Sevgili Kardeşlerim,
Zaman zaman kendimize hatırlatmamız gerekiyor ki bizler spiritüellik diye de tanımlanan kendini tanıma ve olma yolculuğuna, bu dünyadan kurtulmak veya kaçmak için değil; bu gezegende insanlık deneyimini yaşayan ruhlar olduğumuzu hatırlayarak var olmak için girdik. Bu gezegenin de en kilit noktalarından birisinde, belki de en kilit noktasındayız. Binlerce yıllık ruhsal birikimle dolu topraklardayız ve her ne kadar Anadolu çocukları olarak bu toprakların bu gezegen için ne kadar değerli olduğunun ve bizlerin de bu gezegen için önemli rol oynadığımızın farkında olmasak da bu böyle. Bu deneyimlerle yüzleşeceğimizi bilerek geldik bu hayata. En azından ben kendi adına böyle olduğuna inanıyorum, ama farklı düşünenlere de saygı duyarım.
Son iki senedir yaşanan olaylardan ötürü ruh halimiz çok bozuldu. Korku içindeyiz, endişe içindeyiz, öfke içindeyiz. Anlatmama gerek yok, hepimiz neyi yaşadığımızı gayet iyi biliyoruz. Bununla birlikte yalnız değiliz. Evrenin bir köşesine fırlatılıp atılmış bir gezegendeki yalnız bırakılmış insanlar topluluğu değiliz. Bu dönemde bu topraklarda olmaya gönüllü olmuş ve yaşanacak dönüşümde yer almaya kendini hazır hisseden güçlü ruhlarız bizler. Fakat bu gücü hatırlamamızın zamanı geldi. Bu ülke ve bu gezegen ve bu evren, ilahi sistemin bir parçası ve o ilahi güç hiçbir zaman bizden uzak olmadı. “Aradığınız güç içinizdedir,” “Ben size şahdamarınızdan yakınım” ve daha nice yollarla bizlere yapılan hatırlatma, biz onu kulak arkası edelim diye değil, hakikatin kendisi olduğu için karşımıza çıktılar. Bizler de bu sebeple bunca bilgiyi okuduk, bunca eğitimi aldık ve sürekli içsel dünyamızda yolculuklara çıktık.
Peki çıktık da ne oldu? O zaman dünya niye bu halde, niye böyle bombalar patlıyor duruyor, niye var bu kaos. Elbette ki bu resmin farklı açılardan farklı boyutları var. İlahi düzen içinde her birisinin de yeri vardır eminim. Fakat ben işin siyasi, politik boyutlarını değerlendirebilecek yetkinlikte değilim. Ben kendi bilebildiğim açıdan resmi nasıl gördüğüme dair bildiklerimi sizlerle paylaşabilirim ancak. Diğer bakış açılarını da o konuları iyi bilenlerden öğreniyorum. Bugüne kadar ruhsal konularla içiçe olduğum için, yaşadığımız sürecin ruhsal boyutuna dair hissettiklerimi paylaşmak istiyorum.
Hatırlarsanız bir 2012 vardı, geçti gitti ve unutuldu. Ama bununla birlikte aslında 2012’de yaşanacağı söylenen şeylerin hepsi de bir bir gerçekleşiyor. 2012, bir kıyametti, yani kıyam etmek, yani uyanıştı. Uyanış ve hatırlama süreci halen devam ediyor. Şu günlerde de yepyeni bir ruhsal bilincin eşiğindeyiz. Fakat bunun için çok önemli bir bilgiyi yeniden hatırlamamız, daha doğrusu bu konuya bakışımızı güncellememiz gerekiyor ki bu, ölüm.
Beki’nin aramızdan ayrılışının biçimi ruhsal konularda çalışanlarda ciddi bir tetiklenmeye sebep oldu. Bununla birlikte zaten ülkede üstüste yaşanan bombalamalar bunun üzerine dengemizi alt üst etti. Şu anda hepimizin içinde diplerde duran ölüm korkusu yüzeyde. Hepimiz endişe içindeyiz, çünkü ölüm her an kapımızı çalabilir korkusu yaşıyoruz. Ama korktuğumuz aslında ölümden öte, ölümü bilinçsizce yaşamak. Ben de bu noktaya geldim ve orada önce sevgili Meryem’in yazısı, sonra sevgili Begüm’den aldığım ölüm kapıları bilgisi ve kendi içsel gözlemlerim, ölüme dair bir resim çizdi ki bunun hepsini birden yazmak bu yazıyı daha da uzatır. Ama özetle şu dönemde ilahi düzen bizlerde ölüme dair olan algıyı değiştirme, daha doğrusu ona bilinç getirme potansiyeli sunuyor bize. Çünkü korktuğumuz zamanı gelmeden, bilinçsizce bir ölüm. Sevgili Meryem bunu şöyle örneklemiş. Bir eviniz var ve artık taşınma zamanınız gelmiş, yepyeni bir evin zamanı. Bunu bilerek isteyerek yapmak var, bir de çeşitli sebeplerle sevdiğiniz evden zorla ve aniden çıkartılmanız var. Ölümün ev taşımaktan farkı yok. Buradan oraya geçiyorsunuz. Ama bilinçsiz ölüm, yani zamanı gelmeden zorla taşınmaktan korkuyoruz biz. Esasında bunun altında da bilinçsizce ölüme çekilmek var. Yani görünürde yaşamak isterken, bilinçaltında buralardan gitme isteğimiz. Çünkü korktuğumuz şeye aslında çekiliriz de…
Peki ben bunları öğrenip de ne yapıyorum şu günlerde. Öncelikle sükunette kalmaya çalışıyorum. Bu en zoru belki de ama bunu şöyle yapabildiğimi fark ettim. Kendimi bir enstrüman gibi düşünüyorum ve akordumun bozulduğunu hissedip, kendimi akordunun düzgün olduğu kişilere ayarlıyorum. Onları imgeliyorum. Mesela Mevlana, Buddha gibi insanlık tarihinin bilgelerini veya hayatımda tanıdığım güzel insanları gözümün önüne getirip, onların zihniyle bütün olduğumu imgeliyorum. O zaman bir sakinlik geliyor bana. Sevgili Hocam Mualla Güven derdi bize, içinizde endişe olduğunda beni düşünün diye. Şimdi anlıyorum bunu. Elbette ki en güzeli kendi içimizdeki güçle akord olmak, fakat bazen dengemiz bozuluyor ki böyle bir aracı iyi oluyor. Zaten sakinleşince de kendime bağlanabiliyorum. Dedim ya gitarını akord etmek gibi bu.
Ardından ölümle ilgili bilgilerimi ve vizyonumu derinleştirmek için okuyorum. Sorun öte dünyada ne olduğu değil benim için. Oranın harikulade olduğuna eminim. Gerek Anita Moorjani’nin “Yüreğime Yolculuk”, gerek Eben Alexander’ın “Kanıt”, gerekse de Annie Kagan’ın “Billy Fingers’ın Ölümden Sonraki Hayatı” kitabında oraların nasıl olduğuna dair harika şeyler okudum. Şimdiyse “Tanrı ile Sohbet: Cilt 4″ü okuyorum ki ölüme bilinç getirmeye dair en güzel bilgiler bu kitaptaydı, öyle hatırlıyorum. 2007’de okumuştum, şimdi yeniden okuyorum.
Ben o tarafın nasıl olduğunu merak ettiğim için değil, o tarafın böyle muhteşem olduğunu bile bile böyle zorlu ama muhteşem bir gezegende daha bilinçli ve uzun süre nasıl kalabilirim, bunun için ölüme dair bilgilerime bilinç getirmek istedim. Sonuçta bu gezegene bilerek ve isteyerek geldim ve daha yapacak nice şeyler var. Eğer ilahi düzen içinde de bu istediklerimin yeri varsa, o zaman kendime farkında olmadan ölümü çağırıp erkenden gitmeyeyim. Çünkü bunu yapabilmek mümkünmüş, bunu fark ediyorum gitgide.
Sevdikleriyle vedalaşarak, zamanını geldiğinde ve farkında olarak gitmek nasip olsun hepimize… İşte bu günler de bunun için karşımızda bireysel olarak… Ama bir başka noktası var ki bu sürecin, işte nice kardeşimizin üst üste dünya değiştirmesinde bu var diye düşünüyorum: Ölüme bilinç getirdiğinizde, yani ölümün ne olduğunun bilincine vardığınızda, otomatikman insanlığın var oluşundan itibaren dünyevi sistemini belirlemiş en büyük korkusu ortadan kalkıyor. Yani ölüm korkusu. Esasında da bilinçsiz ölmek korkusu. Bu korku ortadan kalktığında da sadece bilinç değil tüm dünyevi sistem baştan aşağı değişir.
İşte yaşadığımız günlerin altındaki ruhani planın bir bölümünün bu olduğuna inanıyorum, elbette ki hakikat çok daha geniştir. Üstüste yaşanan şiddet bizlerdeki ölüm korkusunu yüzeye çıkardı. Yüzeye çıkan her şey de dönüşüm potansiyeli taşır. Ayrıca 7 Ocak’ta Güneş ile Pluto kavuşuyor. Yani ölümü temsil eden Pluto, yaşamı temsil eden Güneş ile karşılaşıyor. Yaşam ile ölüm bir oluyor. Bu da yepyeni bir bilincin gökyüzü sembolü demek bence…
Uzun bir yazı oldu biliyorum. Daha sayfalarca yazılabilir. Kısa bir özetle, sükunete ayarlayın kendinizi, olan biteni gözlemleyin, bilince çıkan korkuları dönüştürüp, ölüme dair bakışınızı genişletin ki yepyeni bir bilinç yayılsın dünyaya Avrupa, Asya, Afrika ve Ortadoğu’nun birleştiği noktadan…
Beni kendi adıma bugünlere dair aldığım mesaj bu… Paylaşmak istedim…
Tüm kardeşlerime sevgiler ve saygılarımla…