Hani hep sorulurdu ya bizlere, taa çocukluktan beri “Boş zamanlarında ne yapmayı seversin?” diye, sonra hemen klasik yanıtları diziverirdik: “Kitap okumak, müzik dinlemek, sinemaya gitmek, gezmek vs.” Ben çocukken hem kitap okurdum, ama sonrasında deli gibi de bilgisayar oynardım. Bu bilgisayar konusuna geri döneceğim bir parantez açmak istiyorum: Boş zamanlarınızda ne yaparsınız sorusu aslında sistemin çok puştça bir oyunu. Yani senin insan olarak bir “dolu” zamanın var ki bu çocukken okula, büyüyünce işe gitmek gibi; bir de “boş” zamanların var ki “boş” işlerle uğraşabilesin. Yani aslında kitap okumak, müzik dinlemek, seyahat etmek vb. etkinlikler “boş”. Bunlar gayet güzel bize çocuktan itibaren çakılıyor mis gibi. Bu yüzden de siz ileride alışılmışın dışında bir iş, bir proje yapmaya çalıştığınızda da karşınıza hemen “yap yine, ama hobi olarak yap” lafı çıkıyor. Çünkü sistemin dışındaki her şey “boş”. Sen sistemin bir dişlisi değilsen, boş gezenin boş kalfasısın…

Aha ben bunca şey yapıyorum, daha üç gün önce babam diyor ki “Bir daha iş fırsatı çıkarsa karşına kaçırma maaşı ne olursa olsun…” Yani o kadar yazmışsın, çizmişsin, etmişsin bunlar iş değil. Sabah 8’de git mesaine, akşam 6’da dön bak mis gibi işin “gücün” var. Yoksa işsiz ve güçsüzsün. Bizim DNA’larımıza kodlanan bu… Bu yüzden milyonlarca insan, hiç sevmedikleri işlere her sabah kalkıp gidiyor ve emeklilik yolunu gözleyip, emekli olduktan sonra da boşluğa düşüp hepten ölüp gidiyor. Ölümden korkarak yaşıyorlar, ama aslında hiç yaşamıyorlar ki… Bir çocuk dünyaya gelirken, anne babası onu heyecanla bekliyor, gözünün bebeği yapıyor; ama aslında kapitalist sistemin üretim bandına yerleştiriyor bir yandan da çocuğu… İlkokul, orta, lise, üniversite, asker, iş, nişan, düğün, birinci çocuk, ikinci çocuk, ev, araba, yazlık, terfi, emeklilik, deniz kenarında yazlık, gelin, damat, torun, ölüm. Alın size 25 kelimede yüzmilyonlarca insanın hayatının özeti. Aslında hemen hepimizin hayatının özeti…

Boş zamanlarda “boş” işlerle ilgilenmenin aslında bir de öbür yüzü var bunu da yeni yeni fark ediyorum. Mesela ben kitap okumayı çok sevdim, bilgisayar oyunları oynamayı da.. Eyvallah. Birçok faydalarını da gördüm. Sonra büyüdük, şimdi elimde android telefonum var ve Facebook senin, Instagram benim dolanıyom. Bol bol okuyorum, ediyorum falan, ama gelin görün ki bunu niye yaptığım benim için çok acıtıcı oldu. Benim aslında hiç “boş” zamanım olmadı, en olduğunda bile bir dizi izledim veya film veya arkadaşımı aradım telefonla konuştum… Çünkü kaçıyordum hep, kendimle kalmaktan kaçıyordum. Kendi başıma olmaktan korkuyordum. Bunun içinde sürekli olarak kendimi bir şeylerle oyalama ihtiyacı içindeydim. Çünkü dikkatimi hiçbir şey dağıtmadığında zihnim bu sefer bana dönüyordu ve kendi kendime saldırıyordum: Onu niye yaptın, bunu niye yaptın, keşke o öyle olmasaydı, peki ya gelecekte de böyle olursa, zaten sen ne işe yararsın ki, bir bok olmaz oğlum senden…

Zamanında bir arkadaşım bana bilinçaltı çalışmaları yaparken içeride kendine fena halde işkence eden Hasan görüntüleri yakalamıştı. Elde kırbaç, sevecen Hasan’ı döven vahşi bir Hasan. İşte dozajı daha hafiflemiş olsa da bunu yapmaya devam ediyorum ben ve bundan kaçmanın yolu da kendini sürekli meşgul etmek… Gerçi çok şükür bunun farkına vardığımdan beri bir nebze olsun, kendimi dinginleşmeye bırakmaya başlayabildim ama o kadar da alıştırmışım ki bünyeyi sürekli meşgul etmeye, oturup kendimi dinlemeye zorlanıyorum. Yine fark ettiğim bir şey de şu ki o işkenceyi bana yapan, zihnim. Gerçekten dinginleşebildiğim anlarda aslında işkenceci değil, derin bir Hasan ortaya çıkıyor. Aslında itiraf edeyim ki bugüne kadar yapabildiğim her şeyi, zihnimin susabildiği anlarda gerçekleştirebildim. O yazılar, projeler, fikirler hep en sakin olabildiğim anlarda, genelde de duşun altındayken aklıma geldiler. Canım ruhum, kendini ilham olarak ifade edebilmek için günde iki kere duş vaktini bekleyip durdu. Sürekli çalışan bir Hasan zihni bile, günde iki kere duş sayesinde ilham alabilir ile götürdüm durdum bu hayatı… Esasında geçen 39 seneye bakıyorum da çok oyalamış ve ziyan etmişim nice güzel zamanı… Dilerim bundan sonrası için sınırsız olmayan bu vakti ziyan etmemeyi başarabilir de ruhumun fısıltılarını, yüksek sesler halinde dünyaya yansıtabilirim. Çünkü şunu biliyorum ki, zihin susunca ruh konuşmaya başlar…

Yeterince konuştum, şimdi susmanın vakti…

Hasan 'Sonsuz' Çeliktaş

18 Kasım 1976'da Mersin'de doğdu. Toros Koleji'ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'ne girdi. Fakültesini çok sevdiğinden mezuniyeti sonrasında oradan ayrılamadı ve asistan kadrosunda eğitim hayatına devam etti. 2005'te ise İzmir'e yerleşti. 2001 yılında "Sonsuzlukotesi" mail grubunu kurmasıyla başlayan yazarlık hayatı, önce 2002'de sonsuzlukotesi.com'u, daha sonra da 2004'de derKi.com'u kurmasıyla devam etti. Bir yandan da Cosmopolitan, Esquire, Yeni Aktüel, Zodiac, Akşam Brunch gibi dergilerde ve Akşam Gazetesi'nde serbest yazar olarak yazıları yayınlandı. 2011'de ise Anadolu topraklarından doğup Amazon.com'da yayınlanan ilk Türk Spiritüel dergisi "The Wise"ı oluşturdu. Halen yazmaya devam ediyor. Duru Sonsuz ile Özün Dünya'nın babası sıfatıyla onlara rehberlik yapmaya çalışıyor...