Yedi sayısı daima beni büyülemiştir; kendi nümerolojik sayımın dokuz olmasına rağmen. Mitolojiyle uğraştıkça yedinin ardına gizlenmiş başkaca şeyler de gördüm: Yedi başlı ejder, yedi cüce, yerin yedi kat altı, yedi katlı cennet, yedi uyurlar…
Ben klasik çakra ayırımından farklı olarak insan bedenini ayaktan başlamak üzere yediye ayırmayı da severim: Ayaklar, bacaklar, gövde, boyun, uzuvlarıyla yüz, alnın ortası ve kafanın tepe noktası. Ayaklar benim için sembolik anlamda topraklandığımız, kök saldığımız uzuvlarımızdır ve tepe noktamız da ruhaniyetimize açılan penceremiz. Bu açıdan bakınca insan hayatı boyunca yerselliği ile gökselliği arasında gidip gelen bir varlıktan başkaca değildir.
Hint Felsefesi de insanı şematize ederken yedi aşamalı göstermiştir. Altta dört katlı kare bir bina, üstte ise üç katlı üçgen bir çatı vardır. Biraz düşününce bu yapı bizim camilerimizin minaresinden veya piramitlerden daha farklı değildir.
Hint felsefesine göre alttaki dört katlı kare yapının en altında fizik beden vardır, ki mineral dünyaya eştir. Yani insanın hareket etmeyen katı yapısı tıpkı doğadaki maden ve mineraller gibi bu kimyasal yapısıdır. İkinci katta fizik beden bulunur, ki bu beden bitki dünyasına denk gelir. Bitkinin yaşamı var olmasına olanak veren rutin ve kendiliğinden hareketlerle gerçekleşir, insanda ise bu nefes, kalp atışı gibi refleks hareketlere eştir. Üçüncü katta hayvana denk gelen duygu dünyası vardır, ki insanın fenomenlerini oluşturur ve duygular arası salınım gerçekleşir. Dördüncü kat insanın kendine ait olan somut düşünce katıdır, ki sınırlı akıl olarak kendisini gösterir; sınırlı olan ise bütünü idrak edemediğinden bencildir.
Ataletti fizik bedenin hareketi,
Ritimli olan enerjitik bedendi.
Duygular fenomenlerini yaratırken insanın,
Somut düşüncesi, kendini sınırlayandı!
“İlk dört katın sonuna kadar” diyor Hint Felsefesi “insan, kama manas’tır” yani erdemli, ilkeleriyle yaşayan, içindeki tanrısallığa dokunabilmiş değildir.
Tıpkı Şerefe’ye ulaşmak için döne döne merdivenleri çıkması gibi insanın, kama manas’ta da öyle yükselir insan. Yukarıdaki üç katlı üçgene çıkmak lakin, zordur; çünkü arada tıpkı Şerefe gibi sembolik bir boşluk vardır. O Boşluk’ta insan aşağıya çekilmekle yukarıya yükselmek arasında debelenir durur.
“Ah, at okunu Arjuna, akrabalarına!”
İnsan kendisiymiş sandığı kama manas’ı; yani tüm alışkanlıklarını, kendisine ailesi, akrabası gibi yapışmış başkalarının yarattığı kendisinin farkına varmadıkça, bu kendinden kurtulamadıkça der Hint felsefesi, insan manas yani Kamil olamaz. İlk dörtlüde kalmış insan toplumun aynasıdır; toplum neyi talep veya dikte ediyorsa, odur ama kendisi değildir. Ünlü esoterik Hint öyküsü Bagavatgita insanın alt dörtlü ile üst üçlü arasındaki savaşını anlatır. Arjuna, alt ile üst arasında okunu atan kişi rolündedir. Aynı öykü der ki, aşağıdaki dört kat kişilik, üstteki üç kat süvari gibidir; birey olan; yani manas, at gibi olan kişiliğin; yani Kama Manas’ın üzerinde ilerlerken, süvari gibi ona hükmeder. Eğer birey; yani manas, olamamış ve kama manas kalmışsa insan, at onu nereye isterse oraya götürür…
“Ah, at okunu akrabalarına ki, hafifle seni dünyevi olana bağlayandan, yüksel göksel olan Sen’e ve içindeki Tanrısal öze…”
Eğer Arjuna oku yukarıya atmışsa, insan Şerefe’nin üstüne yani üç katlı üçgene çıkmaya başlar. Bu üç katlı üçgenin ilk katında saf zihin vardır ki, buna Hint felsefesi kahramanın zihni der. Burada erdemlere; yani zamanla değişmeyen ilkelere sahip manas vardır. Bu kişi adaletlidir, dürüsttür, cömerttir, topluma ne verebilirim sorusuyla hareket eder, sabırlıdır, hoşgörülüdür, mütevazidir. Üçgenin ikinci katı sezgisel zihindir ki, buna dehaların zihni de denir. Burası ilhamlar alan ve bunu içinde bulunduğu toplumla paylaşan insana denk gelir. En tepeye Hint Felsefesi saf irade der ki, bu insanın içindeki tanrısallığın makamıdır.
İlk dört kat arzu zihindir ki, insanı kısıtlı hesaplamalar, beklentiler ve duygulara arasında sallar durur. Son üst kat saf zihindir ki, bu zihinle yapılan her şey evrensel olanla uyumlu ve karşılıksızlık içinde bireyi özgürleştiren eylemlerdir.
Ah! At Okunu Akrabalara Dost’um…
Ancak o zaman başkalarının yarattığı senden, özündeki tanrısallığa ulaşmış Kamil olacaksın; minarenin tam tepesinde; her şeyi alan ve veren öylesi gökseli yersele taşıyan bir ayna…