Bildiğin Çektiğine Yetmeyince… Sezen Aksu’nun bir parçasının sözleri… Sanki bir tekerleme gibi, ardı ardına sıralanmış kısa ama bir o kadar da derin kelime dizisi…
Ya Bir Gün Seninde Bildiklerin Çektiğine Yetmezse! Ne olur evet ne yaparsın, bildiğin çektiğine yetmeyince?
Ya bir gün basına birden beklenmedik bir şey gelirse. Birden bire hem de tamamen kontrolünün dışında bir şey. Ve sen o an ne yapacağını bilemezsen… Sonrasında da ne yapacağını kestiremezsen ne olur? Ağlar mısın? Bağırır mısın? Delirir misin? Sakince, ya da felç olmuş sinirlerinle olanın bitenin muhasebesini mi yaparsın? Yoksa olanı önleyemediğin, gideni geri döndüremediğin için kendini suçlu mu hissedersin? İsyan mı edersin? Devrelerini kapatmak, hesabını kesip, başlamadan önceki yere geri gitmek mi istersin? Yoksa sen de her şeyden herkesten göçüp gitmek mi istersin?
Söz vermiştin bana
Yanı başımda yaşlanmaya
Söz vermiştik bu dünyaya
Ne olursak olsaydık
Şimdiye kadar dünyanın en büyük acısıdır diye duyduğun ve hep de başkalarının başına gelir o tür olaylar diye düşündüğün o olay birden senin başına gelmiştir. Önce bunun gerçek olduğunu kabul etmek istemezsin… Eş dost sohbetinde çoook uzakta birinin başına gelmiş, buna benzer olayı dinlerken bile tüylerin diken diken olur. Bırak saniyenin binde birinde onun yerinde kendini düşünüp empati yapmayı, böyle bir şeyin olduğunu duyduğunda bile midene yumruk yemiş gibi olursun. Sana korku filmi senaryosu gibi gelir duydukların, dünya da böyle olayların olduğuna, bunun gerçek olduğuna inanmak bile istemezsin hiç. Ama böyle bir konu açıldığında ihtiyaten, ya senin ya da karşındakinin ağzından “Allah korusun lafları” dökülüverir her ihtimale karşı koruma amaçlı. Öyle bir konu ki başkasının başına gelse bile işittiğinde mideni burkan, yüreğini yakan, içini kasan, hayallerini yıkan, kalbini kanatan, “Allah düşmanımın başına bile vermesin” denen bir şey…
Hep duyarsın da, hep senden başkalarının, hatta hatta senden çoookk ötedekilerin başına gelir sanırsın. Bir de şöyle düşünürsün kendini rahatlatmak için, neden benim başıma gelsin ki böyle şeyler? Ben kimseye kötü bir şey yapmadım ki, diye ikna etmeye çalışırsın endişeli düşüncelerini. Hep iyi kişi olmuş, kendini de garantiye almışsındır sanki… Kendince rahatsındır.
Ama bir gün bakarsın ki, senin de başına gelmiş. O an ne yapacağını ne diyeceğini, ne hissedeceğini, nereye bakacağını, nereye kaçacağını, nerede yer alacağını, nerede dikileceğini, nerede duracağını bilmezsin. Bilemezsin çünkü çevrende tanıdığın hiç kimsenin başına böyle bir şey gelmemiştir. Ne hisseder insan bu durumda, ne tepki verir, içi ona ne der, o içine ne söyler, peki ya nasıl atlatır bu şokun tüm benliğine tüm bedenine, özüne aniden ve şimşek hızında çarpmasının etkisini…
Paylaşılmıyor hüzün
Paylaşamam yolu yok bunun
Anlatamam sözü yok bunun
Çekilecek başa geldikçe
Ha soramazsın da kimselere, kime soracaksın ki? Olayı yaşayan birinci tekil şahıs sensindir… ne duygu ne his, ne düşünce içinde olacağını en iyi bir tek sen bilebilirsin… ya da en iyi sen bilemezsin, ama herkes senin ne hissettiğini değil ne yapman gerektiğini çok iyi bilir… fısıldaşarak senin adına yorum yapar durur çevrende. Kimi yargılar, kimi yorumlar yapar, kimi suçlar, kimi kendi egosunu okşar, kimi seni uyarır bundan sonra yapman gerekenler için… ama kimse gelip ne yapabilirim senin için diye sormaz…
Evet çevrende herkes bir yorum yapar ama sadece sen bilirsin duygularını, düşüncelerini, hislerini… Yoksa bilmez misin duygularını, düşüncelerini, hislerini, kendini… Zihnin mi susmuştur yoksa? Çaresiz misindir? Kayıp mı hissedersin kendini ıssız bir yerde? Uyuşmuş gibi mi hissedersin? Kendini bıraktığın yerde mi bulamazsın bir süre? Yoksa vücudunu, hiçbir uzvunu, de hissetmez misin uzunca bir süre? Yoksa yorgun musundur? Bir bitkinlik hissi midir sana hakim olan? Yoksa öldüm de ruhum mu dolanıyor etrafta dersin birden umarsızca.
Sonra aniden fark edersin hayatta olduğunu, vücudunun var olduğunu ve aniden yaşadıklarını.
Kaçmak istersin her şeyden olanca gücüne koşarak kaçmak. Evet koşarak kilometrelerce, günlerce koşarak herkesten her şeyden kaçmak hissi kaplar içini. Açık havada koşmak yalnızca kaçmak istersin.
Açık havaya çıkarsın…
Ferahlamaya gün ışığına çıksan bile, ne dışarıdaki güneşe düşman olur, temiz bahar havasından zevk almazsın. Ne derin derin nefes alabilirsin, ne de oksijeni ciğerlerine doldurmak istersin. Alır gibi yaptığın hiçbir nefesini içine çekemezsin doğru dürüst. Onsuz nefes bile almaya utanırsın çünkü. O gitmiştir, sen kalıp yaşamaya devam etmeyi seçmişsindir. Utanırsın kendinden… O oksijensiz kaldığı nefes alamadığı için ölmüştür. Bunu düşündüğünde daha da utanırsın aldığın nefeslerden, boğazında tıkanır kalırsın. Olayı ilk duyduğun saniyelerde iki göğsünün ortasına sinsice oturmuş taşın birden daha da ağırlaştığını hissedersin…
Hangi bahane avutur bilmem
Hangi günahın bedeli bu
Kandırmıyor ne gündüzüm ne gecem
Böyle intikam olmaz
Birden kendini hiçbir şeye, hiçbir yer ait hissetmezsin. Koskoca dünya da sanki yapayalnız bırakılmışsındır. Bir göktaşı gibi başka bir gezegenden gelmiş gibi hissedersin kendini. Neden olduğunu anlamaya çalışırsın ama çözemezsin. Sen orda öylece donmuş duruyorsundur, etrafında insanlar ve hayat yine hiç bir şey olmamış gibi eskisi gibi akıyordur.
Birdenbire bir film karesinde gibi hissedersin kendini. Hani filmlerde kamera hızlıca oyuncudan uzaklaşır etraf flulaşır, o kişi sonsuzluğun ortasında küçücük bir nokta gibi kalır ya… Aynen öyle bir film karesinde bulursun kendini… Bir anda çevrendeki canlıların senden uzaklaşırken görürsün, ya da senin olardan uzaklaştığını fark edersin aniden. Tepkisizce bu durumu gözler bulursun kendini? Olayların dışında biri gibi anlamsızca bir iki cümle söyleyip, sadece bir köşeye çekilip oradan, meydanda oynanan tiyatroların, rollerin farkına vararak izleyen bir seyirciye dönüşmüşsündür artık. Vücudu bile olmayan bir göz gibi her şeyi izler, ortalarda dolaşıp tepki vermeden olanlara bakarsın. Boşlukta ne uzakta ne yakında bir noktaya saatlerce bakan, içine hafif mutluluk, hafif hoşluk hissi katılmış sonsuz bir hafiflik duygusuyla ortada dolanan garip kişi sen misin?
Ne mutlusundur, ne hoş bir his vardır içinde, ne de hafifsindir aslında… Sadece ve sadece kendini olanların bir rüya olduğuna inandırmış ve her an rüyadan uyanmayı bekleyen, bir uyurgezer edasıyla ne yediğini ne dediğini bilmeden ortalarda dolaşan boş boş bakan, oradan oraya salınan sensindir. Bir özgürlük hissi de oluşur içinde aniden. Ölesiye bağlandığın şeyi kaybetmenin üzüntüsünün arkasından gelen bir hafiflik, garip ve tanımlanamaz bir özgürlük hissidir bu.
İçin katılır kalır, ağlayamazsın bile, yakınında duranlar da ne oldu sana diye bakar durur ağlama hissinin bile oluşmama şokunu anlayamazlar.
Bir zaman bir yerde
Buluşuruz yolu yok bunun
Kavuşuruz yolu yok bunun
Görülecek Günü geldikçe
Taşkınlık yapma dövünmek bile istemezsin. Ne olacak ki günlerce, aylarca, yıllarca, yüzyıllarca, binyıllarca dövünsen bile önüne gelene ağlasan da geri gelmeyecektir o artık, gitmiştir. Garip bir şekilde aslında onun aslında senden gitmediğini, ama görünmez olup, yanında olduğunu hissedersin birden. Sen artık onu göremesen de, onun seni bir daha buluşmanıza kadar, yalnız bırakmayacağını hep yanında olacağını, hep seninle olacağını anlarsın.
Yine flulaşır etrafındaki insan siluetleri ve kamera senden uzaklara doğru hızla çekilir.
Sonra radyoda bir şarkı başlar… Şarkının sözlerinde uyuşmuş beyninin yankılanışlarına denk gelen bri kaç sözcük bulur tanırsın hemen… ve dalar gidersin şarkıya…
Birden radyoda bir şarkı duyar ve katıla katıla ağlamaya başlarsan, o zaman bil ki artık istesen de istemesen de, şarkılar sesin, dilin olmuştur… Başkalarına en çokta sana anlatır senin bile kendinden uzaklaştırmaya çalıştığın duygularını, durdurmaya çalıştığın düşüncelerini… Kulak verirsin radyoya, en iyi kulağına gelen şarkılar akarak anlatır… anlatarak akar…
Söz vermiştin bana
Yanıbaşımda yaşlanmaya
Söz vermiştik bu dünyaya
Ne olursak olsaydık
Hangi bahane avutur bilmem
Hangi günahın bedeli bu
Kandırmıyor ne gündüzüm ne gecem
Böyle intikam olmaz
Paylaşılmıyor hüzün
Paylaşamam yolu yok bunun
Anlatamam sözü yok bunun
Çekilecek başa geldikçe
Bir zaman bir yerde
Buluşuruz yolu yok bunun
Kavuşuruz yolu yok bunun
Görülecek Günü geldikçe