Bilip de idrak edemediklermizden: Teslimiyet. Nedense bu sözcüğü duyduğumda aklıma ilk çocukken televizyonda izlediğim bir film gelir. Belki de diziydi hatırlamıyorum. Televizyonun iki kanallı olduğu zamanlar. 80’li yıllara İzmir’de çocukluğunu geçirenler bilir; o zamanlar iki yunan kanalını da çekiyordu televizyonlar. Daha çocuğum ne ingilizce biliyorum ne de yunanca ama yine de arada yokluktan o kanalları izlediğim de olurdu. Bu filme veya diziye birkaç kere denk geldiğimi hatırlıyorum ve her seferinde pür dikkat izlemişimdir. Antik yunan zamanında geçiyor ve normal insanlar olduğu gibi tanrılar da dizinin oyuncusu. Bir sahnede tanrılardan biri satranç tahtasının başında. Piyonlardan birini alıp hamle yapıyor ve hooop gerçek hayattaki insan birden kendini bambaşka bir yerde buluyor.
Şimdi teslimiyetle bunun ne ilgisi var diyebilirsiniz. Hayat bir oyun, illüzyon vs bunları hep biliriz. Diyelim ki hayat bir satranç oyunu. Kimimiz vezir, kimimiz at, kimimiz piyon. Bulunduğumuz kareler bizim konfor alanımız. Evet vezirin hamle kabiliyeti piyondan daha fazla. Çok fazla seçenekten birini seçebilir. Piyon ise sadece ileri gidebilir ama piyon doğru seçimleri yaparak ulaşması gereken noktaya ulaşırsa istediği başka bir taşa da dönüşebilir. Dönüşmese bile de oyuna katkısı yadsınamaz.
Önce televizyon filmi anlatıyordun şimdi satranca daldın diyeceksiniz. Toparlayacağım merak etmeyin. Ben satranç oynarken fili elime aldığımda yapabileceğim hamleler bellidir ve bunlardan birini seçer ve oynarım. Tabii ki oyunu kazanmam için en mantıklı hamleyi seçerim. Hiçbir fil de “Benim canım şimdi kıpırdamak istemiyor. Ben bu beyaz karede çok mutluyum. Siyah olana geçmekten korkuyorum.” demez. Ya da “Bana ne ben L şeklinde değil düz gitmek istiyorum da demez” Sizce dilleri olsaydı ve böyle konuşsalardı ben ne hissederdim? Oyunu kazanmak için doğru olanı bilip direnç görmek nasıl bir his olurdu?
Dünyaya gelirken rolümüzü bilerek ve kabul ederek geliyoruz. Fil miyiz piyon muyuz hepsi belli ve kabulumuz ama hamle sırası gelince durursak ne olur? Olan herşey olması gerektiği gibi olurken sadece biz direnç gösterirsek? Yüz kişiye sorsak 90’dan fazlası hayat amacını aradığını söyler. Sizce bu aranarak bulunabilecek birşey mi? Diyelim satranç tahtasının üstünde bir taşım ama ne olduğumu bilmiyorum. Kendimi tamamen akışa bırakırsam ilk hamlede hadi bilemediniz ikincide hangisi olduğumu zaten anlamaz mıyım? İlla ne olduğumu bilmem şart mı hareket edebilmek için?
İşte bence teslimiyet satranç oyununun bir parçası olduğunu idrak etmektir. Diyeceksiniz özgür iradeye ne oldu? Özgür irade tabii ki var. Kollektif bilinci ve dolayısıyla oyunun seyrini o sayede değiştirebiliyoruz. Oyunu kazanmak için de buna güvenmek ve hamle sırası bize geldiğinde tahtayı bütün olarak tepeden görene, büyük resme bakana teslim olmak gerekiyor.
Bu yüzden de ben tekamülün bizim anladığımız anlamda bireysel olduğuna inanmıyorum. Bulunduğumuz satranç tahtasındaki diğer taşların da rolü de çok büyük. Zaten hayatımızdaki herkes bize birşey öğretmek ve/veya bizden birşey öğrenmek için orada değil mi? Oyunu kazanmak için BİRlikte hareket etmemiz gerekir. Oyun kazanıldığında oyunu kazanan son hamleyi yapan taş değildir. Her bir taşın rolü olmuştur başarıda. Birbirlerine yol açarlar. İşte teslimiyet bunu bilip buna güvenip kendini akışa bırakabilmektir. Belki oyunu kazanmak için birkaç taşı feda etmek gerekiyordur. Ve feda edilecek taşlar bunun bilincinde bile değildir. Ancak herşey bittikten sonra anlayacaklardır ne kadar yüce bir görevleri olduğunu. Gidenlere odaklanır ve kendimizi acıya bırakırsak oyunu kazanmayı riske atmaz mıyız? Hiç taş kaybetmeden kazanılan bir oyun var mıdır?
Bazen bir taşı korumak için başka bir taş feda edilir. Ama vakti geldiğinde o korunan taş da gitmelidir. Bütün oyunu tek bir taşı korumak üzerine kurarsanız başarılı olamazsınız. Onun için de her taş ayrı kıymetlidir; özeldir.
Madem hepimiz biriz; çevremizdeki her birey bize bizi yansıtıyor; o zaman bireysel tekamül nasıl mümkün? Ben değiştiğim zaman herkes değişmiyor mu? O zaman direnç neden? Kibir neden? Arayış neden? Bırakmak, sadece bırakmak neden bu kadar zor? Neye ve neden tutunuyoruz? BİR olduğumuzun idrakıyla gelir teslimiyet. O zaman olan her olayın benim ilerleyebilmem için bir deneyim olduğunu; karşıma çıkan her kişinin bana bir şey öğretmek ya da benden bir şey öğrenmek (genellikle ikisi birden) için karşıma çıktığını bilirim. Deneyimlerle ilerleyebiliriz; konfor alanından çıkarak. Yok ben risk almayayım der karşımıza çıkan her deneyime kendimizi kapatırsak geldiğimiz gibi hatta daha da gerilemiş olarak gideriz bu dünyadan.
Açalım kendimizi deneyimlere, bırakılım bedenimizi rüzgara. En kötü ne olabilir ki? Muhteşem sürprizlerle dolu bir hediye kutusunu hiç açmadan iade etmekten daha kötü ne olabilir? Arayıp durduğumuz hayat amacı aslında o kutunun içinde ama biz kutuyu açmak yerine etrafa bakınıyoruz o mu ki bu mu ki diye. İlla birinin kutuyu bizden almaya kalkması mı lazım kıymetini anlayabilmemiz için? Hastalıklar neden var diye isyan etmektense onlar kutumuzu çalmaya kalkışmadan dalalım kutunun içine. Direncimizden, kendimizden özgürleştikçe hediye kutularımız da değişecek. Ve belki de bir gün hediye kutusu da kalmayacak; biz hediyenin kendisi olacağız.