Kimileri yogayı bir tür kültürfizik olarak görür, çoğu kez stretching (germe-esneme) ile karıştırılır; bazılarıysa sadece asâna’ları yoga sanırlar. Haksız da sayılmazlar. Çünkü asânalar, yoganın en gözegörünür tarafı olagelmiştir.

Hekimler bazı sağlık sorunlarının giderilmesinde bir tür destek etkinliği olarak hastalarına yoganın birkaç temel başlangıç hareketini önerirler. Kasların, kemiklerin ve eklemlerin dayanıklılık ve esneklik kazanmasını sağladığı için salt belirli asânaları önerenler de vardır.

Cimnastik ve bale eğitimleri sırasında; ameliyat sonrası nekahat dönemlerinde; lenf sistemi iyileştirme ve düzenlemelerinden, artrite karşı önlem ve sağaltım aracı olmaya; hattâ endokrin salgı bezlerinin çalışması üzerindeki olumlu etkilerine kadar pek çok konuda yoganın yararları üzerinde durulmaktadır.

Bütün bunlara ilaveten “kalp yogası”, hattâ “yüz yogası” gibi söylemleri de son zamanlarda fazlasıyla duymaya başladık. Kısacası yoganın sayılamayacak kadar çok yararından söz edilebilir; üstelik bunların tümü de bilimsel olarak kanıtlanmış gerçeklerdir… Yoga İle Sağlık, Yoga İle Gevşeyin… Zinde Kalın, hattâ Gençleşin… türünden kitaplar çeşitlenerek rafları doldurmaya devam ediyor; ancak bunların hiç birisi bizim anladığımız anlamda yoga olmadığı gibi, yoganın temel felsefesine ve asıl amacına yoğunlaşmadıkça elde edilecek yararlar sadece maddî ya da fiziksel olmaktan öteye gidemeyecektir. Oysa yoganın, temel felsefesi ile birlikte uygulandığında yukarıda sayılan veya sayılmayan daha pek çok göze görünür yararlarla birlikte fiziksel beden ve yaşamdan başka ruhsal, astral, eterik ve kozmik bakımdan, yeni başlayanların hiçbir biçimde tahmin dahi edemeyeceği daha pek çok olumlu etkileri ve yararları olacaktır. Üstelik bütün bunlar, biraz zekâ, ama daha çok duyarlılık ve yaratıcılıkla sizdeki potansiyelin değerlendirilmesi sonucunda elde edilebilecektir. Yeter ki zihninize yer etmiş o yılların kirini tozunu silkeleyip atmayı başarın.

Özellikle de yoganın ileri aşamalarında, meditasyon ile birlikte ulaşılacak merhaleler sayesinde önünüzde bambaşka bir dünyanın kapıları açılacaktır. Bir insanın hayatta deneyimleyebileceği en güzel şey meditasyondur.

Geçenlerde meditasyonu hiç bilmeyen bir tanıdığım biraz da kinayeli bir biçimde sordu;“Üstad, bu meditasyon dediğiniz şeyin uyuşturucudan ne farkı var? Bana ikisi de aynı şeymiş ve bağımlılık yaparmış gibi geliyor da…”Yanıtım basitti:“Hayattan hoşnut olmadığın için uyuşturucu kullanırsın. Uyuşturucu aldığında, onun etkisiyle belki kısa bir süre her şeyi çok güzel görebilirsin, ama etkisinden çıkınca hayat eskisinden de berbat görünür. Üstelik bir süre sonra da dozu yetersiz kalır, fazlasını istersin, tahribat giderek artar; buraya kadar tamam mı?”.“Evet, tamam” dedi.“Bak şimdi” dedim, “Meditasyona ancak çok daha olumlu bir ortamda başlar, ilerledikçe daha da özgür ve farkında olur; bu olumluluğu hisseder ve üstelik yansıtırsın. Hiçbir tahribat yapmadığı gibi, kişiliğini ve bilincini de doğal bir biçimde korur; meditasyondan çıkınca yaşamın daha da güzelleşir, anlam kazanır.”… “Anladım” dedi ama, gerçekte anlamadığı her halinden belliydi; hem zaten bilmeden anlaması mümkün olamazdı ki…

‘Namaz kılmak varken neden yogayla uğraşalım’ diyenlerle de çok karşılaştım. Aslında bunu sorarken bile gizlemeye çalıştıkları, inançlarının temelinde bulunan ve ölesiye yaşadıkları o gizli korku ve derinden derine hissettikleri müthiş şüphe gözlerinden okunuyordu. Ne kadar yazık… Neyse, kısacası dostlar, işimiz hiç de kolay değil.

Öğretmenlerimden Sogyal Rinpoche şöyle diyor: “Nasıl meditasyon yapılacağını öğrenmek bu yaşam süreniz boyunca kendinize verebileceğiniz en büyük armağandır. Çünkü sadece meditasyon yoluyla gerçek doğanızı keşfetme yolculuğuna girişebilirsiniz… Meditasyon aydınlanmaya giden yoldur… meditasyon zihni eve getirmektir… Büyük Doğal Sükûnet içinde rahatlayın…” Meditasyonu gündelik yaşamda kullandığımız sözcüklerle anlatmak ve açıklamaya çalışmak gerçekten de hayli zordur. Yaşanır, ama kolay anlatılamaz…Bir gün büyük usta Jamyang Khyentse Rinpoche’ye nasıl meditasyon yapılması gerektiğini sorduklarında şu çok yalın, şaşırtıcı, ama eşi bulunmaz yanıtı almışlar:“Bak, yapman gereken şey şu: Bir önceki düşüncen geçmişte kaldığında ve bir sonraki düşüncen henüz doğmamışken, tam o arada bir açıklık yok mu; işte o süreyi uzatmalısın. O, meditasyondur.” Yoga programlarınızda, izlediğiniz yönteme göre, herhangi bir aşamada zaten meditasyona merhaba diyeceksiniz. Esasen bu bir gereklilik, hattâ zorunluluk olup, yapılamazsa ne içsel dünyanızı keşfedebilir, ne de fiziksel dünyayı doğru bir bakış ve doğru görüşle algılayabilirsiniz. Çünkü meditasyon yapmak, tam olarak yaşamak ve yaşadığının farkında olmak demektir. O yogayı bütünleyen bir yolculuktur ve bu yolculuğun da başlıca amacı kendinizi bulmak, kendinizle tanışmak, kendiniz olmaktır. Ama unutulmaması gereken gerçek şudur: Daha kapsamlı ve geniş bir bilinçlilik durumu demek olan meditasyon, hiç kimsede gerçekte olmayan bir şeyi ortaya çıkaramaz; aksine, zaten varolan bir yere ve orada birşeye ulaşılmasını sağlar. Ama bu konuda aslâ acele edilmemelidir. Doğru zamanı ve sizin için doğru olan tekniği en iyi şekilde öğretmenleriniz ve ustalarınız belirleyecektir. İlkokul ikinci sınıf öğrencisine yedinci sınıfın dersini veremez, konularını da anlatamazsınız. Farkındalığın kaynağı hepimizin derinliklerindedir ve öğretmenin görevi, hiçbir koşulda belli bir inancı kabul ettirmeye çalışmak değil, öğrencilerin bunu kendi içlerinde bulmalarını sağlamaktır.

Hepimizin bildiği gibi öğretmenlik zor ama önemli, bir o kadar da hassas bir iştir. Ustalarımdan birisi şöyle sesleniyordu:“Kendinin farkında olmayan bir öğretmen, öğretmen olamaz. Henüz kendi ulaşamamış olduğu bir şeyi başkalarına öğretemez. – Osho –“Ustam çok haklıydı. O yolu gösteriyordur, ama kendisi o yolun neresindedir, ya da ne kadarını yürümüştür ki?…
Bir başka büyük usta Jiddhu Krishnamurti ise şöyle söylüyor:Yaşamak öğretmekten önce gelir… Düşünme sürecini bilmeden meditasyon yapmak, bir hayâl, bir yanılgı yaratmaktır ve hiçbir gerçekliği yoktur… Düşünmek, belleğin bir yanıtıdır. Düşüncelerse sözcüklerin, simgelerin, fikirlerin kölesi olur. Buradaki ince farkları ve onlara eşlik eden duyguları doğru görmek gerekir… Meditasyon bütün bunlardan, yani düşünceden ve zihinden kurtulmaktır.” Bu kadar güzel anlatılabilirdi. Hocam burada düşünmenin doğasını anlatıyordu, peki ya bir de duyguların doğasına dalarsak işte o vakit işin içinden hiç çıkamayabiliriz.

Konuşmalarımda sıkça değindiğim bir husus da şudur: Yoga kişiye, kendi üzerinde, henüz içebakışa yönelmeden de kendiliğinden analitik çalışma yapabilme becerisi ve alışkanlığı kazandırır. Bunun ardından zihnin analizi ve gözlenmesi kolaylaşacak ve becerinin yeteneğe dönüşmekte olduğu görülecektir. Çünkü artık bir kez yola girdikten sonra kendi kendimizle, eskisiyle kıyaslanamayacak kadar çok iletişim içinde oluruz. Kendi kendini analiz doğru ve gerçekçi bir iletişimin anahtarıdır. Buradaki kritik nokta kendi kendimizi analiz ederken ne kadar nesnel ve tarafsız; yani gerçek anlamda ne denli iyi bir gözlemci olabileceğimizdir. Aksi halde o, gerçek “kendini bilme” olmayacaktır. Örneğin daha ilk aşamada fiziksel bedenimizi tanımaya nefesin işlevini, gücünü ve etkilerini algılamakla başlarız.

Bu aşamada en çok ihtiyaç duyacağımız şeyler cesaret ve sabırdır.

Yoganın oldukça özgün bir yönü de herhangi bir din ya da inançla ilişkili olmasının gerekmemesidir. Her tür inanç sahipleri de, inançsızlar da bir arada, insan zihnine bu tür sonradan yerleştirilmiş yükleri ve sanal ayrımcılık engellerini sorgulamaksızın yoga yapabilirler; sonra da herkes kendi yoluna gidebilir. Çünkü yogada koşullanma olmadığı gibi kendi inancını üstün görme kaygısı da yoktur. Aksine her tür koşullanmanın ötesine geçilmedikçe gerçek yogaya da ulaşılamaz. Çünkü yoga evrenseldir; bir bakıma varoluşu ve sonsuzluğu selamlamaktır. O yüzdendir ki size belli bir dinsel inancın (son zamanlarda hindu esaslı yogacılık yaygınlaştırılmak istenmektedir) empoze edilmeye çalışıldığı sözde yoga mekânlarından uzak durmanızı öneririm. Dinsel-inançsal koşullanma ile gerçek yoga bir arada olamaz.

Sonuç olarak, yoga ile daha bilinçli ve duyarlı bir yaşama yöneldiğinizi kısa zamanda farkedeceksiniz. Hiçbir inancı nedensiz olarak kötülemek doğru değildir. Ama dediğimiz gibi yoga evrenseldir; inanç boyutu ise özneldir ve o konudaki tercihiniz tamamen size kalmıştır. Aksine inançsal özgürlüğünüzü de en iyi yoga mekânlarında yaşayabilir; pekalâ bir budist, hindu, islam, hristiyan, musevi ya da zen izdeşi olarak bu çabanızı sürdürebilirsiniz.

****
Hint – İslam kültürü içinde filizlenen, son dönemin büyük sufîlerinden Hazret İnayet Han yoga konusunda bakınız neler söylüyor:

“…sıkıntılarımız, hayal kırıklıklarımız, zaaflarımız ve beğenmediğimiz yanlarımız aslında kendi gerçek benliğimizi yeterince kavrayamamış olmamızdan kaynaklanıyor. Biz yalnızca sahte benliğimizin bilincindeyiz, gerçek benliğimizin değil. Yapılması gereken gerçek benliğimizi ortaya çıkarmaktır… Tüm yoga uygulamaları, onların meditasyon ve zihinsel yoğunlaşmaları işte bu gerçek benliği ortaya çıkarmak içindir.”Şimdi soruyorum; bu söylemin Gautama Buda’nın, Dalai Lama’nın söylemlerinden ne farkı var? Hattâ Yûnus, Mevlânâ, Ferideddîn-i Attâr, Hallâc-ı Mansûr bundan farklı şeyler mi söylemiştir? Yani hangi toplumun içinden çıkıldığının bir önemi yoktur… İslamda meditasyon mu vardır? Nitekim islam şeriatı, sufîlere, mistiklere hep soğuk bakmış; onları sürekli dışlamış, hattâ onlara zulmetmiştir.
Hep söyledik, öğrencilerime, dostlarıma da böyle anlattım; doğal dindarlık işte budur: Sevgi içinde farkındalık…
Bir sufînin de gerçek yogacının da organize dinler tarafından kirletilmiş sözde kutsal kavramlarla işi olamaz. Çünkü o hayatı özgürce, sevgi ve merhametle, olgunlukla ve en önemlisi farkındalıkla yaşar.

Sevgili dostlar, gerçek bir yogacı hiçbir zaman sahte gurulara gereksinim duymaz; çünkü onun ışığı kendindedir.
Oysa ki son zamanlarda yine o çoktan modası geçmiş, çağdışı, akıldışı guruların ortalıkta boy gösterdiğini görüyoruz… Bilmem hâlâ ücreti karşılığında ‘mantra’ satanlar da var mıdır? İnternette biraz dolaşırsanız çoğu hindu kökenli bu tür sahtekârların ya da onların sözde müritlerinin ülkemizi mesken edindiklerini üzülerek görürsünüz. Gerçek yogacıların bir görevi de bu tür istismarcı asalaklarla kararlılıkla mücadele etmek olmalıdır. Vaktiyle büyük medeniyetlerin ve her türden özgür düşüncenin beşiği olmuş koskoca Hindistan’ı mahveden hinduizm yobazlığı maalesef ülkemize de sıçramıştır.

Transandantal Meditasyoncular, Hare Krişnacılar, Sahaja Yogacılar… bunların tümü arayışlar esnasında zihin bulanıklığı ve bilinç noksanlığı nedeniyle ulaşılmış olan yanlış kapılardır. Fırtınalı bir denizde iken, yaşama özgürce bakılabilecek sakin bir liman sanılarak sığınılan bu koylar çok ‘sığ’dırlar ve gerçekte oralarda, bir hapishaneden kaçmışken başka tür bir hapishaneye düşmüş ve zihninizi sadece başka bir esarete mahkûm etmiş olursunuz; hepsi o kadardır. Bunlardan bazıları sapkınlıklarını o kadar ileriye götürmüşler ki yayınlarında ve derslerinde (!), büyük yogilerin, gelişme aşamalarına göre insanüstü güçlere sahip olabildiklerini; örneğin “kendilerini görünmez yapabildikleri”, “yıldızlara ve güneşe dokunabildikleri”, hattâ en ileri aşamada “bir ölüyü bile diriltebildikleri” savını hiç sıkılmadan öne sürebilmişlerdir. Çok sayıda yandaş bulabilen bu merkezlerde çalışanlar örneğin levitasyonu (yerçekimini yenerek fiziksel bedenin yerden yükselmesi) başardıklarını basın ve yayın organlarında uluorta anlatabilmektedirler.

Sufîliğin karşısındaki sofuluğun ve softalığın; mistikliğin karşısındaki miskinliğin; özgür bilinç karşısında yobazlığın ne olduğunu bu sefil insanların yaşantısına ve amaçlarına bakarak kolaylıkla görebilirsiniz. Ne yaparsanız yapınız, ama bu çıkarcılara ve istismarcılara aslâ itibar etmeyiniz… Çıkış noktamız onlarla benzerlik gösterebilirse de bu yanıltıcıdır. Önemli olan amaçlardaki farklılıktır… Çok önemli bir kriter de şudur: Her kim size bu dünyadan el-etek çekmenizi ve toplumsal yaşamdan soyutlanmanızı telkin ediyorsa ondan hızla uzaklaşın…

Bu tür dinler zaten ölüdür. Çünkü organize olmuşlardır; üstelik insanlığın tüm geçmişinde olduğu gibi bugün de despot yönetimlerle ve onların politikacılarıyla yakın işbirliği ve çıkar ilişkisi içindedirler. Tümünün ortak yönü, ölesiye korkulan, kişileştirilmiş sanal varlığa ya da varlıklara, insan onurunu yokedercesine ebedî kulluk-köleliğe dayanan karşılıklı çıkar üzerine temellendirilmiş olmalarıdır… Doğal dindarlık ise sevgi temeline dayalı olarak, varoluşa karşılıksız minnettarlıktır.

Onların duaları bile hep bu gönüllü köleliğe karşılık olarak birşeyler talep etmektir. Çoğunun anlamı da özünde şöyledir: “Tanrım ne olur, iki kere iki benim için, bu seferlik dört etmesin”, ya da “Beni, ailemi, çocuğumu, filancanın ve tüm diğerlerinin önüne geçir; bizleri üstün tut; haketsek de etmesek de torpilini esirgeme üzerimizden.” Yani onların inançları gibi duaları da işte böylesine kirletilmiştir… Bizim dualarımızsa sevgi üzerinedir, talep içermez, karşılık gözetmez; onlar sadece, bizim de bir parçası olduğumuz sonsuz varoluşa minnet ve şükranın ifadesidir. Ama bakınız; zaten idealler ve inançlar gerçeklerden kaçıştır, o nedenle de gereksizdirler; yaşam enerjisinin boşa harcanmasına neden olurlar, üstelik acıların ve ayrımcılığın da nedenidirler. Ritüelik sözcükler, mantralar ve basmakalıp duaların durmadan yinelenmesi insanı uyuşturur, zihni mekanikleştirir, kişiyi içine kapalı hâle getirir; hattâ onu sıradan bir zihne mahkûm ederek kaderci yapar. Özgürlüğünü ve dolayısıyla tüm yaratıcılığını elinden alır; farkındalığına engel olarak onu ikinci el makinalara ya da basit bir ses kayıt cihazına dönüştürür.

Meditasyonda herhangi bir amaca yönelinmez, daha doğrusu sonuca koşullanılmaz; o varlığınızın merkezine yolculuk ve oradaki tanıklıktır. Bu da ancak içeriye doğru bakışla mümkündür. Ama unutulmaması gereken gerçek şudur: Daha kapsamlı ve geniş bir bilinçlilik durumu demek olan meditasyon, hiç kimsede gerçekte varolmayan bir şeyi ortaya çıkaramaz; aksinezaten varolan bir yere ve oradaki birşeye ulaşılmasını sağlar. O nedenle yukarıda da belirttiğimiz gibi meditasyon aslâ belli bir amaca varmanın aracı olarak düşünülmemelidir; o zaman bu çabaların bir işe yaramayacak olması bir yana zaten yapılmaya çalışılan şey de gerçek anlamda meditasyon olmaz. Meditasyon, zihinden sonra bilincin de doğru algılanmasına ve bu nedenle de adetâ zekânın yeniden keşfedilmesine neden olacaktır; çünkü onun sayesinde algılar değişmiş, hattâ algılamanın boyutu ve işlevi farklılaşmıştır. Meditasyon bir zihin hali olmadığı, ya da ona zihin ile ulaşılamayacağı içindir ki, o sırada elde edilecek sonuçların farklılaşması doğaldır. İşte bu nedenledir ki ancak zihnin bu kapalı halinde gerçek özgürleşmenin ayırdında olunabilir. Özellikle belirtmemiz gereken bir husus da meditasyonun dünyadan kaçış değil, aksine yaşamı kavrayış olduğudur. Sevgi orada çiçek açar.

Meditasyon düşüncenin olmaması hâlidir. Tıpkı bulutlar olmadığında mavi gökyüzünün tüm görkemiyle görünebilmesi gibi, düşünme olmadığında da düşünceler tarafından gizlenen şeyi tanımaya başlayabiliriz. Düşünceler kayboldukça bilincimiz uyanır, gerçek benliğimiz yavaş yavaş ortaya çıkar. Meditasyon, düşüncenin sona ermesiyle zaman ve mekânın ötesinde farklı bir boyutun algılanabilmesine olanak sağlar. Bu boyuta ulaşıldığında gerçek sevginin özgürce devinimi gözlemlenir. Bu nedenledir ki meditasyonu bilmeyen bir kalbin zamanla kurak bir çöle dönüşmesinin kaçınılmaz olduğu söylenir.

Bizler, her hücrenin tıpkı bir tohum gibi hafızası olduğunu düşünürüz. Hattâ sorulduğunda, “her hücrede varoluşun şifresi ve yaradılışın kodları gizlidir”biçiminde tanımlarız. Bununla kastettiğimizse işte o evrensel bilinçtir. Yarın neye dönüşerek yeni bir vücut bulacağımızı, yani nasıl, nerede ve ne şekilde geri döneceğimizi kim bilebilir?

Sakın yadırgamayın ama, bizim savımız, salt bu nedenle, yani bir bakıma daha duyarlı, canlı, yaratıcı ve şefkatli olunduğu için meditasyon yapanların diğer insanlardan daha zekî olduğu şeklindedir. Çağımızın ünlü ve aykırı mistiklerinden Osho’nun kanaati de bu yöndedir. Çünkü meditasyon, bir bakıma tüm beden uykuya dalıp derin bir rahatlamaya girerken ulaşılan zihinsizlik ve gerçek uyanıklık hâlidir.

Meditasyonda belirli bir aşamaya ulaşıldıktan sonra yoga çalışmalarınızın da kalitesinin arttığını, kolaylaştığını ve daha rafine hâle geldiğini gözlemleyeceksiniz; çünkü bu interaktif ve bütünleşik bir süreçtir. Bugün belki çoğunuzun yadırgayabileceği yürüme meditasyonu, ya da uyku yogası gibi kavramlar o zaman size son derece doğal gelecektir.
Kısacası yoga doğru ve kaliteli bir yaşama geçişin adıdır; sanskritçe anlamı da buna işaret eder, “bütünleşme”; ama bakınız, yanlış anlaşılmasın, sonunda öyle hatâlı yazılıp çizildiği gibi “birleşmek” değil, tamamen “bütünleşmek” vardır. Çünkü o artık ayrılığın, benlik duygusunun (ego) ortadan kalktığı kalıcı ve bir daha ayrıştırılamayacak olan “bir olma” durumudur.

Hemen bütün yoga yöntemleri, ufak tefek farklılıklarla da olsa temelde Patanjali’nin sekiz basamaklı ya da sekiz aşamalı planını izler. İlk beş adım kısaca “dışsal yoga”, sonraki üç adımsa “içsel yoga” olarak nitelenebilir. Adımların hepsi birbirine bağlı olmakla birlikte bunlardan beşinci adım olan Pratyahâra, dışsal ve içsel yoga arasındaki asıl büyük köprü işlevini görür ve içsel yogaya geçişteki en önemli aşamadır. Öyle ki ilk dördü adeta pratyahâra için hazırlıktır.

Bu sekiz aşamanın anlamları, kısmen de tanımları, mümkün olabilecek en özlü biçimde şöylece verilebilir:

1. Yâma: Kendine hakim olarakyaşam enerjisine (dolayısıyla da hayatına)
yön vermektir. Bilinçli olmak ve kendinle başkaları arasında köprü kurmanın başlangıcıdır.

2. Niyâma: Düzenli ve disiplinli bir hayat için doğru gözlemleme yapabilme
anlamındadır. Bu sağlanamazsa yogada başarı söz konusu olamaz. Doğru uygulandığında daha ilk basamaklarda bile öğrenciler yoganın olumlu etkilerini hissetmeye başlayacaklar ve bu etkiler kişinin hayata bakışında, tutum ve davranışlarında kendisini gösterecektir.
Erdemli bir yaşam olmadan yapılacak her şey sadece kendini kandırmak olur.
Beşer adet olan Yâma ve Niyâma unsurlarını öğretmenlerinizden öğrenmelisiniz.

3. Asâna: “Duruş” demek olup, eski dilde “gevşemiş halde duruş” anlamına gelirdi. Hayatınızda düzenlilik ve dinginlik olmadıkça doğru duruşa geçemezsiniz. Niyâma ve Asâna bedenle ilgilidir.

4. Prânayâma: Nefes alıp vermenin düzenlenmesidir. Prânayâma, öğretilebilecek olmaktan çok‘keşfedilebilecek’ bir şeydir… ve esasında içsel yolculuğa hazırlıktır. Evrensel enerji demek olan prâna’nın içimize çekilmesiyle başlar. Bedenle zihin arasındaki bağlantıyı oluşturan prânayâma ile yoga yolculuğunun ancak ilk yarısına ulaşılmıştır.

5. Pratyahâra: Soyutlamanın başlangıç evresi olup“eve geri dönüş”ve“içeri girmek”anlamlarına gelir. Esası, dikkatin dış dünyadan iç dünyaya yönlendirilmesidir. Ama önce yolu ve yordamı (prânayâma) bilecek ve doğru uygulayacaksınız ki eve dönebilesiniz. Çakralar ve kundalini de pratyahâra’nın konularındandır. Daha ilk aşamalarda iken, belli sayıda kursa devam etme koşulu ile ve ücreti mukabili “çakra açan” ve kundalini’yi harekete geçirdiğini söyleyen (!) dolandırıcılardan lütfen uzak durunuz.

6. Dharâna: Mevcut prânayâma bağlantısını ve pratyahâra köprüsünü kullanarak kapıya yaklaşmıştınız. Artık dharâna ile zihninizi odaklama (konsantrasyon) aşamasına ulaşabilirsiniz. Zihne yön vermenin ardından gelen ise, istendiğinde onu sabitleme, yani bir bakıma zihnin efendisi olma aşamasıdır. Zihin sabitlendiğinde düşünceler durur.
Pratyahâra ve dharâna bilinçliliğe giden basamaklardır.

7. Dhyâna: Tek bir noktada yoğunlaşma sağlanıp dharâna ile zihin sabitlendikten sonra düşünceler durdurulabilirse, dhyâna’ya geçilebilir. Çünkü meditasyon yoğunlaşma değildir; yoğunlaşma sadece bir basamaktır, bir zihin hâlidir, soyutlanma ve ilişki kesmedir. Yoğunlaşan bir zihin bu geçiş halinden kurtulmadıkça meditasyon yapamaz. Yani bir başka ifade ile meditasyon, bilinmeyenin devinimi demek olduğundan, ancak bir zihinsel faaliyet demek olan o koşullu-bilme halinden kurtulmakla meditasyona geçilebilir. Çünkü orada artık “bildiğiniz haldeki siz” de olmayacaksınız. Çünkü meditasyon bir bakıma düşünceden de özgür olma ve “zamanı aşma” demektir. Zihin düşünceden ve dolayısıyla zamandan da özgür kılınabilirse sessizce hakikatin sonsuzluğuna ulaşılabilir… Orada inanılmaz şeyler keşfedilir ve yaşamın tümüyle farklı bir anlamına erişilir.
Yoğunlaşılan noktanın (nesnenin) daraltılmasıyla (veya başka bir söyleyişle ‘aşılmasıyla’) artık hiçbir yere gidilmeksizin tamamen merkezde yoğunlaşırsınız.

Dhyâna salt öznelliktir. Yani meditasyondur. Sanskritçe bir sözcük olan dhyâna’nın Batı dillerinde maalesef tam bir karşılığı bulunmamakla beraber, onun yerine geçmek üzere en yaygın olarak kullanılan sözcük, anlambilim(semantics) bakımından ciddi biçimde yanlış olmasına rağmen, meditasyon’dur (Buda, dhyana’nın Pali dilindeki karşılığı olan jhana’yı kullandığı için budistler “jhana” demişler; Çin’e “chan” olarak geçmiş; japoncadaki karşılığı ise “zen” oluvermiştir).

Artık herşey atılmış, herşeyden vazgeçilmiş, zihin boşlanmış ve yoğun bir “farkındalık” aşamasına ulaşılmıştır. Bu aşamada artık ego yoktur, tamamen yokolmuştur; burada zorlanmadan kalınabilmelidir.
Konsantrasyon bir zihin hâlidir, meditasyon ise zihinsizliktir. Konsantrasyon
dışa yönelme idi, meditasyon içe yönelmedir. Ama maalesef, adının başında ‘profesör’ olan bazı iddialı yoga uzmanları dahi konsantrasyonla meditasyonu sürekli karıştırmakta, bazıları bununla da kalmayıp konsantrasyonu “odaklanma”, meditasyonu da “derin odaklanma” olarak tanımlama yanılgısına düşmektedirler. Bu kişiler meditasyonu kesin olarak bilmezler ve hayatları boyunca da yaşamamışlardır. Ayrıca bu ciddi hatâlar hep Veda ve Upanishad’ların kasıtlı-yanlış çevirilerinden kaynaklanan ve bütün yoga sistemini temelinden bozan hatâlardır.
Meditasyon en üst farkındalık ve tanık olma durumudur. Bu nedenledir ki ona, kimi zaman ‘zihinsiz bilinç’ de denilmektedir. Osho,“Zihin senin uykundur, meditasyonsa uyanışın”der.
Daha pek çok farklı biçimde tanımlanabilirse de, farkedeceğiniz gibi her tanım kaçınılmaz olarak eksik kalacaktır. Özetle, bozulmamış orijinal yoga sistemlerinde önce “zihin ve beden birleştirilir”; meditasyon aşamasında “zihnin ötesine geçilir”. Birleşme sağlanmadıkça aşma, öteye geçme söz konusu olamaz; “bütünleşme” ise öteye geçtikten sonraki “nihaî aşama”dır.

8. Samadhi: Varolduğunuzu dahi unuttuğunuzda meydana gelen vecd halidir. “Öteye geçmek”tir… Burada olabilirsiniz, ama artık eviniz bambaşka bir yerdedir. Yoganın, meditasyon aracılığıyla ulaşılabilecek nihai aşamasıdır; evrensel bilinç ile özdeşleşmektir.

Samadhi’de insan bu dünyada yaşar, ama dünya onun içinde yaşamaz.
Böyle bir durum daha fazla açıklanamaz, anlatılamaz; fazlasından sözetmek de zaten yararsız, hattâ sakıncalı ve/veya zararlıdır. Nedeni ise gerçekte ne olduğunu bilemeyen ya da deneyimlememiş olanlar tarafından sözünün edilmiş olma olasılığının oldukça yüksek olması bir yana; gerçek anlamda yogada esasında böylesine koşullandırılmış, tanımlanmış, kodlanmış, herkes için önceden ayrıntılarıyla belirlenmiş standart hedeflerin olmamasıdır. Olmaması da gerekir, aksi halde üniformite ya da konformite oluşur; hattâ hiç arzu edilmediği halde dogmatizme, sıradanlığa, ısmarlamacılığa kayılmış olur; öylesi bir basmakalıplık ve koşullu beklenti duygusu aksine o zaman nihai aşamanın önünde engel oluşturur. Yani sonucun herkes için önceden apaçık bir biçimde belirlenmiş gibi olması, veya öngörülmesi, dolayısıyla yolda yürüyenlerin de önceden böylesi bir hedefe koşullandırılmaları yoga değildir, olamaz.

İlk dört aşama nispeten kolaydır. Ama bu dört basamağın sırasıyla her biri mükemmellikle geçilmediği sürece doğru ilerleme olasılığı yoktur. Tıpkı zayıf temelin üzerine sağlam yapı inşa edilmesinin mümkün olmaması gibidir. Esasında yoganın her basamağında insan biraz daha tekâmül etmektedir. Beşinci basamaktan itibaren rehberin, ustanın rolü ve önemi daha da artar. Ama artık herkese göre, herkes için nispî farklılıkların olduğu, olacağı ve olması gereken bir aşamaya gelinmiş olduğundan, bundan sonrası büyük ölçüde başlangıçtaki temelin sağlamlığına, o zamana kadarki bilgi ve deneyimlerin doğru algılanıp doğru özümlenmiş olmasına; tevazu ve sebatla yolda yürüme inanç ve kararlılığına bağlı olacaktır. Bu aşamadaki en önemli tehlike ‘acelecilik’tir.

Yoga elbette ki herşeyden önce bir “içsel yolculuk”tur ve yogacılar olarak bu yolculukta kendimize hiçbir zaman statik bir hedef belirlemeyiz. Yani önemli olan yolda durmaksızın yürüyebilmektir. ‘Tarihsel Buda’ olarak da bilinen Siddhartha Gautama dört tür keşiş tanımlar: “Yolu kazanan, Yolu gösteren, Yolda yaşayanveYolda yürüyen.”Yolda yürüyenin edinimleri ve yansımaları dışsal dünyada da farkedilecektir; kimler tarafından derseniz, elbette ki yola çıkanlar ve bakmasını bilenler tarafından…

Bir yogacı aslâ tutucu ya da dogmatik olamaz. Hoşgörülü, nazik ve sevecendir; özgürlükçü, merhametli, cesaretli ve yaratıcıdır; sezgisi gelişmiştir; kısacası farkındalıkla yaşayan, sağduyulu ve sevgi dolu bir insandır. Öyle ki ona, örneğin toplumsal düzen ve kişi hakları konusunda hiçbir şeyin hatırlatılması gerekmez; çünkü o zaten gereğini yapacaktır ve yapmaktadır. Bunun nedeni, zaman içinde önce meditatif bir zihne, daha sonra ise meditasyon bilincine erişmiş olmasıdır.
Artık biliyoruz ki zihnin kendisinde bir yanlışlık yoktur, yanlışlık oraya depolananlardadır. O halde zihin aşılıp merkeze ulaşıldığında zihnin kargaşası da yokolacaktır. Bir başka deyişle, zihnin derinlerine inildiğinde zihin kaybolacaktır. Bu nedenledir ki meditasyona (dhyâna’ya)“zihinsizlik hâli”denilmektedir. Zihinsizlik, doğal olarak aynı zamanda da“egosuzluk”demektir. Ve işte ancak o zaman samadhi’ye ulaşılabilir. Burada bir hususu, doğru anlaşılması için biraz açmak gerekir: Zihinsizlik, zihne karşı olmak ya da ona karşı bir çaba sarfetmek demek değildir; zihnin ötesine geçmek demektir. Yoksa zihin gereklidir; bilgileri biriktiren, bilinir ve anlaşılır hâle getiren ve bilinenleri tasarlayan, onları akıl ve zekâ ile birlikte işleyen, onlardan yeni sonuçlar çıkarıp yeni verilere ulaşılmasını sağlayan düşünme ve akıl yürütme aracıdır.

*****
Özetlersek yoga, merkeze doğru ilerlemek, orada kök salmak, yerleşmek ve orada yoğunlaşmaktır.
Yoga ile bir bakıma önce özgün ve saf zihninize döner; kaynağa dönerken de zihnin efendisi olursunuz. Böylelikle derinlerde saklı olan artık açığa çıkabilecektir. Tanrısallık buradan başlar…
Yûnus Usta’mız ne diyordu:“İlim ilim bilmekdir,
İlim kendin bilmekdir.
Sen kendini bilmezsen,
Ya nice okumakdır.”

Ancak, yirmibeş asır önce söylenip Tripitaka’ya yazıldığı gibi,“Bilinçli yaşamak kolay değildir; sürekli dikkatli olmayı gerektirir…“Gelişiminizi sürdürmeniz gerek; en derin sular bile hareketsizlikten bozulur.”
O nedenledir ki dostlar, gerçekte yaşayanlar sadece “farkında” olanlardır, onlar aslâ durmazlar; farkında olmayanlarsa ya bilinçsizce ölüme doğru gidiyordur, ya da çoktan ölmüşlerdir

Çocukluğumuzdan beri bizlere zihnimizin özgür olması yerine, aksine hep bağımlı olması öğretilmiş, ne kadar bağımlıysak o kadar “imanlı” kabul edilerek övülmüş ve bu durumun dînen fazilet olduğu beşikten mezara kadar telkin edilmiştir. Manevî gelişimimizin sorumluluğu zaten binlerce veya yüzlerce yıl önce ölmüş olan din koyucuları ve din uluları ile onların vekilleri olan bugünkü dinadamlarına ihale edilmiş durumdadır. Bu kolaycılıkla bir yandan dogmaların ve kutsal-değişmez bir takım kabullerin batağında yaşarken, öte yandan da aslında zihinlerimizin karartılmasına gönüllü olarak ve peşinen rıza göstermiş olmuyor muyuz?

Ne yapalım ki bizlere anne-babalarımızın iyi niyetli telkinleri bu yöndeydi, onların büyüklerininki de onlara böyleydi… Bu zincirde yer alan kimse o basmakalıplıkların, tekdüzeliklerin doğruluğundan kuşkulanmadı; esasen kuşkulanamazdı da, çünkü septiklik (şüphecilik) dahi sapkınlık sayılıyordu; bilinçlilik adetâ büyük bir günah, bilinçsizlikse iyi mü’minlik sayılıyordu. İster müslüman, ister hristiyan, hindu, ya da musevi olalım bizler hepimiz sürekli olarak basit bakkal hesabına benzeyen sevap-günah muhasebesine alıştırıldık ve birbirimize yabancılaştırıldık, hattâ dinler sayesinde dışlandık, dahası düşman edildik. Bu arada kendi içimizde de, özünde yine çıkar hesabı olan kırk geceden, ya da bin aydan hayırlı ibadetlerin tuzağına düşürüldük. Bunlar yetmedi, her dinin mezhepleri, derken tarikatleri başımıza üşüştü; yine çatıştık…

Bitmek bilmeyen kulluk teranelerinin sonunda doğru dürüst tanımlanamayan ısmarlama cennet hayalleriyle avutulduk, her avutulmada insanlık onurundan birşeyler yitirdik. Dünyada erişilmez, ya da yasak ve günah olan şeylerin cennette serbest olacağı vaadiyle kandırıldık, hep aldatıldık. Burada neyin doğru neyin yanlış olduğunu kendi başımıza bulmaya çalışmak dahi yasaklandı bizlere, irademiz yok sayıldı.
Derken başkaldırdık…

Evet dostlar, kendimizi kandırmayalım, yoga gerçekte bir başkaldırıdır; gerçeği kendi başımıza arayıştır… Bizlere dayatılmış olanların bize yetmemesine isyandır, zincirlerimizin kırılmasıdır; kimilerimiz içinse en azından içine sıkıştırıldığımız kabuğun çatlatılmasıdır. Kendini bilme ve tanıma arzumuzun boygöstermesidir. Kaderciliğin yokedilmesine yönelik irademizin açığa çıkmasıdır. Yaşama sorumluluğumuzun kimseye bırakılmadan, tamamen kendimiz tarafından üstlenilmesidir. Büyümenin de, gelişmenin de, mutluluğun da, özgürlük ve farkındalığın da yolu budur. Bunlar başarılabilirse işte size “insan”…

Hep“sevgiyle kalın”deriz. Bu aynı zamanda duamızdır. Sevgiyle kalabilmeyi yoganın o uçsuz bucaksız evreninde başarabilirsiniz.

A. Kerim Soley