(Ruhsal arınma yolundan temizlik obsesyonuna sapanlar için küçük bir klavuz)

Spiritüel mevzulara dalan bir insan evladı için yola koyulması gereken ilk meselelerin başında “arınmak” gelir. Bu arınmak ne menem bir şeydir ki her ruhsal aydınlanma yolcusunun başat ihtiyacıdır? Bu kadar kirlenmiş midir adem oğlu/havva kızı? Evet, kirlenmiştir. Belki o reklam sloganında denildiği gibi “kirlenmek güzeldir” çünkü elini çamura bulamadan çamurun çamur olduğunu öğrenmek zordur. Zordur diyoruz, imkansızdır demiyoruz; ne de olsa düşünürün dediği gibi “ömrün tüm tecrübeleri yaşayacak kadar uzun değil bu yüzden çevrendekilerin tecrübelerinden de yararlan” ama yine de şu da var ki “bana söylersen, unutrum, bana gösterirsen, hatırlarım, beni dahil edersen anlarım” eski Çin deyişindeki gibi tecrübenin birebir yaşanmasının etkisi de su götürmezdir.

Ruhumuzun dünyadaki yolculuğuna “kendini gerçekleştirmek” için geldiğini düşünüyoruz, ve bunun yolu da “deneyim” ile akıyor. Bu deneyimler yolculuğunda “kirlenmemek” neredeyse imkansız görünüyor. Ama pek sevdiğim bir büyüğümün dediği gibi “iyi ki su var ve temizleniyor kirlenen eller, ya temizlenmese idi?!”

İşte tam da bu noktada bazı sapmalara uğrayabiliyor zihin. Bedensel temizlenmenin esası suya-sabuna dokunmak ise, varlığı bir bütün olarak (ruh-beden-zihin) kavrayan beyin ruhsal arınma kısmına da su ile müdahale etme yolunu seçebiliyor. Ve hoş geldin obsesif-kompulsif temizlik takıntısı!

Yıkandıkça yıkanan eller, evler hatta mümkün olsa havayı bile temizleme ihtiyacı ile kendini gösteren bu zihinsel kavrama bozukluğu, kişi için hayatı zorlaştırıcı olduğu kadar çevresi için de çok yıpratıcı hallere gelebiliyor.

Bu bozukluğun “spiritüel mevzulara” dalış yapmış kişiler arasında ne kadar sık rastlandığı hiç dikkatinizi çekti mi? Benim çekti. Hiç unutmadığım bir kişisel deneyimimde bunu net biçimde görmüştüm: Spiritüel çevreler tarafından pek iyi bilinen bir yıllık festivalde idim. Kitap standları, doğal taş sergileri, her yandan yükselen tütsü kokuları ve müzikler eşliğinde o workshop senin bu workshop benim koştururken haliyle bir ihtiyaç molası verme gereği duydum. Binanın “rest room”una girdiğimde aynadan gördüğüm görüntü dikkatimi çekti. Buradaki biz bayanlar, genelde beyaz olmak üzere açık renk uçuşkan giysilere bürünmüş adeta bir melekler korosu turnesinde gibiydik! Her bayanın elinde bir peçete ağır ve titiz devinimlerle kah muslukları peçete ile açıyor kah parmak ucunda dolaşıyordu. Herhangi bir umumi tuvalette görebileceğinizden çok farklı bir kadro vardı burada. Bu takıntılı temizlik anlayışına sahip kişilerin (ki ben de durumdan pek memnundum) burada buluşmuş olması tesadüf değildi.

Duruma spiritüel uzmanların gözüyle bakarsak bu tür “arınma” ihtiyacından sapkınlaşan “temizlik takıntılarını” şu şekilde açıklıyorlar: Işıktan (nurdan) oluşan süptil beden, deneyimler yaşamak üzere dünyaya “indiğinde” daha katı (solid) olan bu ortama uyum sağlayabilmek için süptilliğini atıp daha katı hale gelir ve ışığını kısarak da daha karanlıklaşır. Ne kadar maddi dünyaya sirayet edip, maddeciliğe doğru yönelirse bu katılık ve karanlık durumu artar. Gelgelelim, süptilliğini yitirmeyen ve bu katı hallerden rahatsız olan kimi ruhlar ise, eski ışık hallerinin özlemi ile “acı” çekmeye başlarlar ve arayışa girişirler (aslında her ruh ışık halini anımsar ama bazıları derinlere gömer). Özellikle ruhsal aydınlanma yaşayan kişilerde bu süptil ve ışık hali özleme, arama arzusu güçlenir ve kendine yollar arar. Bu yolları ararken, tasavvufun “mürşidsiz iken kaybolmak kaçınılmazdır” biçminde ifade ettiği gibi bazen yoldan sapılır ve kendi karanlığında bir ışık yakmaya çabalar ruh. O kayboluş esnasında arınmak için zihinde doğan bir karışıklıkla geçmişini temizlemek isteyen bellek, ya da ruhunu temizlemek isteyen aydınlanma yolcusu, zihin yerine bedeni temizleme çabasına girişir.

İşte tam da bu noktada bu dertten mustarip olanların imdadına yetişecek bir bilgi: Kirlenen asla ruh değildir! Dünya üzerinde kirlenen “aura”dır. Evet, aura, yani bizi çevreleyen enerji tabakalarıdır. Bu tabakalar eterik, duygusal, zihinsel ve ruhsal kısımlardan oluşur ve dışarıdan gelen etkiler ilk olarak auramıza çarpar. Güçlü ve temiz auralar bu etkileri hemen geri yansıtıp bedenimize sirayet etmesini engelleyebilir (hastalıklar da böylece bertaraf edilir) ve “kirli” düşünceler ve hisler belleğe ulaşmadan uzaklaştırılabilir.

Peki can alıcı soruya gelelim: Aura nasıl “temiz” tutulur? Spiritüel öğretilerde karşımıza bu konuda pek çok seçenek de çıkar: mavi bir pelerin giydiğini imgelemek, baş meleklerden korunma ve temizlenme talep etmek, kristalleri kullanmak gibi. Ben ise çok daha basit ve doğal yöntemlerin yardımından söz edeceğim: doğada yalın ayak yürümek, güneş ışığı almak, tuzlu suya değmek… Ama dediğim gibi bunlar yardımcı etkenler, asıl ve net aura temizleyicisi nedir biliyor muyuz?:

Pozitif düşünmek!

İşte bu kadar basit bir yanıt. Sevgi enerjisi ve şükran duygusu ile dolu biçimde mümkün olduğunca sakin bir zihinle pozitif düşünmek; her türlü pelerin, tuz banyosu ve kristalden daha etkin biçimde auramızı temizler ve güçlendirir. Denemesi bedava!

Mia Pelin Özdoğru