TDK Sözlüğü “zihin” sözcüğünün karşılığında ilk olarak “canlının duygu ve davranışlar dışındaki ruhsal süreç ve etkinliklerinin bütünü, an” açıklamasını verir. İkinci açıklamada ise “yaşantıları, öğrenilen konuları, bunların geçmişle bağlantılarını bilinçli (farkında) olarak saklama gücü, bellek” olduğunu söyler.

 

Yaşarken, günlük olağan etkinliklerimizi sürdürürken, nefes alırken, düşünürken… zihnimiz hep oradadır ve sürekli bize bir şeyler fısıldamaktadır.

Birinci açıklamadaki “duygu ve davranışlar dışındaki” bölümü, bugünkü konumuz açısından çok önemli bir yer tutmakta.

Duygular aslında düşünceleri izlerler. Karşımızdaki varlık hakkında her hangi bir duygumuz olması için önce onu tanımak isteriz. Onun için “iyi/kötü, akıllı/aptal, güzel/çirkin” gibi belli yargılara varmadan önce, onu sevip sevmediğimizi pek bilmeyiz. İlk bakışta bir insan için görüş bildirmemiz istense, en fazla “hoşlandım/hoşlanmadım” demeyi beceririz.

Söz konusu kişi hakkında gerçekten bir duyguya sahip olabilmemiz, ancak onu tanıdığımıza inandıktan sonra olasılık kazanır. Oysa hoşlanmak/hoşlanmamak sadece bir sezgi sonucudur. Duruşu, bakışı, her hangi bir jest veya mimiği, belli belirsiz bir sezginin harekete geçmesine sebep olur. Bu sezgi sonucunda ya ona kısa zamanda yakınlaşır ve tanımaya çabalarız, ya da kendimizi ondan uzak tutmaya özen gösteririz.

Hoşlanmamışsak biraz da ürkeriz o kişiden. Bize bir zarar verip vermeyeceğini düşünmeye başlarız. Yani duygularımızdan önce düşüncelerimize danışırız. Bu sürecin başlamasından itibaren kendimize sezgilere kapatırız. Düşüncelerimize danışmamızı gerektiren asıl unsurun “sezgi” olduğunu unutmuşuzdur çoktan.

Sezgi, ruhumuzun derinliklerinden gelen, günlük yaşantımızda hiç de ayrımında olmadığımız, çoğunlukla farkında bile olmadan sesini kıstığımız yanımızdır. O, kolektif bilinçaltına bağlanan, oradaki bilgiyi bize aktaran, hata payımızı en aza indirgeyen bölümümüzdür. O görünmez, elle tutulmaz. O sadece vardır ve oradadır. Biz ona kulak vermedikçe kendini belli etmez. Sanki gün ışığından rahatsız olmaktadır. Saklanır. Sadece ve sadece biz ona kulak verdiğimizde fikrini belirten ve asla darılmayan sadık bir arkadaş gibidir.

Oysa zihin hiç de böyle değildir. O sürekli olarak anımsanmak, hatırı sorulup ilgilenilmek isteyen, danışılmadığında bunu kişisel algılayıp darılan bir arkadaş gibidir. Hep ön planda olmak ister. Hal böyle olunca sürekli olarak çalışmak zorundadır. Dur durak bilmez. Bizim içimizde bir parça olmasına karşın, uyurken bile bizi rahat bırakmaz. Hiç durmadan endişe, korku üretir. Bizim diğerleriyle bir arada olup onunla ilgilenmeyeceğimizden korkar adeta. Tam bir dinginlik yakalar ve zihni bir an için bırakırız ki, o alttan bir tekme atar ve hooooppppp işte yine gelmiş karşımızda oturmuştur. O korkutur bizi. O sevgimizi yaşamamıza engel olur. O vermek istediklerimiz için karşılık almamızı önerir. O karşımızdan bize yönelen her yaklaşımın altına bakmamızı, çıkar çatışmasına girip asıl olanı unutmamızı ister.

Gerçekte, zihin doğru biçimde kullanıldığında eşi benzeri olmayan bir araçtan başka hiçbir şey değildir. Atacağımız adımların sağlıklı ve hatasız olmasını sağlaması için oradadır. Sağlıklı düşünelim diye vardır. Ama dedik ya o bencildir. Biz onu kullanalım diye orada olduğunu bilse bile, kullanılmaktan hiç hoşlanmaz. O bizi ele geçirir ve kullanır. Biz ne denli onu kullandığımız zannedersek de, aslında onu hiç kullanmayız. O daima bizi kullanır ve biz bunun farkına bile varamadan ömrümüzü tüketebiliriz. 

Konsantrasyon yetersizliği, zihnin bu susturulması zor egosunun doğal bir sonucudur. Diyelim ki yeni bir proje üzerinde çalışıyorsunuz. Karnınız tok. Yeterince iyi uyudunuz. Kendinize derin bir sessizlik ortamı yarattınız. Tüm dikkatinizi yaptığınız işe yönelttiniz. Dedim ya! Yeni bir proje. Zihin sadece kendisiyle değil, sağduyunuz ve sezgilerinizi de bu işe kattığınızı ayrımsarsa –ki çoğunlukla bunu başarır- hemen size kendini daha önemli bir parçanız olduğuna inandıracak bir oyuna başvurur. “Ya bu söylediklerine inanmazlarsa” der örneğin. Bir anda kafanız karışır. İçiniz allak bullak olur. Endişe tohumu patlar ve kısa bir sürede filiz sürmeye başlar. Kendinize ve işinize olan güveniniz, kendi öz parçanız tarafından sarsılmıştır. Zihniniz sizin “başarısız” olmanız olasılığını size anımsatıvermiştir birkaç saniye içinde.

Dikkatinizi toplamak zorlaşmaya başlar. Onu geri toplamak için zihninize gereksinme duyarsınız. Tüm dikkatinizi ona yöneltir, düşüncelerinizi hata payından ayırmaya gayret edersiniz. Zihnin istediği olmuştur. O sağduyunuzun ve sezgilerinizin üzerine çıkmış ve sizi yeniden ele geçirmiştir. Endişe unsuruna olan gereksinme ortadan kalktığına göre, dikkatinizi dağıtmak ve benliğinizi zihne bağlı tutabilmek için yeni bir taktik gerekir. “Yok sen merak etme, sen en iyisini yapacaksın. O kadar başarılı olacaksın ki, herkes senin adından söz edecek” diye devam eder süreç. Bu sefer de tatlı hayallere dalmış ve yine dikkatinizi işinizden ayırmışsınızdır. Yine sadece zihin çalışmaktadır. Sezgi ve sağduyu iyice arka plana atılmıştır.

Bu oyun böyle sürer gider. Sizden bir parça olan zihin, tıpkı orduyu ele geçirip diktatörlük ilan eden isyankar bir subay gibi, varlığınızın diğer kalan kısmını ele geçirmiş ve hepsine hükmetmektedir. Siz bu adımdan sonra aldığınız tüm kararların size ait olduğunu sanırsınız. Oysa onlar size değil, küçük bir parçanız olan zihninize aittirler. Zihniniz siz ele geçirmiştir. Yeniden özgürlüğü ele almanız olasıdır. Bunu başarmak için, kendinizin sadece düşünen olmadığınızı idrak etmeniz gereklidir. Siz düşünen, hisseden ve sezen bir varlıksınız. Çalışırken, sevişirken, söyleşirken çelişmemek, ancak bu üç olguyu birleştirmekle olasılık kazanır.

Özgürlüğe giden adımları:

  • Sezgilere (karın bölgesi) kendini açmak;

  • Duygulara (kalp bölgesi) kulak vermek;

  • Düşüncelere izin vermek;

şeklinde özetleyebiliriz.

Bunu başarmak için bazı alıştırmalar yapabilirsiniz. Her yeni karardan önce aşağıdaki çalışmayı yapabilirsiniz.

  • Dikkatinizi düşüncelerinize verin. Atacağınız adım, alacağınız kararlar hakkında endişelerinizi, korkularınızı, olumlu ve destekleyici olan düşüncelerinizi bir bir not edin.

  • Benim en içimde nasıl bir duygu var? Dikkatinizi karın bölgenize verin. Orada ne olduğunu hissetmeye çalışın. Burkulma, kasılma, soğuma gibi hisler, sezgilerinizin çok da sizi desteklemediğini gösterecektir. Genişleme, ısınma, ferahlama gibi hisler, bu yolun sizin derinlikleriniz tarafından da uygun görüldüğü anlamını taşır.

  • Ben bu konuda ne hissediyorum? Dikkatinizi kalp bölgenize verin. Daralma, sıkışma, soğuma, ince bir sızı ya da her hangi bir olumlu olmayan his, duygularınızın atacağınız adımı pek de onaylamadığını anlatacaktır. Kalp bölgenizde bir sevinç, huzur, mutluluk, ısınma, genişleme, ferahlama gibi olumlu duygular, kalbinizin atacağınız adımı desteklediğini göstereceklerdir.

  • Ben bu konuda ne düşünüyorum? Dikkatinizi tekrar düşüncelerinize yoğunlaştırın. Önceki iki çalışmada olumlu duygularla karşılaştıysanız, emin olun, ilk yazdığınız endişe ve korkuların büyük bir bölümünün ortadan kalktığını göreceksiniz. Yok duygularınız pek de içaçıcı değildilerse, endişe ve korkularınızda belirgin bir artış gözlemleyeceksiniz.

Hepsini birleştirin ve yeniden değerlendirin durumu. Bütün bu sürecin sonunda alacağınız kararlar kesinlikle sizin en yüksek hayrınıza olacaktır.

İlk zamanlarda bu alıştırmalar uzun bir zamanınızı alacaktır. Bencil zihin size engel olmanın bin türlü yolunu bulup, bir bir karşınıza dikecektir o aşılmaz sanılan duvarları. Sabır ve azimle devam edin yolunuza. Siz içinize baktıkça orada küçük ışık parçacıkları oluşmaya başlayacak. Giderek büyüyen ve gelişen ışık parçacıkları. Tıpkı sevgi ve ilgi verdikçe, gelişip büyüyen bir çocuk gibidir onlar. Bir gün bir anda içiniz tamamen aydınlandığında, bütün olacaksınız. Bütün ve tamam.

Zeynep Alan Sevil Güven