İnancın ötesine geçmeyen bir takım düşünceleri mutlak gerçekmiş gibi ifade etmeye bayılıyoruz. Başta semavi inançlar, gnostik ya da gnostik olma iddiasında ve kendisine ruhani (spiritüel) diyen öğretilerin izdeşlerinin çok büyük bir kısmı bu tür bir yaklaşımı benimsemekte en ufak bir sorun görmüyor. Elbette mutlak imana dayalı semavi inanç sistemleri için bu durumu yadırgamamız söz konusu değil. O öğretilerin yapısı zaten o şekilde bir iman gerektiriyor. Bununla birlikte hakikate ulaşma iddiasını en azından lafta taşıyan öğretilerin izdeşlerinde bu tür bir yaklaşımı oldukça sık bir bir şekilde görmek en azından beni oldukça şaşırtıyor.
Bu türden inancın ötesine geçmeyen ama oldukça sık dile getiren bazı düşüncelerden örnek vermek isterim:
-Reenkarnasyon var, biliyorum(ama hiç bir yaşamımı hatırlamıyorum)
-Şimdi sana reiki yapıp enerji aktaracağım, aktardım hissettin mi?
-Biz bu hayata bir görevle geliyoruz
-Bu hayata gelirken nasıl bir hayat yaşayacağımızı biz seçiyoruz
-Pozitif düşünürsen olur
-Biz sevgiyiz
-Hepimiz biriz

Yukarıda saydığım sözleri defalarca duymuşsunuzdur. Elbette içlerinde gözleme ve deneyime dayalı olanları da vardır. Bu tür ifadeler gerçek bile olsalar şöyle bir sorunları var ki kanıtlanmaları neredeyse imkansız. Bu sebeple sözgelimi önceki hayatlarını çok net bir şekilde hatırlayan birinin bize bu konu hakkında kanıt sunması genellikle imkansızdır. Bize ancak, söylenilenlere inanmak ya da inanmamak düşer. Ama bu tür ikinci el anlatımları kanıtlanmış bir gerçek gibi başkalarına aktarmak neresinden bakarsanız bakın sakat bir yaklaşımdır.
İşte bu tarz ifadelerden bir tanesi olan “hayata gelmeden önce nasıl bir yaşam yaşayacağımızı kendimiz seçiyoruz” saptamasını o kadar sık duyuyorum ki, bu konuda bir şeyler söyleme ihtiyacı hissettim.
Baştan söylemek isterim. Buradaki düşüncelerim bir gerçeğin ifadesi olarak algılanmamalı. Ama yukarıda saydığım türden artık klişe olmuş bazı varsayımları, tartışmasız bir gerçekmiş gibi ifade etme hakkına da sahip değiliz. Elbette yaklaşımın altını doldurarak bir açıklama getirme çabası içinde olanlar, ya da en azından “bence” diyenleri bu değerlendirmemin dışından tutuyorum
Gerçekten de hayatımızı biz mi seçiyoruz? Hayatımızdan önce varolan, hayat sonlandığında da varolan bir ruh kavramını bile sorgulamadan yapılan bu saptama ile ilgili kanıtlarımız var mı? Okumuş olduğum ölüm sonrası hayatı anlatan, ama tutarsızlıklarla dolu bazı kitaplarda anlatılanlar da dahil olmak üzere doğumdan önce yapılan seçimlerle gerçekçi bir hikaye ile hiç karşılaşmadım.
Ayrıca bu yaklaşım egonun ya da “ben” olgusunun geçici olduğu saptaması ile çelişiyor ki buna katılmak benim için mümkün değil. Öyle ya, bir takım tercihlerde bulunan bir “ben” olmalı ki, bu tercihi yapabilelim. “Ben” yoksa tercihi kim yapacak? Ne adına yapacak? Elbette “ben yoktur” yaklaşımını reddeden çıkacaktır. Egonun her an, her saniye düşüncelerimiz ve tanımlamalarımızla yeniden inşaa edilen bir kavram olduğunu öncelikle kavramak gerekiyor.
Bir an için tüm düşünce sürecinin, tanımlamaların durduğunu hayal edin. Bunu hepiniz yaşamışsınızdır zaten. Hani o hayatın anlamının bir an beliripte sonrasında tekrar gelen yok olduğu o anlar. İşte o bahsedilen anların hangisinde bir tercih yapma durumu içinde oluyoruz?
Ben size fikrimi söyleyeyim, bence pek de tercih yapmıyoruz o anlarda. Tamamen fiziksel yaşama yani beynin varlığına bağlı olan düşünce dediğimiz sürecin de ölümle birlikte sona erdiği varsaymak, tartışmaya son derece açık olmakla birlikte peşinen reddedilebilecek bir varsayım olmaz.
Peki düşüncenin olmadığı o zihin hali, ya da bedensiz kalmış bir zihin neyin tercihini yapabilir durumda olacak?
Elbette buradaki bedensiz kalmış zihin de kanıtlanabilmiş bir fenomen olmamakla birlikte, tartışmamızın ana konusu hayata gelirken hayatımızı kendimizi seçtiği konusu olduğu için doğru olduğu varsayıyoruz.
Tamamen dünyevi ve de çoğunlukla pek çok kusurlar bulunduran bir algı ve değerlendirme sistemini, dünyevi olamayacak çünkü maddi gerçekliği bulunmayan bir alem için de doğru olduğunu varsayıyoruz. bu bana çok inandırıcı gelmiyor.
Peki doğumdan önce, dünya hayatında bedenlenmek üzere olan “o bilinç akışının” nasıl bir sürece doğru devam edeceğini belirleyen şey ne olabilir? Aslında cevap çok basit. Bunu hayatımızın akışına bakarak görmek mümkün. Amerika’yı yeniden keşfetmeye ihtiyaç olduğunu zannetmiyorum. Bundan 10 yıl önceki haliniz ve diğer varoluş koşulları nasıl şu an ki koşulları oluşturdu ve siz bu varolan koşulların bir sonucu olarak şu an ki gerçekliğinizi yaşıyorsanız, bir önceki hayatınızdaki oluşturduğunuz tetiklediğiniz olgular da şu içinde bulunduğunuz ortamın başlıca sebebidir.
Yukarıdaki örnekte verilen süreler sadece örnektir. 10 sene önce , ya da bir önceki hayatta diye verilen süreler, 1 sene önce, 30 sene önce, 3 hayat önce, 100 hayat önce diye de değiştirilebilir.
Elbette bu tarz bir yaklaşımı ifade eden ben değilim. Özellikle Budist öğreti başta olmak üzere mealen bu düşünceyi ifade eden öğretiler bulunmaktadır ve bana bu yaklaşımın ayakları yere çok daha sağlam basıyor gibi görünmektedir.
Reenkarnasyon ya da yaşam öncesi ve sonrası olup olmadığı ayrı bir tartışma konusudur. Amacımız hayatımızın öncesi olduğunu varsayarak, “hayata gelirken kendi tercihlerimizi yapıyoruz, ya da hayata bir görevle geliyoruz” gibi egosentrik olduğunu düşündüğüm yaklaşımları eleştirmektir. Her şekilde tartışmaya açık bir konudur, ama lütfen “dediğim doğrudur” yaklaşımına girmeden.

Gökhan Aksu

Gökhan Aksu 1971 İstanbul doğumludur. Krishnamurti'nin etkisiyle doğu öğretilerine yönelmiştir. Çalışmalarına iş sebebiyle bulunduğu Afrika'da devam etmektedir.