Dünya kuruldu kurulalı söylemleri bitmemiş bir konudan bahsetmek istiyorum. Gerçekte insanoğlu istekleri sonsuz, tatmin olması imkansız bir varlık olarak tanımlanır. En baştan başlamak gerekirse bir yerde doğuyor,büyüyor ve ölüyoruz. Arada geçen sürenin nasıl geçirileceğiyle ilgili bilgiyi aldığımız kaynaklar sınırlı. Yapmamız gerekenleri, dinden veya diğer insanların geçmiş deneyimlerinden almaktan başka çaremiz yok. Dünya üzerindeki şanslı azınlıktansak (savaş olmayan bağımsız bir ülkede doğmaktanbir şans olarak bahsedebiliriz.) yapabileceklerimiz daha da bir sınırlı hale geliyor.

 

Ben kendim için ideal hayat kavramının neresinde olduğunu kendime sorduğumda, kendim için tasarladığım ideal hayatı yaşamayı seçtiğimi görüyorum. Memnun muyum? Çok da değil aslında. Biraz daha konuyu açmam gerekirse, her an herkesten duyabileceğim basit bir hal hatır sorusunun, ‘Ne yapıyorsun?’ sorusunun aklıma getirdiklerini yazmak istiyorum.Son günlerde bu soruyu arkasından beklenen bir cevapla beraber duyduğumu düşünmeye başladım.

Büyük anlamlar yüklediğimiz hayatımızın pamuk ipliğinin ucunda olduğunu unutarak yaşamak zorunda olduğumuz kesin. Elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışmak, egomuzu tatmin etmek. İnsan olmak böyle bir şey. Birilerinin daha önceleri deneyimlediği şeyleri yapmaya devam etmek. Nedir bunlar? Okula gitmek, derslere çalışıp başarılı olmak. Yüksek öğrenim görmek, kendi paranı kendin kazabilir duruma gelmek. Kariyerini inşa etmeye başlamak. Çalışmak, çalışmak, çok çalışmak. Bu arada yapmak zorunda olduklarımız bitmiyor. Birileri bizim için bunları yaşamış, hangisinin ne zaman yapılması gerektiğini söylüyor. Okulunu şu yaşlar arasında uzatmadan bitireceksin. Vakit kaybetmeden geleceği olan bir iş bulacak, yarınlarını garanti altına alacaksın. Tabi belli bir yaşa kadar evlenmeyi ve çocuk sahibi olmayı da unutmamalısın. Bunlar birilerinin ideal hayatı. Ben bu ideal hayat kriterlerini ne kadar yerine getirirsem o kadar başarılı sayılacağım şimdi. Bir yaşa kadar yerine getirdiğim kriterler arasında okul derslerinde başarılı olmak için çalışmak, birilerine hesap vermek zorunda kalmamak için onların kurallarıyla oynamak vardı. Sonucunda bunların benim ideal hayatım olmadığını anlamam çok uzun sürmedi ama ben hep geciktirmek istedim. Yanılmışım gibi davranmak, hata yaptığımı kabul etmemek için memnunmuş gibi davranmak zorunda kaldım. Ya da zorunda bırakıldım. Çünkü modernize edilmiş dünyanın biz 2000’li yılların başlarını yaşayan insanları olarak bu birilerinin ideal hayatına saygı göstermekle kalmayıp aynı zamanda bu yaşam biçimini kabul etmemiz gerekiyor.

Artık tarihsel kıyafetler giyen insanların vatanlarını kurtarmak için yaşadığı kesitler, hayatta kalmak uğruna can alıp can vermeler bittiğine (azaldığına) göre şehirli modern toplumun kurallarına uymak zorundayız öyle mi? Artık insanlar, daha az açlıktan ölüyor, daha çok tüketiyor ama daha mutsuz olduklarını söylüyorlar. O vakit üzerine düşünülmesigereken birilerinin çizdiği ideal hayat şemasının çok da gerçekçi olmadığıdır. Daha doğrusu her zaman bizi istenilen sonuca ulaştırmadığı ortada olan bir kavrama ve onun parçalarına neden inanalım? Neden onun öğretilerini farkında olmadan yerinde getirmeye çalışalım? Salt düşünce bazında toplumdan dışlanmamak adına yaptıklarımız bizi mutlu etmiyorsa gerçekten durup düşünmemiz gerekli değil mi?

Ben öğrenimimi tamamlıyor, iyi yerlerde çalışmaya başlıyor, iyi paralar kazanıyorsam, bunun nesinden mutlu olduğumu kendime sormalıyım. Bazılarımız güneş ışığı görmeyen plazalarda bütün gününü öldürürken, bunu daha iyiye ulşamak adına yaptığını savunuyorlar. Çünkü bu bir ideal hayat örneği. İnsan aslında sırf buna uyduğu için mutlu olduğu halde yaptığından, seçiminden dolayı mutlu olduğunu sanıyor.

Ben bütün günümü plazalara kapanıp güneş ışığından mahrum kalarak tüketmek istemiyorum. Ne iş yapıyorsun sorusunun beklenen cevabının para kazanılan bir iş olmasından da memnun değilim. Bu şekilde etiketlenilerek ideal hayat prosedürü içine sokulmaya çalışılmamak için ne yapmam gerekiyorsa yapmak istiyorum. En azından ben kendim buna gore yaşayabilirim diye düşünüyorum. Yeni tanıştığım insanlara nerde çalıştıklarını, ne iş yaptıklarını veya hangi okuldan mezun olduğunu sormayarak başlıyorum konuşmaya. Sırf birilerinin ideal hayat kavramından uzaklaşmak için.

Bence zorunluluktan yapılanları seçimden saymazsak bile hala bu çarkın parçası olmaya zorlanan insanın kurtuluşunun bir kaç yolu var. Birincisi çoğunluk için kurtuluşun ta kendisi de denebilir. Alışmak ve unutmak. İkincisi karşı çıkmak ve varolmak.

Kendi deneyimime göre seçtiğimiz iki yolda da elimizde kalanlar his olarak aynı olabilir. Yani en fazla his değeri azaltılmış bir mutluluk duyabiliriz seçimimizden. Çünkü her iki yolda da eksikler, vazgeçişler var. Birincisinde yani ideal hayatı kabullenip alışıp unuturken feda ettiğimiz değer özgürlük. Kazandığımız değer, onaylanma. İkincisinde yani kendi ideal hayatımızı kendimiz yaratarak, karşı çıkıp varolduğumuzda kazandığımız değer özgürlük kaybettiğimiz değer, onaylanma.

Şimdi bunun gerçekten bir tesadüf olup olmadığını soruyorum: İdeal hayat kavramını kabul ederek yaşamak ve kendi ideal hayatını kendi kendine oluşturmak. Bu ikisi arasında yaptığımız seçimle birlikte kazandıklarımız ve kaybettiklerimizin eşit olması bir tesadüf mü?

Ben birilerinin ideal hayatını yaşamaktan mutsuz olduğum için bir seçim yapma ihtiyacı hissediyorum. Benim gibiler dışında henüz bir seçim yapmayan ama hasbel kader diğerlerine uyan bir çoğunluk var. Hangisini seçeceğimiz, neyi kazanıp neden vazgeçmeyi kabullenebileceğinizle ilgili . ‘Ne yapıyorsun?’ sorusunun beklenen cevaplarına dahil olmamayı başarmak dileğiyle…

Konuk Yazar