“Yaşayabileceğiniz en güzel deneyim gizemli olandır. Bu duyguya yabancı olan, durup da hayretler içerisine düşmeyen ve hayranlıktan mest olmayan ölmüş sayılır.” -Albert Einstein-

Mistik hallerde deneyimlenen farklı gerçekliklere ait  içgörüler gündelik konuşma diliyle doğru bir şekilde anlatılamıyor..

“Neden anlatılamıyor?” diye düşündüğümüzde, “gündelik dil yetersiz ve uygun değil” cevabı durumu tam açıklayamıyor sanki.

Dil sorunundan öte; mistik deneyimlerde  hissettiklerinizin,  gördüklerinizin, açıldığınız olağandışı ufukların yaşandığı yerlerin hangi boyutlar civarına düştüğünü tam kavrayamama durumu da sebep oluyor bu dil tutulmasına..

Geçtiğimiz günlerde yıllardır çok istediğim Holotropik Nefes Çalışması tekniğini deneyimleyerek benzer bir  tecrübe yaşadım..

Dilim ve uzandığım  yerleri kavrayışım yetersiz kalsa da ,”şuur” ve holotropik nefes tekniğiyle deneyimlenen “olağanüstü şuur hallerini”  biraz  tırmalayacağım  bu satırlarda, izninizle..

Ünlü psikiyatrist ve şuur araştırmacısı Stanislav Grof’un “Kozmik Oyun” kitabını yıllar önce okumuş, olağandışı şuur hallerinde elde edilen içgörülere çok meraklanarak, “bir gün ya LSD çekeceğim, ya da bu tekniği deneyimleyeceğim!” diye ahd etmiştim..

Öznel deneyime geçmeden önce,  “Kozmik Oyun” ve yaratıcısı Grof’a  ve de “Şuur” söylencelerine  biraz kulak verelim isterseniz..

40 yıllık şuur/şuurdışı araştırmalarından elde edilen sonuçların özeti olan bir kitap Kozmik Oyun..

Bu kitapta çağlar boyu insanları etkilemiş ruhsal öğretiler ve modern bilimsel araştırmaların karşılaştırmasını  ve insan şuurunun/ şuur dışının keşfiyle ilgili elde ettiği müthiş  açılımları sunuyor insanlara  Grof.

Bize sunulan genel kabul görmüş gerçekliğe göre şuur kafatasımızın içine hapsolmuş beynimizin  bir yan ürünüdür; merkezi sinir sistemimizdeki fizyolojik süreçlerin karmaşıklığı nedeniyle de evrimin daha sonraki safhalarında ortaya çıkmış bir yanımızdır.

Böyle bakıldığında” şuur ve zeka” biyolojik sistemden bağımsız değildir ve olamaz da..

Bu gerçeklik anlayışı çerçevesince, ruhumuzun-şuurumuzun içeriği, doğduğumuz andan itibaren duyu organları aracılığıyla dış dünyadan alınan bilgilerle sınırlıdır;  “duyu organlarından geçmeyen hiçbir şey zihinde, şuurda varolamaz!” görüşünde hem fikirdir batılı bilim adamları..

Grof’un kitabında anlattığı  holotropik şuur hallerini deneyimlemiş insanların içgörüleri ve olağandışı şuur durumları hakkında yapılmış araştırma sonuçları  ise, insan ruhu ve  şuurunun sınırlarına  dair  ilan edilmiş bu yerleşik  görüşü oldukça kuvvetli argümanlarla sorgulatır insana..

Araştırma  çalışmalarında  her biri en az beş saat süren dört binin üzerindeki LSD seansını kişisel olarak yöneten ve meslektaşları tarafından yönetilmiş bulunan ikibinden fazla seansın kayıtlarını inceleyen Grof, şuurla ilgili kesinlikle olağan dışı bir şeyler olduğu kanısına vararak, keşfettiği farklı tekniklerle şuur araştırmalarını daha ileri safhalara taşımış..

Beynin Ötesinde (Beyond the Brain) adlı kitabında çalışmalarının sonuçlarıyla ilgili şöyle bir ifadesi var  Grof’un (kısaltılmış halidir):

“Yıllar süren kavramsal mücadele ve çatışmalardan sonra,  bilimin günümüzde geçerli olan paradigmalarında, hızla, etkin bir yeniden düzenlemeye gidilmesinin gerekli olduğu sonucuna vardım..Şu anda; evren, gerçekliğin yapısı, özellikle insan varlığı ve şuur hakkında günümüzde geçerli olan anlayışların yanlış ve eksik olduğu konusunda artık çok az kuşkum var..”

LSD denemelerinden sonra olağandışı şuur durumlarının herhangi bir kimyasal madde olmaksızın da elde edilebileceğini keşfeden Grof ve eşi Christina , Holotropik Nefes Çalışması adını verdikleri bir teknik geliştirerek, çoğunluğu gruplar halinde, istisnai olarak bireysel olan otuz binin üzerinde holotropik seans düzenlemişler ve bu yöntemle hem tedavi hem de insan şuuru ve şuurdışının keşfi konusunda çok önemli başarılar elde etmişler ( Holotropik,  “bütünlüğe giden” anlamına geliyor..Yunanca Holos=bütün  ve  Trepein=bir şey yönünde ilerlemek)

Şuurun kişiliğin alışmış sınırlarını aştığı deneyimlerde ortaya çıkan olağandışı fenomenleri tanımlamak için “transpersonel”  (aşkın kişilik ya da kişilik ötesi)  terimini benimseyen Grof, 1960 yılında, içlerinde psikolog ve eğitimci Abraham Maslow’un da bulunduğu profesyonellerle birlikte “transpersonel psikoloji” adını verdikleri yeni bir psikoloji ekolü kurmuşlar.

Grof, holotropik hallerde  ortaya çıkabilecek tüm deneyimleri açıklamak için batı tarafından oluşturulmuş “ruh” anlayışını iki yeni alanla oldukça genişletmek durumunda kaldığını söylüyor kitabında.

Bunlardan birincisi doğum travmasına bağlı olarak gelişen  yoğun fiziksel his ve duygu deposudur..

Doğum sırasında saatler boyunca deneyimlenen hayati tehlikenin, acı ve boğulmanın;  yoğun endişe ve bazen canilik derecesine varan şiddet hislerine  neden  olduğunu  ve bu deneyimin psişe ve bedenimizde saklandığını söylüyor yazar..

Dünyaya karşı duyulan  temel güvensizlik, korku, şiddet  ve düşmanlık  hislerinin depolanmasının insan kişiliğinin karanlık yönünün önemli bir kısmını oluşturduğunu söyleyen Grof, ünlü psikiyatr Jung’un da  bu durumu insanın Gölge tarafı olarak adlandırdığının  altını çiziyor.

Holotropik Nefes Tekniği çalışması sırasında biyolojik doğum aşamalarımızı,  hatta döllenişimizin hücresel kaydını bile oldukça ayrıntılı bir biçimde deneyimleyebileceğimiz söyleniyor..

Klasik “Ruh” anlayışına eklediği ikinci alanı ise  transpersonel psikoloji olarak adlandırıyor..

Bu alan, beden  ve egoya ait alışılmış kişisel sınırların aşıldığı, insanın benlik duygusunun genişleyerek başka gerçeklik boyutlarını da kapsayacak duruma  gelebildiği bir haller bütününü kapsıyor.

Transpersonel olgunun diğer bir önemli kısmı da İsviçreli psikiyatrist C.G.Jung’un kolektif şuurdışı terimiyle açıklanıyor.

Bu alan geniş atasal, ırksal ve kolektif anıları, insanlığın tüm tarihi ve kültürel mirasını içeren baş döndürücü bir derinliğe sahip..

Holotropik hallerdeki deneyimler sırasında uzanılan farklı gerçekliklerin  gündelik deneyimlerimizin oldukça ötesine geçen geniş bir yelpazeyi kapsadığı;  genellikle felsefi, metafizik ve ruhsal konularla ilgili su yüzüne çıkan içgörülerden oluştuğu söyleniyor.

Bu sıra dışı deneyim sırasında  varoluşun diğer boyutlarının algılanabildiği sayısız örneklerle karşılaşılıyor; bu boyutlar yoğun ve sarsıcı olabiliyor ancak şuur kaybedilmiyor, deneyim sırasında  gündelik gerçeklikle bağ kopmuyor ve birbirinden çok farklı iki gerçeklik aynı anda yaşanabiliyor..

Bu anlarda ölüm ve doğum deneyimleri tecrübe edilebiliyor;  diğer insanlar, doğa, evren ve Tanrı’yla kendimizi yek vücut hissedebiliyoruz.

Başka enkarnasyonlardan kalma anılarımız canlanabiliyor;  bedensiz varlıklarla tesir alışverişine girebiliyor ve sayısız mitolojik gerçekliği ziyaret edebiliyoruz..

Gündelik  şuurumuzda  tam ve bütün halde olmadığımızı, parçalanmış durumda bulunduğumuzu  ve  kendimizi gerçekte olduğumuzun yalnızca ufak bir kısmı sandığımızı kavrayabiliyoruz..

Gündelik algılarımızla göremediğimiz bu boyutları holotropik çalışmada deneyimledikten sonra, varlık ve gerçeğin doğasıyla ilgili görüşlerimiz bir ölçüde ya da kökten, ama mutlak  bir değişime uğruyor..

Holotropik hallerin herhangi bir neden olmadan ve genellikle insanların iradeleri dışında kendiliğinden ortaya çıkabileceğini de vurguluyor Grof; “modern psikiyatri mistik ve manevi hallerle “psikotik” vakaları ayırmadığı için, bu halleri deneyimleyenlere genellikle hasta teşhisi konur, hastaneye kaldırılır ve ağır ilaç tedavisine maruz bırakılırlar” diye de belirterek..

Grof’a göre bu hallerin çoğu aslında “psikospritüel krizler” ya da ani ruhsal açılımlardır..

Bu tür krizlere  giren insanların gerektiği gibi anlaşılması  ve deneyimli insanlar tarafından desteklenmesi halinde, psikosomatik  iyileşme, manevi açılım, olumlu kişilik dönüşümü ve şuur evrimiyle sonuçlanabilecek durumlar elde edilebileceği belirtiliyor..

Grof ve diğer öncü, geniş görüşlü bilim adamlarının  bahse konu şuur araştırmaları  ve Kozmik Oyun kitabında yer alan  olağanüstü şuur deneyimleri ayrıntılı olarak incelendiğinde, kişisel insan ruhuyla evrenin geri kalanı arasındaki  sınırların kişisel bir yanılsama olduğunu ve olağandışı şuur halleriyle bu sınırların aşılabildiğini işaret eden  muazzam farklı bir gerçeklik ortaya çıkıyor..

Bahse konu deneyimler ve daha niceleri,  gündelik yaşantımızdaki klasik üç boyutlu uzay ve doğrusal zaman   sınırlarının ötesinin var olduğunu,  evrenin yüce bir zeka ürünü ve şuurun da varoluşun temel bir unsuru olabileceğini vurguluyor  ısrarla..

Ama şimdi  sadede gelme zamanı galiba..

“Az yaşa çok yaşa gelecek başa!” demiş büyükler, ne kadar kaçsam da işin en tumturaklı kısmına geldim  galiba!

Midemdeki kelebekleri durdurabilirsem,  henüz dumanı tüten öznel deneyimimi paylaşacağım sizinle..

Bu yazıyı okuyacak kaç kişinin böyle bir deneyim yaşadığını bilmiyorum; bu halleri tecrübe etmemiş birisine  olanı olduğu gibi, bire bir aktarmanın  zorluğunu daha çok yenilerde, eşime ve olayı birlikte deneyimlediğim arkadaşıma anlatırken yaşadığım için,  bir de bunları  yazıya dökebilme krizi  salıyor bu kelebekleri mideme herhalde..

Ama başlıyorum…

Ufak bir grubuz..

Güvenli, huzurlu  bir ortamdayız;  eğitmen çok tecrübeli ve güvenilir..

Heyecanlıyım, biraz da tedirgin..

Bu tip deneyimlerde kontrol mekanizmasını kolay gevşetebilen bir tip olmadığım, herkesin vizyonlar gördüğü yerde bön bön baktığım için , özel bir şeyler yaşayabileceğime dair pek ümidim yok;  belki de “Ya yaşarsam!” diye tırsmaktan bu tedirginlik..

“Holotropik Yolculuk” hakkında bilgilendirildik yeterince..

Çok hızlı ve derin nefes alıp vermek tek sorumluluğumuz…Müzik tamamen bu teknik için düzenlenmiş, çok özel, güzel..Kendimizi akışa bırakacağız, sadece nefese asılacağız..

Sonrası, gelsin pandoranın kutusu!

Duydum zilin sesini ve başlattım tekniği..

Sürecin  başlarında, uzun süre (?)-zaman algısı yok oluyor galiba- sadece nefes alıp verdim, en ufak bir değişim yaşamadan..

“İşte yine bi halt olmayacak!” diye diye  solumaktan bi hal olarak!

Sonra…Bir aradan sonra..Nasıl, niye, ne zaman başladığını hiç  anlamadığım “haller” içinde kendimi şaşkınlıkla izlemeye başladım..

Olan biteni dışarıdan hayretler içerisinde izleyen  bir gözlemci gibi, kişisel bakışımı hiç kaybetmeden tanıklık ediyordum sürece..

Ayak parmaklarımdan başlayıp tepe çakrama kadar yavaş yavaş ilerleyen bir enerji mengenesinin içinden geçirilmeye-geçmeye başladım..

Mengene boğaz çakrama geldiğinde, yoğun bir boğulma duygusu  yaşayarak , “yardım istemeliyim!” korkusu yaşadım..

“Nefese devam et, sonuna kadar bekle!” diyerek süreci devam ettirdim..

Boğazımda ne kadar kaldığını bilmediğim mengene gevşeyerek tepemden sıyrıldı gitti..

Yeniden doğdum..

Rahatlamanın  zirvesini anlatan kelime sözlüğünüzde hangisiyse  buraya onu koyabilirsiniz..

Sonrasında içine girdiğim  hal daha da sürprizli!.

Soluk alıp vermeden yaşayabildiğimi fark ediyorum..

Hem de uzun bir  süre..

Eşlik eden, gözlemleri güvenilir arkadaşım da aynı hale şahitlik ettiğini  belirtti seans  sonunda..

Soluksuz,  büyük bir rahatlık içinde, “aaa, hala nefessiz yaşayabiliyorum!” diyerek,  sevinerek,  bilinçli bir halde yaşadığımdan eminim..

Bu yorumuna girmeyeceğim deneyimi, süreci kendi isteğimle tekrar  başlatarak iki (ya da üç ) kez yaşadım..

Vücüdumun enerji mengenesinden geçmesi, boğulmadan kurtuluş, sonsuz sevinç duygusu, nefessiz de yaşayabilmek..

Aralarda, her şeyin durduğu mutlak sessizlik alanlarında ense yaptım..

Bir çok sembolle karşılaştığım ilginç vadilerden  geçtim..

Bunlar kişiye özel ve eşsiz olduğu; ve de yaşanması muhtemel deneyimlerinizi etkilememesi için ayrıntıya girmeyeceğim.

Ama şurasını  paylaşmalıyım  galiba..

Çok kalabalık  ve  yoğun titreşimli bir varlık alanında,  önemli bir vazifeye sevgiyle hizmet eden coşkulu  bir grubun içinde  her şeye karşı derin bir şefkat duygusuyla dolarak  mutluluktan ağladım..

Anlık bir duygu değildi; kendi kendime, “İşte bu müthiş, sakın unutma!” dediğimi, bunu deneyimledikten sonra  hiçbir şeyin  aynı olamayacağını düşündüğümü  hatırlıyorum..

Uzun süre yattığım ve zaman algım yerine gelmeye başladığı için  kalkmak istediğimde, üç kez hamle yapmama rağmen, ayağa kaldıracak bir beden bulamadım!

Bu bedensiz şuurluluk hali hem hoşuma gitti, hem de şaşkındım..

Şuurun bağımsız bir varlık  olduğunu, bedeni kullandığını ve  esas patronun o olduğunu bir nebze de olsa deneyimlemek ti bu galiba.

Anlatabildiklerim, anlatamadıklarım ve anlatmadıklarımın yaşandığı  süre yaklaşık dört saatı aldı..

Yeryüzü aracım olan bedenin koltuğuna oturup camdan etrafı seyretmeye başladığımda oldukça şaşkındım, yorgundum;  direksiyonu hakkıyla kullanmam biraz zaman aldı..

Yaşanan şeyler olağandışı olduğu için,  tam aktaramadığım  güçlü  hislerin  etkisiyle uzandığım boyutları  “abartabilirim” diye düşündüm.

Filmin orijinal karelerine sadık kalmak, zihnimin meyyal olduğu süsleme sanatından sakınmak  için özel bir gayret göstererek sade bir  bellek kaydı yaptım..

Yolculuktan kendime ve eve döndüğümde , “yaşadıklarını tam olduğu gibi, ham haliyle aklına ve yazıya nakşet, içine hiçbir süslemenin girmesine izin verme” diye tembihte bulundum..

Şimdi, sevgili şuurumun çeyiz sandığına koyduğum halis mulis el emeği göz nuru bu dokumaya gözüm gibi bakıyorum..

Yeryüzünün yatay tesirlerinde merkezi her kaybedişimde sandığı açmaya gidiyorum..

Ama lütfen bunlar aramızda kalsın, olur mu?!

Benzeri ve elbet daha ileri vizyon deneyimlerini ciddi zihinsel rahatsızlık olarak görüp  Aziz Teresa’yı “Psikopatik”, Muhammed’i “Sara’lı”ilan eden;  Buda, İsa,Ramakrişna ve Maharşhi gibi diğer birçok dini ve ruhani lideri, Şamanları epilepsi, psikoz, şizofren ya da isteri yelpazesinde nereye koyacağını bilemeyen batılı bilimciler cenahından  bir psikiyatrın eve ambülans göndermesini istemem!

Bu gönüllü deliliği (!) deneyimlememe sebep olanlara, değerli öğretmenimiz ve yardımcılarına teşekkürü bir borç bilirim..

Jale Eğitim Önder