Yıl 1997… İngiltere’de Cowent Garden’da bir otelde kalıyordum. 10 günlük yarı iş yarı tatil bir yolculuktu bu. Baharın cıvıltısı sokaklara taşmıştı ve uzun yürüyüşlerle ben de bu coşkunun keyfini çıkarıyordum.
Günlerden Pazardı, dükkanlar kapalıydı ve ben otele değişik bir yoldan dönmeye karar verdim aniden… Sessiz ve sakin bir yola girdiğimi ise sonradan fark ettim; hava da hafif kararmaya başlamıştı. Biraz ürpererek, biraz da kendime bu yola girdiğim için söylenerek yürümeye devam ettim. Bir türlü otele giden yola çıkamıyordum; içimdeki sessiz panik daha da artmaya başlamıştı. Sokak adını bulabilmek için başımı kaldırdığımda kocaman bir dükkanın önünde olduğumu fark ettim. Dükkanın adı “Mystery” yani “Gizem”di. Kocaman camekanın ardında neler yoktu ki?.. Kristal küreler, bir sürü rengarenk taşlar, kitaplar… saymakla bitmez. Ama inanılmaz bir çekiciliği olduğu su götürmezdi. “Buraya gelmeliyim yarın ilk iş” duygusu kapladı her yanımı büyük bir heyecanla ve otele ne kadar yakın olduğumu algıladım birden. Sabaha kadar aklımdan çıkmadı gördüğüm dükkan desem yeridir. Neden bu kadar heyecanlandığımı da bilmiyordum ama elimde değildi.
Ertesi sabah dükkanların açılış saatini güçlükle beklediğimi hatırlıyorum ve soluğu orda aldım. İçeri girdiğimde o zamana kadar gördüğüm en yumuşak bakışlara ve gülüşe sahip bir kadın tezgahın arkasında müşterilere taşların ne işe yaradığı ile ilgili bilgi veriyordu. Ne olduklarını hiç anlamamıştım. Kadının anlattıklarına kulak kabarttım, ama “nasıl yani?” diye düşünmeden de edemedim. Daha önce hiç görmediğim, doğal ama bir o kadar da mücevhersi çekiciliğiye bir sürü taş bana bakıyordu… Garip bir enerjiyle dolduğumu fark ettim.
İyi de ne yapacaktım ben şimdi? Ne sormalıydım?..”Hay Allah” o kadar bilgisizdim ki soracak soru bile gelmiyordu aklıma. Dükkanın iç bölmelerinden birine geçtim. CD’ler vardı; ama hepsi doğadan müzikler, meditasyon müzikleri, çeşitli New Age müzikleri. Orada tezgahtaki genç benim şaşkınlığımı ve kaybolmuşluğumu anladığından mıdır neden bilmem benle sohbete başladı. Tavırlarındaki rahatlık beni bir kez daha etkiledi. Türk olduğumu söyleyince benle Türkçe konuşmaya başladı. Daha önce Türkiye’de kalmış meğer ve biraz dilimizi öğrenmiş. “Nereye düştüm ben ya” diye içimden gülmeye başladım ama kahkahalar içimden dışarı taştı sanırım. Birlikte gülmeye başladık. Anlattım ona olanları ve bilgisizliğimi şaşkınlığımı. “Gel” dedi. Tezgahın ardındaki kadının yanına götürdü beni.
Mary ile o zaman tanıştım.Beni ona teslim edip yerine döndü. Mary bana kısa ama öz bilgiler veriyor tek tek taşları tanıtıyordu ve ne garip içerde hiç müşteri kalmamıştı. J Bunu çok sonra fark ettik ikimiz de. Orda ayak üstü hiç bilmediğim bir konunun temel eğitimini alıyor olduğumu algılayamamıştım tabi o an. Sonra Mary beni başka bir iç bölmeye götürdü. Bir dolu kitap vardı. Birşeyler okumadan olmayacağını, kendisi bana anlatmaya devam ederse müşteri gelmediği için iflas edeceklerini söyledi. Bir kahkaha attı ve gitti. Saatler aktı gitti o dükkanda.
Orada o bilinçsizlikle seçip aldığım taşlar için hala mutluluk duyarım. Evimin baş köşesinde enerjilerini benle paylaşmaya devam ediyorlar….
Gelelim serüvenin bundan sonrasına….
Türkiye’ye döner dönmez taş konusunda bir şeyler aramaya başladım. O zamanlar Türkçe tek bir kaynak vardı. Önce aldığım kitaplardan değil, Türkçe olandan başladım okumaya.
Taşların kendilerine ait değişik enerjileri vardır. Algıları açık olan bir insan elinde bir süre tuttuğu zaman bile bunu anlar. Kitapta taşları belli bir enerjiye programlamaktan bahsediyordu, denedim… İşe yaradı mı derseniz? Evet, onların enerjisini benimle paylaşmalarını sağlamıştım bir şekilde. Bu arada hiç durmadan taş alıyordum ve bu konuda hala garip bir doyumsuzluğum vardır desem yalan olmaz. Aldım, inceledim, arıttım, programladım, denedim… değişik kaynaklar okudum. Temel özelliklerde benzerlikler olsa da hiç bir kaynakta anlatılan taş bilgilerinin birbiriyle tutmadığını gördükçe çok şaşırıyordum.
Kendime bir taşçı da bulmuştum o zamanlar İstanbul’da. Bir gün Ankara’daki kuzenim dedi ki: “Yahu İstanbul’da bir adam varmış, adı da Sedat sen aslında onu bul”. Ee iyi de İstanbul kocaaa şehir, bir tane Sedat diye taşla ilgilenen adam. Çok güldüm. “Nasıl bulacağım deli misin?” dedim.
Aradan aylar geçti bir gün her zaman taş aldığım yerde sohbet ederken bişi dürttü dedim ki: yahu koca İstanbulda sizden başka taş satan yer yok mu? Kadın bir an durdu. ”En iyi müşteriye de bu söylenmez, ama bir Sedat bey var”. Kulaklarıma inanamadım! Hemen yerini falan öğrendim ve içimde inanılmaz bir heyecanla dükkanına gittim. Kadıköy’de Akmar Pasajı’nın 2.katında ufacık bir dükkan… Her yer taşla doluydu. Biraz sohbet ettik, biraz taş aldım falan. Gerçekten Sedat Bey’i çok sevmiştim daha o günden.
O gün bu gündür ki aradan 5-6 yıl zaman geçti Sedat Abi ile bir gönül dostluğu kuruldu aramızda. Ondan çok şey öğrendim. Sedat Abi’yle de paylaşımlarım arttıkça artık kesin gözüyle baktığım bir noktaya geldim. Geldiğim nokta; “taşların enerjisi sizin enerjinizle birleştiği zaman size özel etkiler veriyor” noktasıydı ve bu yüzden kaynaklar arasında farklılıklar vardı..
Ben, Derki’nin sonraki sayılarında taşlarla ilgili kendi deneyimlerimi sizlere aktarmaya çalışacağım. Sizler de bu konuya ilgi duyuyorsanız eğer kendi taşlarınızı bulup ya da onların sizi bulmasına izin verip kendi deneyimlerinizi yaratabilirsiniz.