunuz. Çünkü işte orda bilim adamları var, şeyler var, siz orda çıkmışsınız bize böyle uçuk kaçık şeyleri anlatıyorsunuz, para yok ortada, hani nerde para?

Begüm Güven Karace:
Para yok dedikçe para yok olacak zaten. Yok yok dedikçe yoku üretiyorsun. Yani ne söylersen, ne düşünürsen, ne yaratırsan aslında hayatında onu yaşıyorsun. Diğer taraftan aslında en bol olan şeylere yok demekle ilgili bir şeyimiz var. Bir ara dünyada suyun biteceğinden bahsediyorlardı hatırlıyor musun? Dünyanın yüzde yetmişi su zaten. İnsan bedeni su. Yani bu su nereye gidecek de nasıl bitecek? Olmayacak bir takım şeylerle bir korku ve tedirginlik doğuyor. Ve bu da medyanın satmak için bir yolu olduğunu düşünüyorum.

Hasan Sonsuz Çeliktaş:
Aslında kontrolle ilgili. Şimdi aslında çok net bir şey var. İngiltere’de bir kuruluş var, her sene bir rapor yayınlıyor. Dünyadaki kaynakların, maddi kaynakların yüzde doksan dokuzu sadece yüzde birin elinde. Yani ben bunu hep şöyle örneklendiririm. Biz yüz kişi bir salonda oturuyoruz. Bir anda ortama yüz tane hamburger getiriliyor. Oradan bir tanesi çıkıyor. Sen diyorsun ki herkese birer tane hamburger. Bir tanesi çıkıyor doksan dokuz hamburgeri kendine alıyor, diyor ki arkadaşlar bir tane hamburger var, maalesef kaynak bu kadar, hepiniz bunu paylaşacaksınız, hatta bunun paylaşımını da benim yönetmem lazım. Aslında dünyadaki sistem bu. Orada doksan dokuz hamburger duruyor akmayan aslında her zaman yeterince kaynak var. Kaynak yönetimiyle ilgili bir mesele. Mesela dünyada yeterince su yok mu? Aslında dünyada yeterince su var ama susuzluktan ölen insanlar var. Niye? Bir taraf suyu çok fazla alıyor .Orda şelalelerle havuzlarla fıskiyelerle fışkırtıyor, diğer tarafa kuraklık olduğunda onlara destek verilmiyor ya da her taraf deniz ama deniz suyu arıtmak pahalı. Peki bir nükleer füze yapmak pahalı değil mi? Bir tank, bir savaş uçağı yapmak pahalı değil mi? Hayır onlara paramız var ama gerektiğinde deniz suyu arıtmak için paramız yok. Bunların hepsi bizi bir güzel yönetmek için, insanoğlunu yönetmek için kurulmuş bir sistem. Bunun da gereği böyleydi, buradan alacaklarımız vardı da biz bu sistemin yaratılmasında hep birlikte faydalı olduk.

Begüm Güven Karace:
Bu biraz kurbanlık bilinci tabi. Kurbanlık ama bu sistemin bize nasıl  hizmet ettiğine de bakmamız lazım. Yani eğer  ben bu sistemin içindeysem, bu sistemin bir parçasıysam ve bu sistemin böyle olmasından sıkıntı hissediyorsam bu  bana hizmet ediyor. Ne yaptırıyor bana bu sistem? Bu  sistemi görünce üzüldüğüm zaman ne yapıyorum? Onu işte üzülmeden yapmaya başladığım zaman sisteme artık ihtiyaç kalmıyor. Yani bu dünya deneyimi içinde bizim yolumuz da bu. Bir şeyleri görüyoruz ve harekete geçiyoruz. Bizi harekete geçirecek ,motive edecek bir şeylere ihtiyacımız var. Pek çok zamanda, pek çok nesilde harekete geçmek için çaresizlik, yoksulluk ,yokluk, savaşlar deneyimlenmiş. Biz oradan gelen bir nesiliz. Savaş bitince şimdi ne yapacağımızı şaşırıyoruz. Ve kendi içimizdeki savaşlara başlıyoruz bu defa.

Hasan Sonsuz Çeliktaş:
Evet yani sürekli olarak yaratıp yaratıp yeniden aynı şeyleri yapıyoruz. Şimdi mesela gerçekten şöyle bir soru vardı bir defa. Kaç kişiye de sordum bilemediler. Daha doğrusu kaldı bu soru. Joe Black diye bir  film vardı. Brad Pitt ile Anthony Hopkins oynuyordu. Filmin sonunda Anthony Hopkins şunu söylüyor, şöyle bir repliği var. Ben artık bu dünya üzerinde yapılabilecek her şeyi yaptım. İnanılmaz zengin, gerçekten maddi olarak çok zengin. Harika bir karım var. Harika kızlarım var. Harika bir hayat deneyimi yaşadım. Artık ölebilirim. Artık dünyada elde edebileceğim hiç bir şey kalmadı. Ve ölüme yürüyor. Peki bu noktaya geldin diyelim. Ve önünde atmış senen daha var, ölüm meleği de diyor ki atmış sene sonra alacağım seni ama sen artık elde edilebilecek her şeyi yapmışsın. Ondan sonra atmış seneni nasıl yaşardın? Bu soruyu sorduğum zaman buna yanıt veremediler. İnsan kalıyor çünkü.

Begüm Güven Karace:
Ben hemen cevap verebilirim buna. Ben her zaman neşemi, mutluluğumu takip ettim, bana iyi gelen şeyleri yaptım. Her zaman da onları yapmaya devam ederim. Mutlaka bana neşe veren şeyleri, yeni şeyleri denemeye devam ederim. Eğer bir atmış yılım varsa ne güzel.

Hasan Sonsuz Çeliktaş:
Düşünsene artık buradaki şeyleri bitirmişsin, dünyevi şeyleri, dünyanın önüne koyduğu her şeyi, atmış sene tadını çıkart.

Begüm Güven Karace:
Yani zaten ancak o şekilde tadı çıkar, başka türlü tadı çıkmaz ki. Ben eğer beni neşeli, motive, sağlıklı, canlı tutacak bir şeyler yaparsam tadı çıkar. Başka türlü tadının çıkacağını düşünmüyorum. Yani kenarda oturup seyrederek veya kendini emekliye ayırarak, kenarda durarak, bu şekilde tadının çıkacağını düşünmüyorum. İçinde yaşayarak, hissederek tadı çıkar, neşeyle tadı çıkar diyorum.

Hasan Sonsuz Çeliktaş:
Zaten sistem de  böyle çalışıyor, biz ters işletiyoruz, diyoruz ki paramız varsa huzurumuz olur zaman mutlu oluruz, ömür boyu o paranın peşinde koşuyoruz. Aslında istediğimiz o huzur ve mutluluk. Âmâ senin içinde zaten huzur ve mutluluk bedava sağlayabiliyorsan. Huzur ve mutluluğu sağlayabildiğin de sen huzurlu ve mutlu olduğunda ,erişmek istediğin finali kendi içinde yaşadığında, otomatik olarak aradaki şeyler de sana gelmeye başlıyor, akmaya başlıyor.

Begüm Güven Karace:
Aslında en büyük sorunlarımızdan biri de bu. Yani sürekli bir çok param olsun çalışmayı bırakacağım, çok param olsun işi bırakacağım, şu kadar param olsun şu borçları ödeyeyim  bir daha asla işe gitmeyeceğim, şu borçları ödeyeyim bu işyerinden istifa edeceğim… Sence neden o borçlar bitmiyor? Çünkü hayat insanı çalışır vaziyette tutmak durumunda. Eğer para sopası olmasa hiçbir şey yapmayacağım. Para sopası olmadan bir şey yapmaya karar verdiğimde ve bununla ilgili bir adım attığımda para sopasına artık ihtiyacım olmuyor. Âmâ hepimiz para sopasını hayatımızda tutuyoruz. Diyoruz ki önce borçlarım ödensin, artık çalışmayacağım. Bir ev alayım ondan sonra çalışmayacağım. Evin borçları bitsin ondan sonra çalışmayacağım. Yazlık alayım ondan sonra… Yani devamlı böyle  hedefler koyuyoruz ve  bu hedefler bizi motive vaziyette tutuyor. Bu hedefleri parasızlıkla koyuyoruz. Para sopasını kullanıyoruz. Sabah kalkmak zorundayım çünkü işe gitmek zorundayım, çünkü para kazanmak zorundayım. Hayır, zorunda değilsin. İstiyorsun. Para kazanmak istiyorsun. Hedeflere ulaşmak için ,bir şeyler yapmak için ,daha iyi bir hayat yaşamak için para kazanmak istiyorsun. Sonra da gelip diyorsun ki bana, ben mecburum. Hayır, mecbur değilsin. Sen böyle yaşamayı seçiyorsun. Sen bu para sopası olmadan istediğin hayatı yaşa ve para sana gelsin.

Hasan Sonsuz Çeliktaş:
Yani kendimi düşünüyorum. Şu anda maddi olarak aşırı zengin bir adam olsam şu dergiyi yapmaktan vazgeçer miyim? Hayır, bilakis zevkle. Ha ne olur? Belki bir stüdyo kurarsın da kendi televizyonunu kurarsın, en fazla olacağı bu ama zaten Youtube artık bunu veriyor. Şundan daha iyi ne yapabilirim ki? Şu bilgilerden, şu bilgileri paylaşmaktan daha iyi ne yapabilirim ki? Bundan daha iyi bir şey var mı benim için? Şu anda yapmak istediğim buydu zaten. Hani çok çok aşırı zengin olayım yine aynı şeyi yaparım.

Begüm Güven Karace:
Ama şöyle düşün. Örneğin biraz daha fazla, belli bir süre seni geçindirecek kadar paran olduğunda hayatını durağanlaştırıyor musun? Normalde yapacağın şeyleri erteliyor musun? Yoksa yani paran azaldığı zaman, minik bir gelecek kaygısı filan olduğu zaman kafan daha çok çalışmaya başlıyor mu? Daha fazla üretmeye, daha yaratıcı olmaya başlıyor musun? Eğer böyle bir şey varsa işte yine bir para sopası var ve o para sopasını biz motivasyonumuzu düzgün tutmak için hayatımızda tutuyoruz olmasa hiçbir şey yapmayacağım çünkü. Yani gerçekten çok paramız olsa şu an karşılıklı bunu konuşuyor olur muyduk? Böyle de bir paradoks var tabi.

Hasan Sonsuz Çeliktaş:
Yine yapacağımızı yapardık biz, çünkü hayat amacımız bu. Biz bunu yapardık belki kıçını kaldırmakta problem olabilirdi. Bununla ilgili benim kendi adıma o vardı çünkü olabiliyor bazen. Ben çalışmayı çok seviyorum çünkü keyifli çalışmayı seviyorum, neşeli çalışmayı seviyorum ama yan gelip yattığım zamanlarda oluyordu. Âmâ şu anda mesela onunla ilgili de seninle bir çalışma yaptığımız için ben ne olursa olsun, ne yapmak istiyorsam onu yaparım. Gelir benim param, ne gerekiyorsa beni takip eder diye düşünüyorum.

Begüm Güven Karace:
Bizde şöyle bir laf var, dün sen de eğitimde söyledin: Kul sıkışmayınca Hızır yetişmezmiş diye. İllaki bir şeyler yapmak, hareket etmek veya herhangi bir destek almak için çok sıkışmayı bekliyoruz. Bu bizim genlerimizde var. Bu bizim kültürümüzde var.

Hasan Sonsuz Çeliktaş:
Türk genetiği ya. Milli takıma bak, her şeyi son dakikada kazanır. Öyle oturup rahat rahat kazanamazsın. Üç tane gol atsa bile iki tane mutlaka gol yer. Seni mutlaka strese sokar, sonra iki tane atar rahatlatır. Bir tane rahat seyredemezsin. Dünya kupasına son dakikada gidersin, olabilecek en fantastik hesaplar sonucu gidersin. Bir tanesine böyle rahat rahat gidemezsin. Gücü yok mu? Varama bu sıkışmayı yaşamadan biz yapmıyoruz. Yumurta kapıya gelmeden çalışmama gibi bir inancımız var bizim.

Begüm Güven Karace:
Yani işte onun için yumurta kapıya gelene kadar bekliyoruz ve hayatımızda hep son dakika golleri, son dakika hadiseleri oluyor. Plan, program, yaratım, üretim ve hareket, aslında bolluk bereketin anahtarı bu. Yani ne yapmak istiyorum? Bununla ilgili plan yapacağım. Bununla ilgili tasarlayacağım, yaratım yapacağım ve hareket edeceğim. Yani bir şey yapmak istiyorum, bir şey almak istiyorum. Bununla ilgili bir plan program yapmam lazım. Nasıl yaparım bunu? Ve ondan sonra bununla ilgili harekete geçmem ve belli bir zaman periyodu içinde bunları kendime zamanlama yapmam lazım. Ve ben harekete geçtiğim zaman zaten evrenin de bütün güçleri bana yardımcı olmak için hazır oluyor ve işlerim yolunda gitmeye başlıyor. Âmâ ben eğer çok sıkışmadan o hareketi yapmıyorsam, öyle bir kalıbım varsa, öyle bir inancım varsa, işte o sıkışma anına kadar duruyorum ve ondan sonra işte sıkıştım para yok, borç var vesaire o noktada hareket etmeye başlıyorum. Âmâ illaki bir çözüm buluyorum. O çözümü baştan bulsam sıkışmaya ihtiyaç olmayacak.

Hasan Sonsuz Çeliktaş:
Bir noktayı atlamışım. Şükür çalışmasını yapan kıza sonra ne oldu?

Begüm Güven Karace:
Evet harika şeyler oldu onunla ilgili, bir meslek okuluna başladı. Mevcut lisesini bıraktı. Çok yetenekli bir kızdı aslında. Geldiğinde saçlarını filan kendi yapmıştı. Kim yaptı bunları dedim, ben kendim yaptım dedi. Çok da beğenmiştim. Kuaförlük okuluna başladı. Başladığı kuaförlük okulunda aynı zamanda hem okuyor hem çalışıyor part time. Mesleği de hazır gibi oldu. Depresyondan çıktı. Hayatında her şey yolunda gitti, güzel haberlerini almaya devam ediyorum.

Hasan Sonsuz Çeliktaş:
Yazmak bu noktada çok mu önemli? Hani ben gün içinde yazmadan sürekli olarak hep odağımı şüküre çevirdiğimde de sonucu alabilir miyim yoksa illa yazmak mı gerekiyor?

Begüm Güven Karace:
Yazmak biraz daha güçlendirici bir şey. Yani düşündüğün zaman belli bir noktada kalıyor ama yazdığın zaman görsel olarak da bunu kaydediyorsun.

Hasan Sonsuz Çeliktaş:
Hatta bi de sesli olarak okursan kulağa da. Bir de üzerine güzel koku damlat, bir de kokla, tüm duyularla beyni işlet, tadından yenmez olur.

Begüm Güven Karace:
Aynen öyle duyularla hislerle anlıyoruz her şeyi, kaydediyoruz. Onun için aslında yeri gelmişken yazdıklarımıza da dikkat edelim derim ben. Neler yazıyoruz, nasıl ifade ediyoruz hayatı, insanları? Sözlerimize dikkat edelim. Para hakkında neler söylüyoruz, neler konuşuyoruz? Hayatımızla ilgili nasıl yargılarda bulunuyoruz?

Hasan Sonsuz Çeliktaş:
Az önce mesela konuşurken aşırı zenginlik dedim. Zenginlik aşırılıktır dedim örneğin. Al işte, buyur, aşırı zengin olsam. Halbuki yapabileceğim şey şuydu. Para sorun olmasaydı ya da para sıkıntı olmasaydı neler yapabilirdim? Âmâ ifade ederken öyle kalıplı ki aşırı zengin olsam da bunu yaparım. Aşırı.

Begüm Güven Karace:
Eğer parayı aşırı bulduğumuz cümlelerimiz, düşüncelerimiz varsa, parayı kötü bulduğumuz, parayla ilgili kötü sıfatlar taktığımız, bunları değiştirelim bilinçli bir çabayla. Kendimizden bahsederken, sürekli acaba kurban gibi mi bahsediyoruz kendimizden? Kendimizi tanımlarken hep aşağılarda olan, geliştirilecek taraflarımızı mı öne çıkartıyoruz? Kendimizde iyi taraflarımızı, güzel taraflarımızı görmeye ve kendimizi biraz onlarla tanımlamaya başlayalım. Bunlar frekansımızı yükselterek hayatımıza bolluk bereketin enerjisini getirecektir.

Hasan Sonsuz Çeliktaş:
Çok teşekkür ederim Begüm.

Hasan 'Sonsuz' Çeliktaş

18 Kasım 1976'da Mersin'de doğdu. Toros Koleji'ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'ne girdi. Fakültesini çok sevdiğinden mezuniyeti sonrasında oradan ayrılamadı ve asistan kadrosunda eğitim hayatına devam etti. 2005'te ise İzmir'e yerleşti. 2001 yılında "Sonsuzlukotesi" mail grubunu kurmasıyla başlayan yazarlık hayatı, önce 2002'de sonsuzlukotesi.com'u, daha sonra da 2004'de derKi.com'u kurmasıyla devam etti. Bir yandan da Cosmopolitan, Esquire, Yeni Aktüel, Zodiac, Akşam Brunch gibi dergilerde ve Akşam Gazetesi'nde serbest yazar olarak yazıları yayınlandı. 2011'de ise Anadolu topraklarından doğup Amazon.com'da yayınlanan ilk Türk Spiritüel dergisi "The Wise"ı oluşturdu. Halen yazmaya devam ediyor. Duru Sonsuz ile Özün Dünya'nın babası sıfatıyla onlara rehberlik yapmaya çalışıyor...