Deniz kenarında bir partideyiz. Yaklaşık 20-25 kişi falan var. Birden denizin içinden muazzam büyüklükte meşaleler yükseliyor. Her biri yaklaşık 200-300 metre boyunda ve en az 20 metre kalınlığında meşaleler bunlar ve bir ses bana bu büyüklüğün nedenini o andan sonra yaşanacakların ne kadar muazzam olacaklarına işaret eden semboller olduğunu söylüyor. Birden gökyüzünden bir ses geliyor.
Bundan 1 sene önce inanılmaz güzel bir rüya görmüştüm. Bu rüyayı aktarmak istiyorum sizlere…
“Ey insanoğlu, bu andan itibaren birbirinize ve hiçkimseye zarar veremeyeceksiniz” ve birden beyaz bir duman hepimizin ayaklarını kaplamaya başlıyor. Bu dumana değen insanların bi anda bilinçleri açılıyor ve birazdan herkes unuttuğu herşeyi hatırlamış olarak birbirine bakıyor. O anda kız arkadaşıma (artık ayrıldığım) dönüyorum. Daha önce hiç yapmadığımız şekilde biribirmize sevgi dolu sarılıyoruz ve ona şunu diyorum: “Bu sefer ki çok ama çok güzeldi, seninle bunları paylaştığım için çok mutlu oldum”. Çünkü o anda ikimizde artık kim olduğumuzu biliyoruz ve ben artık onu yada herhangi bir kişiyi dünyadaki kişilikleri görmüyorum. Bu arada Dünya’nın her yerinde muazzam bir parti var. Heryerde ama heryerde kutlamalar yapılıyor. Ben o parti alanından ayrılmak ve Dünya’daki kutlamalara katılmak istiyorum. Birden uçmaya ve ışınlanmaya başlıyorum. Bedenim ölmediği halde ışınlanabiliyorum ve Dünya’daki değişik bölgelerdeki insanların o an’ı paylaşmalarında ben de bulunuyorum. Muazzam bir özgürlük ve birlik duygusu var. Dünya’da yarattığım her türlü ilişki, bağımlılıklar, bağlılıklar yokolmuş, sadece BİZ var. 🙂 Bu arada ne alakaysa yolum Anıtkabir’e düşüyor. Anıtkabir’de Atatürk’ü görüyorum, mezarından kalkıyor ve gidiyor. Yanımdan öylece yürüyüp gidiyor. Görevlilere soruyorum neden kalktı diye. Birisi “Onu putlaştıranlara o kadar kızdı ki, sinirlendi ve kalktı gidiyor” diyor, diğer görevli ise (bu arada görevleri ne bunların acaba) “Bu an o kadar muazzam ki o bile mezarında yatmak istemiyor” diyor. Neyse ben ordan uzaklaşırken birden uyanıyorum. Ama nerde biliyor musunuz? Altın bir odada. Herşey ama herşey altın parlaklığında enerjiler ve ışıklar içinde. Ben hani matrix filmindeki simulator makinalar gibi bir makinada uyanıyor ve gözümdeki gözlüğü çıkartıyorum. “Bitti” diyorum içimden ve bir anda hayatın ne olduğunu anlıyorum. Ama bunu anlatmam için resmen yaşamanız lazım. Hayatın ne olduğunu biliyorum. Birden kafamı sağa çeviriyorum ve altından ışıklar içinde aksakallı bir varlık görüyorum. O benim ÖZ’üm, Tanrım, herşeyim… Sonra altın ışınlar bedenimi kaplıyor ve bu arada Dünya’da uyumakta olan bedenime de birşeyler oluyor. Gözlerimi açtığımda şunu söylüyorum. “Artık hayatın sırrını biliyorum”. Yüzümde bir sırıtış beliriyor ve günboyuda geçmiyor o sırıtış, keza altından bir enerji yaydığımı da hissediyorum ve biliyorum ki o partiyi burda yaşayacağız. 🙂