Tera dinlenme odasında ki yatağın içinden heyecanla uyandı. Artık vakti gelmişti, bunu hissediyordu. Peki sihirli mızrak ile yüzleşmeye hazır mıydı? Bu da soru muydu şimdi, zira beklenmedik anın beklentisizliğinde değil miydi?
Dışarıya çıkınca diğer odaların boş olduğunu gördü. Bu zamanın geldiğini teyitliyordu. Tek bir oda doluydu onun da zaten kapısı her zaman kilitliydi ve anahtarı da hep kendisindeydi. İşte bugün bu odayla randevusu vardı.
Usulca alnındaki terini sildi. Odanın kapısını saat 16:00’da açacaktı ama önce zamanı, an’ın gücü ile kutsayacaktı. An; sürenin içindeki zaman dilimi değil miydi? Derin bir nefes aldı, zira bu enerjilerle baş etmenin en etkili yoluydu.
Nasıl olmuştu da sihirli mızrak, onun hayat hikayesi olmuştu? Ama artık bunun sonuna gelmişti. Bu yüzleşme anını tekrar tekrar gözünde canlandırmaya çalışıyordu. Ancak bu tahminlere dayalı bir olay değildi hatta zihnen anlaşılacak bir şey de değildi. Kendisine, sürekli olması gereken an’da, odanın kapısının zaten kendiliğinden açılacağını söyleyerek telkinde bulunuyordu. Peki, nasıl başlamıştı sihirli mızrağın hikayesi ve O, nasıl bir deneyimden geçmişti?
SİHİRLİ MIZRAK
Sihirli mızrak, yer altında yaşayan ikiz kardeşi Sara ile birlikte kullandıkları iki uçlu olağanüstü şifalı bir aletti. İkizler bunu kullanmada oldukça maharetliydiler. Kendilerine göre de teknik geliştirmişlerdi. İkiz kardeşler, hergün mızrak hakkında yeni bir şeyler öğreniyorlardı. Ama en ilgi çekici olanı mızrağın muhafaza edildiği yerdi.
Sihirli mızrak yine kendisi gibi sihirli bir odada korunuyordu. Bu, bir nevi şifanın katlanarak hizmet etmesini sağlayan özel odanın yerini, gizemli güne kadar kardeşlerden başka kimse bilmiyordu.
O gün, şifa almak için gelen yaşlı bir bilgeye mızrakla şifa vermek için sihirli odaya giden Sara, ne yazık ki mızrağın yerinde olmadığını gördü. Tera’nın ona haber vermeden mızrak ile birlikte ortadan kaybolmasına bir anlam veremedi ve yapacağını bilemedi. O an herşey durmuştu. Ancak nefesin gücünü hatırlayarak kendini toplamaya çalıştı. Derin, derin nefes almaya başladı. Dışarıdan da aynı şekilde yapmasını söyleyen bir ses duyarak irkildi.
‘Daha da derin nefes al evlat!’
…
‘Aç gözlerini’
…
Sara, yavaşça gözlerini açınca, karşısında yaşlı bilgeyi gördü. Aslında ona şifa vermesi gerekirken, tam tersi zavallı adam kendisinin başında durmuş, ‘derin nefes al evlat’ demesiyle şaşkınlığı iyicene arttı. Ama yaşlı bilgenin gözleri öylesine bilge ve öylesine parlaktı ki, Sara neredeyse kendini gördüğünü düşündü.
‘ Beni tanıdın mı’?
…
‘Dikkatli bak, ne görüyorsun’?
…
‘Benim Tera’
‘Tera, gerçekten sen misin’?
‘Evet. Ta kendisi’
‘Ama nasıl olur’?
‘Dün gece sen uyuduktan sonra mızrak benimle konuşmaya başladı ve ben dayanılmaz bir istek duyarak odaya girdim. İçerisi inanılmaz derecede parlıyordu. Sana da haber vermek istedim ama bu imkansızdı çünkü oda ışığa dönüşmüştü ve ben karşısında büyülenmiş bir haldeydim.
Işık bana çok önemli bir sır vereceğini söyledi. İlk başta biraz korktum ama öylesine merak içindeydim ki, korkum bile hafif kaldı.’
‘Neymiş peki, ışığın sırrı’
‘Işık bana, bir sepetin içinde asırlardır yaşayan dev yılanların olduğunu söyledi. İlk başta ne demek istediğini anlamadım ve yılanlar neden sepetin içindeler diye sordum. O da, bana bunun çok kadim bir öğreti olduğunu anlattı. Ayrıca bunun sırrını çözebilmem için, sihirli kelimeleri hatırlamam gerektiğini ve bunları da 9 kere sayıp 3 tekrar yaparak anlayacağımı söyledi.
‘Sepetin içinde dev yılanlar var ve bunların sihirli kelimeleri hatırlama koşu ile anlayacağın kadim bir öğretisi var. Doğru mu anladım’
‘Evet. Işık bana ‘sen de bu sepetin içindesin ama farkında değilsin dedi’. Ve devam etti. Aslında kardeşin de yok’. Ben iyice meraklanmıştım ki hemen ışığını daha da artırarak ikiz olmamızın zaten doğal bir hak olduğunu ve bunun ne anlama geldiğini anlatmaya başladı.
‘Sen şimdi bana birimizden birinin olmadığını mı söylüyorsun’
‘İlk başta ben de öyle zannettiim ama ışık bana benim de olmadığımı söyleyince, artık buna daha fazla dayanamadım ve oracıkta bayıldım. Uyandığımda kendimi elinde asası olan, yaşlı bir bilge olarak buldum.’
‘ Peki ama mızrak nerede’
Işık, bana ‘mızrak senin bilin sırrında gömülü’ dedi ama bunu fark edebilmem için sepetin içindeki dev yılanlarla yüzleşmen gerek’ dedi ve devam etti. ‘Yılanlar, bundan böyle mızrak odasında kilitli olacaklar. Sen, kilidi, sihirli kelimeleri ne zaman hatırlarsan o zaman açacaksın ve onlar ortaya çıkacaklar. Bu zamana kadar, bazen rüyalarına girecekler, bazen hayalin olacaklar, bazen de onların aslında hiç olmadığını düşünerek şüpheye düşeceksin. Ama önce mızrağın sana gömülü olduğunu fark etmeye çalış’.
Kafamda tam çelişki oluşmaya başlamıştı ki bana hemen cevabı verdi. ‘ Biliyorum, bugüne kadar mızrak dışarıdaydı ve sen onunla iş görüyordun ve o senin sihirli bir oyuncağındı. Oysa şimdi, sana, bunu kendinde fark et diyorum. Sanki oyuncağı elinden alınmış çocuk gibi hissedeceksin ama merak etme bu his geçecek. Sen sihirli mızrağın sırrını anladığında ya da bizzat kendisi olduğunda bunu bir diyet ödediğin için değil, zaten doğuştan ödülün- hakkın olduğu için onun gerçek sahibi olacaksın’. İşte böyle.
‘Peki sen mızrak olduysan, ben kimim?’
‘Benim zihnimsin ve yıllardır seni farklı kimlik altında bana ait zannettim ama artık seni özgürleştiriyorum ve seni mızrağın ilk öğretisi olan özgürleştime farkındalığına dahil ediyorum’ işte tam o anda Tera, kendi öğretisinin sihirli kelimelerini hatırlayarak farklı bir boyuta geçer ve mızrak odası açılır.
Tera- De, Tera -Da ,Tera- Do . 9 saydı, 3 tekrar yaptı. De Da Do, De Da Do, De Da Do.
Mızrak Odası Sonunda Açılıyor!
İşte şimdi zihnine özgürleşme iznini vermesi ile en büyük deneyimi başlamıştı. Sihir devreye girmişti. Bu, Tera’nın kendi ben’im varlığını fark etmesi anlamına da geliyordu. Saat 16:00’a gelmek üzereydi ve aslında 7 odalı evin, 4. odasında olduğunu da henüz fark etmemişti.
İşte şimdi Tera, 4. odanın yanına usulca yanaşmıştı ve dev yılanların olduğu oda anahtara bile gerek olmadan açılmıştı.
İçeriden dev yılanların çıkacağı inancında olan Tera beklemeye başladı. Ancak içeride ne sepet ne de dev yılanlar vardı. Oda tamamen boştu ve içerisine sadece beyazın kör eden ışığı dolmuştu. Bunun anlamını çözmek için zihnine başvuracak gibi oldu ama artık onun bilişe dahil olduğunu hatırlayarak vazgeçti. Kalben anlamaya çalıştı ama beyaz ışık bunun da bir zihin tuzağı olacağını söyledi. Arayışta olan her zaman zihindir. Kalp gibi kendini gösterse de bu zihindir. Bu yüzden bunun sadece deneyimlenecek bir şey olduğunu söyler ve devam eder.
‘Bu deneyimden de geçtikten sonra öğretiyi kendiliğinden hissedeceksin ve gerçek bilişe dahil olacaksın’. Böylelikle Tera zihninin bir katmanınından daha geçti ve ardından bir sonraki deneyime hazırlamak için dinlenme odasına gitti.
Dinlenme Odası
İşte şimdi hikayenin sonunu neden tahmin edemediğini dinlenme odasında anlamıştı. Aslında tüm insanlığın muhakkak dinlenme odası olduğunu da artık biliyordu ve artık onlara böyle bir odanın varlığından bahsetmek istiyordu. Burası boyutları olan ve katmanlara ayrılmış,sadece bir kişinin yönetiminde olan bir odaydı. Fark ettiği ilk şey, odanın her boyutu bir evrendi ve tıpkı uykudaki gibi çok boyutlu rüyalara sahipti. Bu rüyaların boyutlararası kapasitesi vardı ve zaman bükülüyordu. İstendiği zaman her boyuta sıçrama yapılıyor ve zamanın olmadığı alana gidiliyordu. Bu alan enerjileri ile ortak çalışılıyordu. Dünya sadece evrenin boyutlarından biriydi. Zamanı büktüğü zaman: Deneyim için zamanı bir boyuttan ayırıp, diğer zamanlara ve boyutlara geçiş yaparak odanın her bölümüne-kesitine uğruyordu. Tüm yaşamları boyunca kendi olmuş tüm veçhelerini-yönlerini-kişiliklerini aynı parallelik içinde tüm boyutların enerjisi ile birlikte aktive ediyordu. Böylelikle illüzyonda kalmadan, kutuplaşma olmadan denge evrenleri inşaa edebiliyordu. Burada kaza ile ölüm deneyimlediğinde, diğer boyutta ölüm farkındalığına genişliyordu.
Bundan böyle mesajı, kendisi gibi, odanın kapısını dışarıdan açmaya zorlayan ve hikayesini her gün imkansız hale getirenlere olacaktı. Çünkü sepet öğretisi dışarıda değil, içinde gömülü bir sır olarak kişinin yanlızca kendisindeydi.
Ancak bugün, dinlenme odasındaki bir sonraki deneyiminde, kendine farklı bir bakış açısı edindi. Aslında, kadim dost dediği kişinin yani ona sihirli mızrak hikayesini anlatan varlığın yine kendisi olduğunu gördü. Yıllardır bu odada yanlız başına olduğuna göre, hikayeyi ona kendisinden başka kim anlatabilirdi ki? Bu odaya onun izni olmadan kim girebilirdi ki? İşte şimdi dinlenme odasından da çıkmaya hazırdı. Biliş deneyim haline gelmek zorundaydı ve sepete doğru yaklaştı. Acaba sepetin içinde çatlamayan yumurtalar olsa bunlar; çatlamayan zihnimizin içinde kendini saklayan özümüz olabilir miydi?
Çatlamayan Yumurtanın Çatlatan Sırrı Sara!
Sepet oldukça büyüktü ve içerisinde dev yılanı barındıran yumurta vardı. Peki, bu dev yılanların yumurtanın korumacılığında sepetin içinde ne işleri vardı? Karmaşık gibi duran anlar bilincinin genişlemesi gereken katmanlarından biriydi. Bilincinin bu yeni farkındalığında bir an için eski dostunun, zihninin adının, Sara olmasını hatırlayarak çok şaşırdı. Onun adının gizemini şimdi daha iyi anlıyordu.
Sara. Tabii ya, bu aynı zamandamerkezi sinir sisteminin, bozuk olması sonucu ortaya çıkan bir hastalıktı ve nöbeti de doğadaki şimşek çakmasına benziyordu. Ayrıca beyinde meydana gelen elektrik boşalmasıydı. Kısacası normal beyin faaliyetlerinin değişmesiydi, tıpkı kendi zihnine olanlar gibiydi. Bu isim bir tesadüf değildi. Doğadaki şimşek çakmasının aynısı olan Sara zihinli bedeni, sihirli kelimeleri hatırladığında tıpkı nöbet geçirdikten sonra ki aşama olan, elektriğini boşaltarak rahatlamıştı. Dünyada ki en büyük hamallık, zihnin yüküydü. Bir kez daha zihninin-Sara’nın gerçek görevini (bilgi depolamak) hatırlamasına izin vererek bir katmandan daha geçti. O’nu şefkat duyarak, olmayan görevlerinden özgürleştirdi ve bu güzel hanımefendiye hizmetini yapabilmesi için zaman değil ‘ayrıcalık’ tanıdı. Düşünmek yerine hissetmeyi ve sayede hamallıktan kurtulmayı öğretti.
Sara’ya göre-bize göre-onlara göre, dev yılanlar korkutucu, diğerlerine göre de sevimli olacaksa, bu ‘kutuplaşmanın’ özgürleşmesine ve genişlemesini de olanak sağlayacaktı. Bu ayrıca, ‘çatlamayan yumurtanın’ içinden doğmamış bilincin her an fark edilmesine dikkat çekecekti. Başka bir deyişle çatlamamış yumurta: Kutuplaşma olmadığı için, iki farklı kavramın olmadığı bilinç halidir. Dolayısıyla tüm kavramların, her zaman yanılsamadan ibaret olduğu farkındalığa genişleme hali. Başka bir deyişle; yumurta çatlamadan önce tek’lliğin bilincine genişlemek için kendi içindeki ‘ikileme’ ihtiyacı varmış gibi davranarak kendi görünüşünü yansıtır ama bunun illüzyon olduğunu bilir. Tıpkı, işe geç kalmamak için saatimizi 19 dakika ileri kurup sonra kurduğumuzu hatırlamamak için o zaman diliminde değilmişiz gibi davranan halimiz. Bu anlamıyla doğmamış bilinç, doğrulmamış zihindir. Tera kendi kutsal tapınağında artık içinde gömülü olan iki uçlu mızrağı bulmuştu. Şimdi onu ortaya çıkarma zamanıydı ve kendini kozmik ışık bedeninde düşlemesi bile farkındalığını artırmıştı. Tera, kozmik yumurtanın içinde (tüm deneyimlerin oluştuğu ve tekrar oluşacak sonsuz alan) kendi sırrından haber alan ve kendi sırrından haber veren, nötr enerjide merkezlenmişti. O halde şimdi, bilinç enerji ile çalışmaya hazırdı. O artık haberci meleğine yani kozmik yumurtaya dönüşmüştü ve çatlama zamanıydı. Tera’nın kadim sır öğretisine, kendi kadim bilge anlatımıyla, yakından bakmaya ne dersiniz?
Haberci Meleği Kozmik Yumurta!
Doğmamış bilinç, kozmik bilgi olarak yani evrenin kitabının sırları, ruhen yükselişe geçtiğimiz an’da bize aktarıyorsa bizim de bu bilgiyi saf hali ile, doğurmadan-bütünlüğümüze ait olan alanımızdan çekmemiz için cesaret etmemiz gerekir.
Zihin merkezli olmaktan öteye geçtiğimiz an, milyarlarca canlıya yetecek kadar tek bir yumurta farkındalığında ancak çok boyutluluğumuzda birleşiriz.Bu birleşik alanın, ‘olanın’ bireysel deneyimlerine izin veririz ve yumutanın içinden hep ‘bir’likte’ çıkarız. Böylelikle, biz kimiz sorusunun artık tartışmalarına son veririz. Sahi biz kimiz? Ya da kim oluyoruz da bu tartışmalara son veriyoruz?
Zihin, illüzyon varlığını ‘benim’ diye sahiplenirken, bilinç illüzyon yanılsamasından çıkarak tüm varlığı ‘ben’im varlığına’ ait olduğu tekillikte bilir. Bunun aksi genişlemesi olmayan bir evrenin batışıdır. Dolayısıyla doğum yoktur. Ancak yumurtadan çıkan varlığımız, her an ilahi elbisenin ışığında sadece mutlak olanla iş birliği içerisinde ve kendi sihirli odasında boşluğun bir kaybolup bir geri gelmesinin seyri vardır. Bu anlayış içerisindeki ruh, ‘zannetme illüzyonundan’ aslına geri döner.
Zihnimiz iki uçlu mızrak sayesinde kozmik bilişe dönüşünce, kendimizin kendimize olan mesafesiz boşluğunu yaratırız. Burada doğum ve doğrulacak bir kavram yoktur. Çünkü zaten varolmuş olanın kendisini bu prosese sokması düşünülemez. O halde burası yaratımın da olmadığı alandır. Burası, mutlak olanın kendi potansiyellerini çok boyutlu olarak deneyimlendiği alanıdır.
Yaratımı sadece elbisenin (madde dünyası) görünüşü olarak idrak edebilirsek; bu da, sana göre bana göre kavramının anlaşılması için çok önemlidir. Zihne göre tüm varolan; galaksi, mekan, uzay, kedi, kuş, ırmak, ağaç görünür. Kozmik bilişe göre varolan ilahi elbise olarak görünür. Dolayısıyla zihin bu kavramdan uzakta olduğu için an’a odaklanamaz ve bundan dolayı varolanı isimlerle, cisimlerle ve resimlerle tanımlamalar yaparak yaratımın ve zamanın peşine düşer ve akışı durdurur.
Bilinç ise çatlama öncesi yumurtada ki, ezeli ve ebedi bilgiyi, salt kendine ait tuzağına düşmeden kullanır ve tüm varolanı, isimlerden, cisimlerden ve resimlerden tanımsızlık kavramı içinde tutar. Böylelikle tekrar birliğe dönmesine ve an’da ki akışa izin verir.
Peki, varoluş akış halindeyse neden boş alanımızı neden hep doluymuş gibi zannederiz? Çünkü bunlar yığılma halinde ve kabz hali de denilen, dışarıya çıkamayan potansiyellerimizdir. Deyim yerindeyse, sanal kuyruğa girmiş, yaratılmayı bekleyen kapasitelerimizdir. Ancak zihnin kontrolünde oldukları için hiç bir gerçeklikleri yoktur.
22 metre bir borunun içine sürekli bir şeyler atsak ve en öndeki parçanın çıkmasına izin vermezsek arkadan gelenler yığılır ve artık boruya bir şey atamayacak hale geliriz, işte boşluk alanımız da böyle tıkalı boru gibi görünür. Dolayısıyla, ortaya çıkamayan potansiyellerimizi gelişimini tamamlayamayan yılanların yumurtadan çıkmasına benzetebiliriz. Böylelikle kişinin, DNA’larında gizli olan kendi kadim öğretisi, kendini bambaşka bir kimlikte gizler. Daha farklı bir bakış açısı ile söylemek gerekirse; gerçek kimliğin farkına varmak özgürleştiricidir. Ancak bunun tersi durumu da kısıtlı bir enerji ile bizi yutmaya çalışan dev yılanlardan kaçmaya çabalamak gibidir. Gerçekte neyi simgeler bu dev yılanlar?
Neden Dev Yılanlar?
Dev yılanlar, hem bizim kozmik yumurtamızda genişleyen bilincimizdir hem de toplu bilincin empoze ettiği ve düşüncelerimizden atamadığımız korku illiüzyonudur. Oyun gereği, ilk başlarda kendini öylesine dev bir şeymiş gibi sunar ki, ironik bir şekilde hem bebek gibi saf enerjiyi algılarız hem de bizi yutacağını zannettiğmiz dev bir evren yılanı varmış zannederiz. Oysa yaşam enerjimizdir ve ona bambaşka bir kimlik vererek kendimizi cennetimizden kovmayı başarmışızdır. Bu Havva’nın, kandırılarak (illüzyona uğrayan zihnimiz) cennetten (Tanrısal alanımızdan) nasıl kovulduğunun da sembolize edilmesi açısından önemlidir.
Korku illüzyonu (dev yılanlar) yani; kendi varlığımızın bilinmeyene olan korkusu, kendimizi cennetten kovdurmaya yetecek güce sahiptir. Ama aynı zamanda tıp sembolu (yılan) olarak da değişik bir kimlikle, kendi şifacılığımızı hatırlatıcı gücüne de sahiptir.
Yılanları kundalini (vücudumuzda kıvrılmış uyuyan spiral yılan demektir) ile de sembolize edersek eğer,
1- 3.5 kez kıvrılmış haldedir sepetin altındadır. (7’nin yarısı olarak düşünelim)
2- Korkuyu anlatmak için ‘3,5 atmak’ deyimini kullanırız. Kendi korkularımızı nasıl kendimizin beslediğimize en güzel örnek. İçimizde bir şeyler uyanacaksa bu bizi yutacak yılan mıdır yoksa bize şifalayacak yılan mıdır?
3- Sepetin içinde duran dev yılanlar aydınlanmanın da sembolünü yansıtır. Mısır da uyuyan yılan kundalini ile sembolize edilir.
4- Ama en önemli nokta: Dev yılanların sepet öğretisini, DNA’larımızda duran öğretilerimiz olduğunu fark eder etmez ‘uyuyan yılanı uyandırmaya’ başlıyor olacağız.
Bilinç sepetimizin aktive olması için Hz.Musa gibi saraya (bilinç-ya da tepe çakra) sepetin içinde süzülerek geleceğiz. Dolayısıyla, Firavun’un doğmamış çocuğu olarak, sihirli asa ile haberci meleği, kozmik yumurtanın sırrına varacağız!
Başka bir bakış açısı ile, Hz.Musa’nın doğabilmesi için 70,000 (tüm çakraların açılması) çocuğun, katledilmesinde ki gizemi anlarız. Hz.Musa’nın asasının yılana dönüşmesi, Nil’in ikiye ayrılması mucizeleri, kendi öğretisini kullandığı içindir. 70,000 çocuk katledildiğinde (yumurta çatladığında zihin bunu doğan bir varlık gibi algılar ve kendine kimlik verir) Ancak kozmik yumurta, kendi bilinç doğumunu gerçekleştirdiğinde işte o zaman evren doğmamış ve doğrulmamış bir genişlemeyle tekamülüne devam ederek, tanımsız alana doğru yolculuğunu başlatır. Bu yolculukta kullanılan kimlik bilgilerinin üzerinde çok boyutlu ve sonsuzlukta genişleyen bir mekan ( evren) ve 11 haneli kimlik numarası vardır. Sıra no:4 , hane no: 7,Cilt no: 1’dir. Verildiği yer: Kendimizden kendimize verdik. Verilme Nedeni: Oyun oynamak ve yaratımlarımıza elbiseler giydirmek.
Peygamberler toplu bilincin etkisine sokulmadan ki haliyle deneyimledikleri potansiyellerini, başka bir öğretiye sahip olmadan yapmışlardır. Hz. Musa’dan sonra Hz.İsa ve en nihayet Hz. Muhammed öğretileri de hep mucizeleri içermiştir. Ancak bu bizlere anlatılan deneyimler bir yerde ‘aynısını ben de neden yapamıyorum, çünkü ben peygamber değilim demek durumunda bırakmıştır’. Oysa bilinç bir şekilde, deneyimlenmiş öğretilerin etkisinde kalarak doğuma girmiştir. Dolayısıyla kişi, kendi bilişinde yani kozmik yumurtanın içinde olduğunu fark etmeden-genişleyemeden, yanlızca acizliğini deneyimler.
Kalbim, Sen Miraç Et Boşluğun Hiç Dolmasın!
Sepet bilgeliği: bizim kozmik- bilinç sepetimizdir. Hadi biraz sepetteki verilere bakmaya çalışalım ve sonra onları bilgiye dönüştürerek hasadımızı toplamaya çalışalım. Aslında bunu genişlemeye izin vermekle miracın aynı şey olduğunu anlamak için de yapalım. Ortaya çıkacak olana öyle güvenelim ki çatlamayan yumurtanın çatlatan sırrına kavuşalım.
Hikayeye göre mızrak odasının numarası 4, mızrağın kendisi de 2 uçludur. Hem yukarıya işaret eden hem de aşağıya bakan şekliyle de yönetici konumundadır. Tera’ya göre, diyelim ki; 4‘den (kalp çakrası) 7’ye (tepe çakrası-kozmik alan) miraç ediyor, 47 (4+7=11) ve numerelojik olarak 11 eder ve bu Tanrı’nın zihnine çapalandığımız sayıdır ve de eril ve dişil dengenin uyanış kodudur. Bildiğimiz üzere her zaman içsel ve dışsal bütünlük dengede olmalıdır. O zaman, 11 içsel alan-ben+11 dışsal alan-evren= 22 dir, o da yine 4 değil midir?
22 sayısına, Tera öğretisinin dışında, Kur-an öğretisininin bakış açısıyla bakacak olursak bu Bi-İsmi Allah, Er-Rahman, Er-Rahim kelimelerinin Kur-an harfleriyle yazılışındaki 22 harfine karşılıktır. Bu Besmele’nin tafsilatıdır ve Tanrısal sıfatlarımızın açılımıdır. (Her birinin tek tek açıklamasını yapma planımızı da böylelikle söylemiş olalım.) Aşağıdaki bu sıfatları okurken kendi özümüzü hatırlayarak okumak çok genişletici olacaktır. (Rahman ve Rahim olan Allah’ın Bi-ismi de sen değil misin sevgili okuyucu?)
11 İçsel Alan: Er-Rahim
1-Teklik
2-Yegane sığınak
3-Var olma
4-Öncelik
5-Sonralık
6-Birlik
7-Kendi kendine var olma
8-Benzemezlik
9-Dirilik
10-Bilgelik
11-Dilek ve İstek
11 Dışsal Alan: Er-Rahman
1-İşitme, duyma
2-Görme ve idrak
3-Güç ,kuvvet
4-Konuşma, anlatma, açıklama
5-Tekvin (yaratma demektir ancak hakikatte yaratma olmadığı için bu görüşülmez)
6-Benzersiz ortaya çıkma, görünme
7-Benzersiz hayat verme
8-Benzersiz yapma
9-Yok etme
10-Var etme
11-Bolluk (Rızıklandırma) (Ahmet Taner Oğuz-Muhammedi Melamet’de Tevhid Mertebeleri-Tanrı’nın sıfatları bölümü.) (Bu vesile ile saygıyla anıyorum!)
Tüm sıfatları kalp çakrasında (Tanrı merkezimiz) birleştirirsek bu anlamıyla kalp; aşağısı (alt çakralar1-2-3) nasılsa yukarısı (üst çakralar5-6-7) da öyledir denilen merkezin, hem dişil hem de eril yöneticisidir.
Ancak bir gerçeğin altını çizmek istiyorum. Denildiği gibi besmelenin tafsilatını açıkladık ve tanımladık. Yukarıda da bolca bahsettiğim gibi, bir şey tanıma girer girmez mutlak surette zihin devreye girer ve analiz etmeye başlar. Bunun için mutlaka öz’ete girmemiz gerekir. Konuya besmele’den yaklaştıysak onun öz’etini yapalım. Hz. Ali’ye Kur-anın ne olduğu sorulunca, şöyle cevap vermiştir…
‘Kur-anın özeti Bakara suresidir. Onun özeti Yasin’dır. Onun da özeti Fatiha’dır. Fatihanın da özeti Bismillahirrahmanirrahimdir ve onun da özeti B’dir. B’nin de özeti noktadır. O nokta da benim…’
Kısaca tasavvuf bilgisi verdikten sonra aynı şekilde hikayeye devam edelim: 4’den (kalp çakrası) 1’e (kök çakra-kozmik tohum) aşağıya döndüğünde numerelojisi 41 (4+1=5) 5 eder bu da Tanrı’nın, evreni kendinden kendine göründüğü bilincin farkındalığını, Tanrısal tarafından insan tarafına çapalandığı sayısı olur. 5, çakra olarak boğaz çakrasıdır ve yine Tanrının kendinden kendine ifade bulduğu konuşma alanıdır. O halde evrenin oluşumu ve miracın gerçekleşmesi ancak ve ancak kişinin kendi benliğinde başlatacağı bir prosesle mümkün olur. Ben buna kozmik sepet bilgeliği diyerek isim verdim. Ancak tanımsızlığa genişleyebilmek için, yarın bambaşka bir isimle veri avına çıkarak bilgi ağacımdan bilinç merkezimi de kucaklayabilirm. Nasıl ki, bilgisayardan araştırılan bir konu ile ilgili verileri bir araya topladıktan sonra onları kendi inisiyatifimizi kullanarak bilgiye dönüştürüyorsak, ben de kendimdeki verileri deneyim arşivinden çıkararak bilginin akışta olmasına aracılık edebilirim.
Dün açıklanan ve sahiplenmediğim kadim öğretim, bugün ona açıklama özgürlüğünü vermemden dolayı genişlemeye devam edecek. Ayrıca tıpkı mızrak odasının kendisini ışığa dönüşmesi gibi beni de ışık bedenine dönüştürücek kadim bilgiyi akıtmaya devam edecek.
Sonuç olarak, ışık bedenin aktive olacağı yer boşluk sırrıdır. Her miraç, kalbin her bir atımlık yükselişi, tepeye-göğe miracımız dönüşünde sepetimizde boşluk alanı yaratır ki tekrar dolabilsin. Aksi takdirde salt boşluk dinlenmeye-sır küpü olmaya devam ederek genişleyemeyecektir. O halde sırlar; bizim kendimize açıklama özgürlüğüne izin vermemiz ile ilgili olarak da ortaya çıkacaktır.
Haber meleğimiz bir kere patladı (big-bang) ve kozmik enerji ile birlikte-bizim ile genişlemesini sürdürüyor. Bilincimizin ötesine genişleyebilmek, asamızı yere atmak ve sihirli öğretilerimizin (yılanlarımızın) açığa çıkmasına izin vermek için bilinmeyene olan korkularımızdan özgürleşmeliyiz.
Bu bakış açısından haraketle ; sizin de bir hikayeniz olsaydı bunun için kendinize güvenip ortaya koyma cesaretiniz olur muydu? Bugüne kadar ne öğrendiyseniz hepsini geride bırakarak ve tüm ezbere bildiğiniz öğretilerin sınırlarını sadece kendiniz için kaldırıp, zihninizi özgür bırakabilir miydiniz? Hadi girin kütüphanenize ve yazın kadim öğretinizi…
Kozmik yumurta bilinci ulaşılması güç olan bir yerde değil. Şu an kuluçka da ve dinleniyor. Güzel haber; hikayeye göre bu zaten hep böyleymiş.
Tera, Derki ‘Yumurta herkese yetince,
Tera, Daha da öteye genişledi ve böylece,
Tera, Dokuz saydı, 3 tekrar yaptı’,
DE DA DO,
DE DA DO,
DE DA DO.
Okuyucuya Not: Bu yazımı Japonya’da ki enerji işçilerine adıyorum. Tera: Japonya’da Budist tapınağı anlamındadır. Küçük bir kelime oyunuyla da Terra latince de yeryüzü-toprak-dünya demektir. Japonlar dünya tapınaklarını ve topraklarını yeniden ve çok kısa sürede inşaa edecekler ve bana göre kristal kentler kuracaklardır buna hiç şüphem yok çünkü onlar, çok uzun zaman önce (1945 yılında, Hiroşima ve Nagasaki’ye 3 gün aralıklarla atılan atom bombaları.) zaten bunu başarmışlardı. Bunların isimleri de Hiroşima için ‘küçük oğlan’, Nagasaki için de ‘şişman adamdı ancakonlar, atılan bu bombaları, dev yılanların korku hikayesine dönüşmesine izin vermediler, olanları kabullendiler. Dolayısıyla ne küçük bir çocuk gibi savunmasız ne de şişman bir adam gibi hayatta kalma korkusu yaşayan bir ülke olmadan ruhlarını dram hikayesine kaptırmadılar. Böylelikle onlar, genişlemeye devam ederek yaşananları hikaye olmaktan öteye taşıdılar… Bu vesile ile deprem’de hayatlarını kaybeden Japon dostlarımızın ruhlarını sonsuz sevgi ve şefkat içinde selamlıyorum.
Uyan aç kalbini kitabınızı okumanın verdiği algıyla benim için Sadeliğe saflığa ve teslimiyete gidişin özeti. Çok güzel. Teşekkür ederim.🙏